Kaos senaryolarını beslemeye gerek yok ancak diğer yandan herkesin yasalara uygun davranmasının zorunlu olduğunu da anımsatmak gerekiyor
İddialar havada uçuşuyor:
Geçen yıldan itibaren seçim güvenliği konusunda önlem aldığını söyleyen muhalefetin raporları elbette ki bu ihtimaller üzerine değil. Her ne kadar Cumhurbaşkanı adayı, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, paramiliter çetelere dikkati çekip, bu konuda uyarılarda bulunmuş olsa da Altılı Masa bir başka ülkede olağan sayılmayacak sandık usulsüzlükleri ihtimallerine karşı önlem almış durumda.
Buna rağmen bütün bu ihtimaller elbette değerlendiriliyor. Gelen bilgiler, “Sokakta kutlama yapılmasın” uyarısında bulunan Kılıçdaroğlu’nun da diğer muhalefet liderlerinin de aynı kanıyı taşıdıklarını gösteriyor. Seçimin normal seyrinde yürütülmesi için öncelikle kendilerinin olağan biçimde çalışmaları gerektiği görüşünü taşıyor liderler.
Bütün liderler diğer seçim akşamlarındaki gibi gelişmeleri izleyecek ve sükûnet içinde hareket edilmesi için çaba gösterecek. Otobüslere taş atılması, garip protestolara karşı hoşgörü ile hareket edilmesi de bunun göstergesi.
Gerisi yetkili kurumlara kalıyor.
Ve tam da bu durumda İçişleri Bakanı’nın seçim döneminde neden bağımsız olması gerektiği de daha iyi anlaşılıyor.
Ancak bu ülkenin emniyetinden sorumlu kurumların hiçbiri AKP’ye bağlı değil. Anayasaya, yasaya uygun çalışmaları, kanunsuz emirlere uymamaları ve hatta seçim öncesinde ülkeyi rahatlatmaları gerekiyor.
Gazetecilere de bu süreçte önemli görevler düştü, düşüyor. Öncelikle onların da ellerine gelen somut bilgileri aktarmak dışında kaos senaryolarına bel bağlamamaları, bu konuda durmadan el yükselterek ilgi çekmeye çalışmamaları mühim.
Türkiye, kaosa, kaos senaryolarına, provokasyonlara doygun bir ülke. Bütün dünyaya yetecek kadar komplo teorisi de bugüne kadar zaten ortaya atıldı. Gazetecilerin üzerine düşen, olanı aktarmak ve seçimin normal seyrinde gitmesi için elinden geleni yapmak. Çağrıda bulunmak, itiraz etmek, anormal olanı sergilemek.
Tam da bu noktada “gazeteciler” eliyle yürütülen bir tartışma mühim.
Taraflardan birinin yüzde 50,2 ile kazanması durumunda ortalığın karışacağı senaryosu…
Bir kere hakikati konuşmak gerekiyor.
Bu senaryodaki “kim kazanırsa kazansın” kısmı yanlış.
Cumhurbaşkanı Erdoğan‘ın seçimi 50,01 ile kazanması durumunda, itirazların bile beklenmeden şenlikler düzenleneceğine, bu sonuç üzerinden meşruiyet oluşturulacağına kuşku yok. Muhalefetin ortalığı karıştırma niyeti olmadığı da açık.
Tersi durumda kaos yaşanacağını söylemek de buna ilişkin niyetleri beslemeye yarıyor sadece.
Yüzde 50’yi geçen seçimi kazanıyor ve bu anayasal hükmü tanımayan kişi suç işlemiş olacak. Herhangi bir suçtan söz etmiyoruz. Anayasal düzeni bozma suçu sözü edilen. Herkesin de adımlarını bunun bilincinde olarak atması gerekiyor.
Yüksek Seçim Kurulu, seçimin düzenlenmesi ve denetlenmesi konusunda yetkili tek organ. Kararlarına itiraz etmek mümkün değil. Söylediklerinin yerine getirilmesi zorunlu.
Ancak YSK, Türkiye’nin nasıl bir ortamdan geçtiğini görmüyor gibi.
Bırakalım diğer başlıkları, TRT ekranlarında liderlere eşit yer verilmesi kuralına uyulmaması bile görmezden geliniyor.
Görmezden geldiklerinin listesi uzun.
AKP mitinginde on binlerce kişinin önünde CHP’ye ait olmayan görüntüler paylaşılıyor. Açıkça sahte olduğu belirtilen bu görüntüler meydana izletilirken, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nun terörist olduğunu söylüyor.
Millet ittifakının bayrakları sökülüp atılıyor, sahte broşürler dağıtılıyor.
Taşlı saldırılar, belediyelerin çıkarttığı engeller, televizyonların bu yalanları haber diye sunması…
YSK gibi RTÜK de sessiz.
Ne suç duyurusu var ne yaptırım ne uyarı…
Bütün seçim kampanyasını “terör” söylemi üzerine kuran iktidar, malzeme olmayınca malzeme oluşturmayı alışkanlığa çevirdi ve buna karşı harekete geçen tek bir yetkili yok.
YSK, İçişleri Bakanlığı’nın seçim sonuçlarını GAMER adı verilen merkezde toplamak için yaptığı başvuruyu reddetti.
Görevi ve yetkisi olmayan bir bakanlık neden böyle bir sistem geliştirir ve neden seçim sonuçlarını toplamak ister, bilinmiyor…
YSK’ya yaptıkları başvuruda bu talebin gerekçesi açıklanmıyor.
Gelen bilgiler, YSK bu talebi reddetmiş olsa da İçişleri Bakanlığı’nın seçim sonuçlarını oluşturduğu sisteme yükleme kararlılığında olduğu yönünde.
Öncelikle kaymakamlıklara güvendikleri belli sayıda personeli seçim günü çalıştırmaları talimatı verdikleri ancak daha sonra bundan vazgeçerek kolluk güçleri aracılığıyla sonuçları toplamayı kararlaştırdıkları iddia ediliyor.
Jandarmanın ve polis okullarda zaten görevli. YSK kararına rağmen okullardan tutanak görüntülerini alarak bakanlığın sistemi için gönderip göndermeyecekleri belirsiz.
YSK’nın kararı, bakanlığa seçim sonuçlarının verilmeyeceği yönünde. Bakanlığın bu kararı, “sonuçların toplanmasına engel değil” diye yorumlaması mümkün.
Ancak bakanlığın niyeti ne?
YSK’dan önce sonuçları öğrenerek ne elde etmek istiyor?
Seçimin güvenliğinden sorumlu olan ve seçim günü YSK’nın talimatlarını uygulaması gereken polis ve jandarmanın bu tür bir faaliyet yürütmesi de suç.
Sonuçları kimlerin alabileceği, kimlerin işleyebileceği belli.
Bakanlığın böyle bir görevi yok. Bir sivil toplum kuruluşundan da bahsetmiyoruz.
Kaos senaryolarını beslemeye gerek yok ancak diğer yandan herkesin yasalara uygun davranmasının zorunlu olduğunu da anımsatmak gerekiyor.
Javier Cercas, gerçek ile kurguyu birleştirerek, yeni bir kurgusal gerçeklik inşa eden, romanın sınırlarını genişleten, zorlayan bir yazar. Çok ses getiren kitabı Salamina Askerleri’nden itibaren bu tekniği neredeyse her romanında kullandı.
Everest Yayınları’ndan geçtiğimiz yıl çıkan son kitabı “Bir Anın Anatomisi” önceki kitaplarından biraz daha farklı. Yine gerçek bir olayın peşine düşüyor ancak bu eserini “roman” olarak tanıtılsa da roman olarak nitelendirmek çok da mümkün değil. Cercas, bu kitabında araştırmacı ve siyaset bilimci kimliğiyle kazı yapıyor. Kurguya başvurmadan, neden-sonuç ilişkilerini tartışıyor ve bizi bugüne taşıyor.
23 Şubat 1981’de, Franco‘nun ölümünden 6 sene sonra, 40 yıllık bir diktatörlüğün ardından İspanyol demokrasisinin ikinci başkanı seçilirken yaşanan bir gelişmeye odaklanıyor. Askerlerin, darbecilerin, Frankocuların darbe yapmak amacıyla Temsilciler Meclisi’ne girdikleri ve ateş ederek tüm milletvekillerine yere yatmalarını emrettikleri bu anın öncesini, sonrasını tartışıyor Cercas. Tüm milletvekilleri yere yatarken hükümet liderinin, Komünist Parti’nin genel sekreterinin ve bir ordu komutanının emre uymamasının, darbeye “hayır” demelerinin hikayesini anlatıyor. Bu ortamın nasıl beslendiğini ve sonrasında yaşananların nedenlerini, iki yüzlü siyasetçi ve bürokratları da deşifre ederek aktarıyor. Siyasetle ilgilenenler açısından önemli bir hafıza çalışmasını akıl yürütmeler ve akademik perspektifle besliyor. En kritik anda alınan kararların önemini kavramak açısından da çok özel bir çalışma…
Kaynak: T24
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.