Kılıçdaroğlu’nu “radikalleştiren” felaketin ortasında gelişen siyasal mücadeleydi. Kılıçdaroğlu daha önce Gezi’de olduğu gibi, gelişen toplumsal seferberliği dikkate almak, ona uyum gösterip ona uyarlı bir siyasi hat tutmak seçeneğiyle karşı karşıya kaldı
6 Şubat sabahı partisinin genel merkezine girerken gazetecilerin sorularını yanıtlayan Meral Akşener, “Bugün devletimizin sesini duyma günümüz, bugün hepimizin susma günü” diye konuşmuştu. Aslında depremin hemen ardından CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu Akşener’den çok farklı bir tutum almamıştı. Kılıçdaroğlu, deprem günü düzenlediği basın toplantısında birlik ve beraberlik çağrısında bulunuyor, “gün hepimizin ortak çalışma ve ortak mücadele etme günüdür” diyordu: “Türkiye’nin seferber olması lazım. Seferberiz aslında beraber çalışıyor emek harcıyoruz yaralarımızı sarmaya çalışıyoruz.”
Daha sonra deprem bölgesine giden Kılıçdaroğlu, 7 Şubat’ı 8’e bağlayan gece, sosyal medya hesabından 4 dakika 37 saniyelik bir video paylaşır. Kılıçdaroğlu, “insanlarımızın halini gördükçe öfkem artıyor. Birileri bu ülkenin kaynaklarının nereye harcandığının hesabını vermek zorundadır. Onun için birilerinin felaketi yumuşatma çabalarına destek vermeyi asla düşünmüyorum” sözleriyle hükümeti sert sözlerle eleştirir. Dahası, “halkımızın halini yerinde gördüm. Yaşananlara siyaset üstü bakmayı, iktidarla hizalanmayı reddediyorum. Bu çöküş tam da sistematik rant siyasetinin sonucudur. Erdoğan’la, sarayıyla ve rant çeteleriyle hiçbir zeminde buluşmayacağım. Ben halkımın kavgasını vereceğim” diyerek depremi “siyaset üstü bir afet” olarak tanımlayan devletlu anlatıyı karşısına alır.
Kılıçdaroğlu’nun bu açıklaması ve sonrasında da iktidarın felaketteki sorumluluğunu teşhire dönük sert tutumu, Millet İttifakı’nda oluşan yarığın elbette sebebi değil. Ancak Kılıçdaroğlu’nun depremden yaklaşık 48 saat sonra ortaya koyduğu sert ve hesaplaşmayı öne çıkaran, “rant siyasetini” hedefe koyan duruşun İyi Parti’nin Kılıçdaroğlu adaylığına karşı zaten bilinen itirazını daha keskin bir biçimde sergilemeye iten belirleyici bir neden olduğu pekâlâ söylenebilir.
Peki ne olmuştu da Kılıçdaroğlu afet karşısında oluşması devlet adabı muaşeretinden addedilen tutumdan kendisini böyle net bir biçimde ayırabilmişti? 6 Şubat gününden itibaren beklenmedik bir süratle gelişen toplumsal dayanışma ve karşılıklı yardımlaşma dalgası aslında daha felaketin birinci gününde siyasal iktidarın felaketteki sorumluluğunu teşhir işlevi gören bir seferberliğe dönüşmüş, deprem konusunda iktidar lehine işleyecek siyasetler üstü bir uzlaşı havasının oluşmasına set çekmişti. Binlerce insan enkaz altında ölüm kalım mücadelesi verirken sosyal medyaya erişim kısıtlanması getirilmesi ya da Erdoğan’ın “deftere not ediyoruz” şeklinde tehditkâr bir üslubu benimsemesi, iktidarın felaketin ilk günlerinden itibaren bu dalganın yarattığı tehdidin farkında olduğunu ortaya koyuyor.
“Ahbap” gibi aslında iktidarın rahatlıkla kendi resmi yardım aparatına dahil edebileceği bir mecranın bile tedirginlik yaratması, ilk günlerden itibaren aşağıdan yardım ve dayanışma girişimlerinin engellenmeye çalışılması hep bu tehdit algısının eseri sayılmalı. Erdoğan deprem bölgesinde OHAL ilanını açıklarken “devlete fitne gruplarına müdahale imkânı verilecek” demesi, aşağıdan gelişen dayanışma seferberliğinin bastırılmasının iktidarın “afet yönetiminin” önceliklerinden biri olduğunun bir itirafıydı. Birgün gazetesinden İsmail Arı’nın haberine göre Emniyetin daha depremin dördüncü gününde, yani enkaz altındakilere ulaşmak için vinç bulunamazken 50 bin kutu 100 mililitrelik biber gazı alımı için ihale ilanı yayımlaması, iktidarın önceliğinin ne olduğunu ortaya koyuyor. Afet yönetiminin hızla güvenlikleştirilmesi ve toplumsal dayanışmanın denetim altına alınması, onun daha politik ve radikal sektörlerinin de zorla bastırılması iktidar için temel önemde.
İktidar karşısında gelişen öfkenin adı konmamış fiili bir toplumsal dayanışma hareketine dönüşmesi, onun hareket alanını daraltmış, iktidarı savunmada kalmaya zorladı. Böylece fiilen felaketin bağrında bir siyasal mücadele şekillendi. Bir tarafta felaketteki sorumluluğunu örtmeye ve dahası felaketi yeni bir mülksüzleştirme ve el koyma yoluyla birikim vesilesi kılmaya çalışan iktidar. Diğer yandaysa hızla yaygınlaşan ve istese de istemese de iktidarın felaketin asli faili olduğunu teşhir eden, iktidarın felaket sonrasına dair planlarına set çekebilecek toplumsal seferberlik. Kılıçdaroğlu’nu “radikalleştiren” felaketin ortasında gelişen bu siyasal mücadeleydi. Kılıçdaroğlu daha önce Gezi’de de olduğu gibi, gelişen toplumsal teyakkuzu dikkate almak, ona uyum göstermek, ona uyarlı bir siyasal hat belirlemek seçeneğiyle karşı karşıya kaldı. Dolayısıyla mesele Kılıçdaroğlu’nun “sağlam durmasından” çok onun adı konmamış, fiili bir toplumsal seferberliğe uyum sağlamak ihtiyacını hissetmesiydi. Millet ittifakı bağrında yaşanan yarılma, bu “uyarlanmanın” elbette tek başına yaratmadığı ama büyük ihtimalle tetiklediği bir artçı şok sayılmalı.
Deprem sonrasında gelişen toplumsal dayanışma hareketi ülkenin siyasal atmosferinde keskin bir dönüşüme yol açtı. Bu dönüşümün etkisi büyük siyaset sahnesine de ister istemez sirayet etti. “Deprem komünizminin” açığa çıkardığı enerji, bir önceki dönemin siyasal apati ve ataletini önemli oranda dağıttı. Dolayısıyla bu toplumsal seferberliğin oluşmasında boyunu aşan bir rol oynayan solun ve toplumsal muhalefetin tüm renklerinin “tarihsel sorumluluğu”, bu fiili hareketin etkisiyle görece “radikalleşmiş” Kılıçdaroğlu’nu takip etmekten ibaret olmamalı. Aksine “tarihsel sorumluluğumuz”, daha şimdiden sarsıcı bir etki yaratmış, büyük siyaset sahnesinde daha önceden öngörülmesi zor kırılmaları tetiklemiş bu fiili hareketin daha da gelişmesi, iktidarın ancak “felaket kapitalizmi” olarak tanımlanabilecek “yeniden inşa” programının önünde durabilecek yeni formlar alması için çalışmak olmalı. Aksi takdirde hiç beklemediğimiz bir hızla eski normale dönmek pekâlâ mümkün.
Kaynak: Tumblr
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.