Sistem can kurtarmak, yıkılan hayatlara tutunacak dal sunmak yerine asıl olarak bu dinamiklerin bir toplumsal patlamayı tetiklememesi için uğraşıyor. OHAL’i bu olasılıklara karşı ilan etti. Yerlerde sürünen otoritesini baskı ve zorbalıkla tesis etmeyi temel politika haline getirmiş durumda
Günlerdir sistematik bir çalışma yürütülüyor. “Yağmacı” olduğu iddia edilen insanlar, asker-polis ya da askeri kamuflaj giymiş ama ayaklarındaki spor ayakkabılarından bile asker olmadıkları anlaşılan, kim olduklarıysa bilinmeyen kişiler tarafından işkenceye maruz bırakılıyor. Bu işkence, sokak ortasında estirilen bu terör, kameralara kaydedilip sosyal medya üzerinden servis ediliyor. Yağmacılıkla itham edilen kişiler hakkında çoğu zaman mülteci oldukları vurgusu yapılıyor. Bazen bu, “vatan haini” olarak kodlanıyor. İşkence yapanlar tarihsel gericilik birikimini kaşıyacak diskurlar çekiyorlar.
Bu sistematik terör estirilirken, şimdilerde deprem bölgesinde arz-ı endam eden Erdoğan, her konuşmasında OHAL’i “yağmacılar” ve “huzuru bozacak fitne yuvalarını” kontrol etmek için ilan ettiklerini vurguluyor. O, açıktan mültecileri hedef göstermiyor, kendisi adına görevlendirilmiş polis-asker ve ne idüğü belirsiz güruhlar bunu fazlasıyla yaptıkları için ellerini kirletmiyor.
Faşist-kafatasçı Ümit Özdağ ve çetesiyse zaten işbaşında. İktidarın bu kirli-karanlık işlerini devleti koruma refleksiyle onlar fazlasıyla görüyor. O kadar ileri gidiyor ki, Özdağ denilen bu ucube, deprem alanından yapılan canlı yayınları bile “hırsız Suriyeli” bulma refleksiyle izliyor. Sonra da izlediği canlı yayında Suriyeli olduğunu iddia ettiği kişinin yanındaki itfaiye erinin telefonunu çaldığını göstermeye kalkışıyor kamuoyuna. Bu dedektifliği elinde patlıyor tabi. Açığa çıkıyor ki iddia ettiği kişi Suriyeli değil, kurtarma çalışmalarına katılan bir vaiz, çaldığını iddia ettiği telefon da kendi telefonu! Bu kadar bayağı bir ırkçılık, bu kadar gözü dönmüş bir kışkırtıcılık!
Deprem bölgesinin toplumsal haritasıyla birlikte düşündüğümüzde yapılıp edilen bu kirli işlerin yaratacağı sonuçları düşünmek bile insanı ürpertiyor. Bu bölgede Kürt-Alevi-mülteci-Arap nüfus yoğunluğu var. Neoliberal politikalar, savaş ve işgal siyasetiyle büyük bir ekonomik yıkım ve proleterleşme dalgasının yaşandığı bir bölge. Yoksulluğun kol gezdiği, ulusal-etnik çelişkilerle bu gerçeğin iç içe geçtiği, önemli bir bölümünün Alevi-Kürt ve sol kimliğiyle devlet nezdinde düşman ilan edildiği her açıdan toplumsal fay hatlarıyla döşenmiş. Tarikatlar, cemaatler, radikal cihatçılar… ne ararsanız var.
Halkın hayata tutunduğu son dallarının da depremle birlikte kırılıp gittiği bölgenin sistemi en çok korkutan özelliğiyse Kürt-Alevi-tarihsel olarak sol olmasıdır. Maraş Katliamı, Antep ve Malatya katliam girişimlerinin bu coğrafyada yaşandığını unutmamak gerekir.
Burjuva devletin, 10 ili, milyonlarca insanı etkileyen depremin yarattığı devasa yıkımın altından kalkması bu ekonomik kriz koşullarında oldukça zor. Nitekim bunca büyük yıkım için devlet bütçesinden sadece 100 milyar lira aktarılacağının söylenmesi, toplanan yardımlara göz dikilmesi, her fırsatta ve her yerde “yardım” çağrısı yapılması bile tablonun kavranması için yeterlidir. Depremden canlarını kurtaranların, önümüzdeki günlerde-aylarda-yıllarda nasıl bir dramla karşılaşacağı açıktır.
Bunlar işin bir yanıyken, diğer yanı da depremle birlikte sistemin vampir suretinin çıplaklaşmasıdır. Bu hem kentlerin imar planları hem beton patronlarına sağlanan kolaylıkların-teşvik ve denetimsizliklerin yıkımın boyutlarını katlamış olması hem de devletin depremden sonra ortalıkta görünmemesi, insanları kaderine terk etmesi, enkaz altındakilerin ölmesini adeta beklemesi açısından böyledir.
Her iki dinamik de büyük toplumsal patlamaları tetikleyecek dinamiklerdir.
Sistem can kurtarmak, yıkılan hayatlara tutunacak dal sunmak yerine asıl olarak bu dinamiklerin bir toplumsal patlamayı tetiklememesi için uğraşıyor. OHAL’i bu olasılıklara karşı ilan etti. Yerlerde sürünen otoritesini baskı ve zorbalıkla tesis etmeyi temel politika haline getirmiş durumda.
Diğer aracı da tepki ve öfkenin mültecilere, sistemin hedefe çakacağı devrimci-yurtsever-demokrat güçlere, ilerici-direnişçi sendikalara yönelmesi için sistematik bir kontra çalışmasıdır.
Deprem karşısında “organize olamayan” devlet, bu konuda polisleri, askerleri ve paramiliter aparatlarıyla hızla organize oldu. Daha o organize olmadan paramiliter aparatları görev çıkararak mültecileri hedefe çakan sistematik bir faaliyete başladı.
Bu yaklaşım dün itibariyle daha net bir ifade kazandı. Yardım araçlarının önünü kestiği söylenen yağmacılar, askerle çatışmaya giren kimliği belirsiz kişiler, hırsızlık yaparken yakalandıkları iddia edilen ve alenen işkence yapılan insanlar … ardı ardına videolar yağmaya başladı. Deprem bölgesindeki halk başta olmak üzere tüm bir dikkatin buraya çekilmek istendiği ısrarlı video paylaşımlarıyla alenen hissettirildi. Bu bir şok siyasetiydi.
Sosyal medyada estirilen ve toplam bir korku-kaygı havası yaratılmak istendiğini gösteren bu tek merkezli çalışmayla deprem ve sonrasında yaşanacak toplumsal tepki, mültecilere ve sistemin düşman olarak hedefe çakacaklarına yönelsin istendi.
Rejimin deprem bölgelerinde de hakim kılmaya çalıştığı insanlık dışı bu hedef saptırma siyasetinin teşhir edilmesi kadar, alternatif toplumsal örgütlenmelerin yaratılması, bu kirli siyasetin asıl olarak buralardan etkisizleştirilmesi kaçınılmazdır. Bedeli ne olursa olsun! Aksi, gerici bir boğazlaşma, halklar arasında daha derinleşmiş düşmanlıklar ve faşist devletin bu kirli-kanlı saltanatını sürdürme özgürlüğü demektir.
Kaynak: Alınteri
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.