erkeklik, biyolojik özellikler sebebiyle doğrudan (ya da doğuştan) sunulan değil, bir oğlan çocuğun yaşadığı kültür içinde aşama aşama edinmesi beklenen bir iktidar ve beraberinde gelen ayrıcalıklara ulaşmak adına tekrarlanan performanslar olarak temellendirilir
Eleştirel erkeklik çalışmalarının odaklandığı temel konulardan biri (sözde) “erkeklik krizi” kavramıdır. Erkekliği, bir kişilik özelliği, bir kalıp yargı özelliği veya bir grup aidiyeti olarak tartışmak yerine tarihsel ve bağlamsal olarak farklılık gösteren, kendini erkek olarak tanımlayan veya zorunlu erkeklik deneyimi yaşayan (örn. trans kadınlar) bireylerin deneyimlediği değişken bir performanslar bütünü olarak tartışmak, erkekliğin neden krize giren bir “şey” olduğunu anlamayı temellendirir (Connell, 2005; Pleck, 2017).
Krizin temelinde egemen erkeklik ideolojisi normları olduğu söylenebilir. Egemen erkeklik ideolojileri bir erkeğin nasıl olması/olmaması veya nasıl davranması/davranmaması gerektiğine dair kalın çizgiler çizer. Bu ideolojilerin içine kalıp yargılar, normlar, roller ve ilişkiler dahil edilir. Her ne kadar kültürlere göre farklı göstergeleri olsa da egemen erkeklik ideolojisi bir erkeğin aile reisi, sert ve güçlü, gerektiğinde saldırgan, koruyucu-kollayıcı, otorite sahibi, karar verici, duygusallıktan uzak, kendine güvenen, cinselliği talep eden, risk alan biri olması gerektiğine dair gerekli tüm normları toplumun farklı kurumlarında köklü bir biçimde uygular (Connell, 2005; Sancar ve Bilgin-Göç, 2021; Thompson ve Bennet, 2015). Toplumsal ilişkiler içinde bu roller ve normları karşılamaya yönelik sosyalleşen erkekler, çocukluktan yetişkinliğe giden süreçte iktidar kurmayı ve ayrıcalık edinmeyi öğrenirler (Miedzian, 1991). Dolayısıyla erkeklik, biyolojik özellikler sebebiyle doğrudan (ya da doğuştan) sunulan değil, bir oğlan çocuğun yaşadığı kültür içinde aşama aşama edinmesi beklenen bir iktidar ve beraberinde gelen ayrıcalıklara ulaşmak adına tekrarlanan performanslar olarak temellendirilir.
Gerek farklı toplumlar gerek Türkiye toplumu, erkekliği (kadınlığa kıyasla) daha zor kazanılan, dolayısıyla kaybedilme riski olan ve sürekli ispat gerektiren bir toplumsal statü olarak görmektedir (Bosson ve ark., 2021). Bu durum, kırılgan erkeklik (precarious manhood) olarak kavramsallaştırılmakta ve tehdit sonrasında kırılan erkeklik temelinin, egemen erkeklik ideolojisinin sunduğu imkânlarla nasıl yeniden inşa edildiğini açıklamaktadır (Vandello ve ark., 2008). Örneğin, bir erkeğin işsiz kalması, kadınsı görülmesi, “gerektiğinde” kadınları ve ailesini koruyup kollayamaması, erkekliği tehdit eden toplumsal durumlar olarak görülmekte; “zor kazanılan” erkeklik krize girmektedir (Munsch ve Gruys, 2018).
Tarihsel olarak devamlılığını, varsayılan ve olması gereken bir otorite olarak sürdüren erkeklik, tanımında da saklı olduğu üzere onu tehdit eden, riske atan bir durum olmadıkça görünmezliğini korur (Hearn, 1999; Munsch ve Gruys, 2018). Dolayısıyla erkeklik krizi, istikrarını yitiren ve çoğu zaman görünmez olan ayrıcalık ve otoritenin kırılması ve tehlikeye düşmesi ile görünür olur. Bu anlamda “erkeklik krizi”nin erkekliğin (yeniden) inşasını mümkün kılan en temel mekanizma olduğu söylenebilir. Bu mekanizma ise elbette toplumların içinden geçtiği ekonomik, sosyal, hukuksal, siyasal sistemlerden bağımsız değildir. Egemen erkeklik ideolojisi ekonomik ve toplumsal sistemlerin devamı için gerekli normları karşılamayı gerektirdiğinden (örn. aile reisi olmak, güçlü ve dayanıklı olmak, eli ekmek tutmak, duygusal olmamak vb.), bu sistemlerin yaşadığı krizler ve kırılmalar erkeklik krizlerini de doğurur. Bu kriz sonuçlarından şiddet örneğine bakılırsa, işini kaybeden ve dolayısıyla toplumsal konumunu da başkalarının gözünde kaybeden erkekliğin kadınlara ve LGBT+lara yönelik şiddeti erkekliği yeniden kazanmak için bir araç olarak kullandığı görülür (bkz. Sakallı ve Türkoğlu, 2019).
Görüldüğü gibi erkeklik krizi, aslında erkeklik inşasının yapı taşlarından biridir. Sonradan ortaya çıkan ve beklenmedik bir durumu tasvir etmez. Erkeklik, kriz ve tehdit üzerinden kendini sürekli yeniden inşa eder ve doğrular. Ancak, erkekliklerde görülen bu “kriz” modern toplumların gelişimi, kadın hareketlerinin başarısı, kadınların erkek egemen ekonomik sistemlerde varlığının ve gücünü artırması, LGBT+ ların daha görünür olması ve hak mücadelelerinin tanınması, fiziksel iş gücüne dayalı ekonomik sistemlerin yerini bilgisayar ve makine temelli işleyişe bırakması, eğitim politikalarında ve sosyal politikalardaki gelişmelerle birlikte daha görünür oldu. Dünya ve sistemler değişip geliştikçe erkek ayrıcalıkları yerini, ayrıcalıkları kaybetme kaygısına doğru bıraktı. Bu şekilde daha derinden “kırılan” erkek egemenliği krizi de farklı toplumlarda gitgide kendini gösteren toplumsal cinsiyet karşıtlığı ve otoriterlik olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yine de erkekliklerdeki bu değişim ve kaybetme korkusu (sözde) erkeklik krizi ile karıştırılmamalıdır (Hearn, 1999). Aksi takdirde erkeklik krizi, problemli süreçler bittiğinde sonlanabilecek, tedavisi olan bir durum olarak anlaşılma riskini taşır. Bunun yerine, krizi erkekliği inşa eden yapı taşı olarak görmek ve erkekliklerin dönüşümüne dair algıları ve çalışmaları bu dinamiği gözeterek planlamak gerekir.
Kaynaklar
Kaynak: Feminist Bellek
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.