Bartın’daki maden faciasına dair bölgede yaptığı incelemeler sonucunda hazırladığı raporu yayımlayan TTB, “Önlenebilir ölümler göz göre göre gelmiştir. Bu yönüyle Amasra’da gerçekleşen patlama bir kaza olarak değerlendirilemez. Bu olay bizlerin gözünde tarihe ‘işçi cinayetleri’ olarak geçmiştir” dedi.
Bartın’ın Amasra ilçesinde, Türkiye Taşkömürü Kurumu Amasra Müessese Müdürlüğü’ndeki maden ocağında “grizu patlaması” sonucu 41 işçi yaşamını yitirmişti.
Türk Tabipleri Birliği, patlamaya ilişkin bölgede yaptığı incelemeler sonucunda hazırladığı raporu yayımladı.
Grizu patlamasının gerçekleşmesi için ortamda kritik konsantrasyona ulaşmış metan ve yeterli miktarda oksijenin bulunması gerektiği belirtilen raporda “Yönetmeliğe göre metan gazı seviyesinin yüzde 1’e ulaşmasının ardından buna dair önlemler hızla başlatılır ve birçok çalışma durdurulur, yüzde 1,5’a ulaşmasının ardından madende çalışmanın tamamen durdurulması adına elektrikler otomatik olarak kesilmesi ve bu seviyenin ardından tahliyeye başlanması gerektiği belirtilmektedir. Fakat daha önceki maden patlamalarından bildiğimiz şekliyle ülkemiz madenlerinde bu kuralın tam olarak uygulanmadığı sır olmayan bir gerçektir” ifadelerine yer verildi.
İşçi sağlığı ve güvenliğinin bir sağlık sorunu olmanın ötesinde, sistem ve sınıf sorunu olduğunu belirten TTB, “Başta madenler olmak üzere, işçi sağlığı ve güvenliğinin gerçek anlamda hayata geçirilmesi için mücadele etmeye devam edeceğiz” ifadelerini kullandı.
TTB, sürece dair soruşturmanın şeffaf ve kamuya açık bir şekilde yürütülmesi gerektiğini vurgulayarak, “Kamuoyunun Sayıştay raporlarıyla gördüğüne paralele olarak izlenimlerimiz de göstermiştir ki, önlenebilir ölümler göz göre göre gelmiştir. Bu yönüyle Amasra’da gerçekleşen patlama bir kaza olarak değerlendirilemez. Bu olay bizlerin gözünde tarihe ‘işçi cinayetleri’ olarak geçmiştir” dedi.
Raporda patlamaya ilişkin şu tespitlere yer verildi:
1988 yılında aynı madende bugünküne göre daha küçük çaplı olarak gelişen bir patlama sonucu beş işçi ve 2012 yılında patlama dışı bir gerekçeden kaynaklı bir işçi vefat etmiştir. Bunun dışında madende herhangi bir ölümlü olayın olmadığı ifade edilmektedir. Ancak maden tarihine işçi sağlığı perspektifinden bakıldığında, en büyüğü tam kol ampütasyonu olmak üzere, çeşitli organ hasarlarıyla sonuçlanan travmatik yaralanmalar bildirilmiştir.
Mevcut çalışma düzeninde işçiler günde sekizer saatlik üç vardiya halinde çalışmakta, haftalık mesai cuma gece 00.00’da bitmekte ve pazartesi sabah 08.00’da tekrar başlamaktadır. İşçiler büyük oranda iş tertibi usulüyle çalışmaktadır. Yani vardiya başlangıcında işler tanımlanmakta, işini bitiren gruplar ardından yer altını terk etmektedir. Vardiya süresi içinde verilen aralarda işçiler yer altında kalmakta, mola için yer üstüne çıkmamaktadırlar.
Yemek, yol gibi işe dair rutinler işçilerin kendi imkanlarıyla yerine getirilmektedir. Madenin son dönem işleyişinde ise, geçtiğimiz yaz aylarından beri yeni galeri açılmasına dair bir çalışmanın mevcut olduğu öğrenilmiştir. Kendi başına patlama riskini arttıran bir faktör olarak bu durumun önemi heyetimizce not edilmiştir. Aynı zamanda bu dönemden beri çıkarılan kömür miktarında önemli bir azalmanın olduğu ve işçi sayısı yetersizliğinin mevcut çalışanlar arasında önemli bir gündem olduğu da heyetimize ifade edilmiştir.
Patlama bilindiği gibi 14 Ekim Cuma günü saat 18.00’ı takip eden dakikalarda gerçekleşmiştir. Öncesinde çeşitli spekülasyonlar yapılmış olmakla birlikte sonrasında kesin olarak olayın bir grizu patlaması olduğu anlaşılmıştır. Grizu patlamasının gerçekleşmesi için ortamda kritik konsantrasyona ulaşmış metan ve yeterli miktarda oksijenin bulunması gerekmektedir. Bu nedenle metan gazı seviyeleri madenlerde karbondioksit, karbonmonoksit, oksijen gibi gazlarla birlikte sürekli olarak takip altındadır. Yönetmeliğe göre seviyenin yüzde yüzde 1’e ulaşmasının ardından buna dair önlemler hızla başlatılır ve birçok çalışma durdurulur, yüzde 1,5’a ulaşmasının ardından madende çalışmanın tamamen durdurulması adına elektrikler otomatik olarak kesilmesi ve bu seviyenin ardından tahliyeye başlanması gerektiği belirtilmektedir. Fakat daha önceki maden patlamalarından bildiğimiz şekliyle ülkemiz madenlerinde bu kuralın tam olarak uygulanmadığı sır olmayan bir gerçektir.
Patlama anında metan gazı seviyesine dair kamuoyunda çeşitli söylentilere rastlanmaktadır. Kuşkusuz, her toplumsal olayda olduğu gibi burada da soruşturmayı şeffaf yürütmeyen yetkililer bu karışıklığa sebep olmaktadır. Heyetimiz de patlama anındaki metan düzeyine dair bilgilere ulaşmıştır. Bilgi kirliliğine katkı sağlamamak adına bu ön değerlendirme raporunda yüzde belirtilmemiştir. Zira patlamanın ani gaz degajı gerekçesiyle gerçekleşmiş olma olasılığı üzerinde de durulmaktadır. Bu da anlık metan gazı ölçümlerinin değerlendirme yapmak adına yanıltıcı olabileceğini göstermektedir. Detaylı ve doğru bilgilerin şeffaf bir şekilde kamuoyu ile paylaşılıp paylaşılmayacağına göre TTB bu konuya dair daha sonra açıklamalarını yapacaktır.
Patlama sonrasında tahlisiye ekipleri, maden işçileri, kurum sağlık çalışanları ve olay yerine gelen acil sağlık hizmetleri emekçilerinin yoğun bir çaba gösterdiği heyetimizce görülmüştür. Fakat bu tür acil durumlar için emekçilerin iyi niyetinin ötesinde önceden hazırlanmış, doğru prova edilmiş kurtarma planlarının uygulanması yöneticilerin sorumluluğundadır.
Yerelde görüşülen sağlık emekçilerinden alınan bilgilere göre can kayıpları ve ağır yaralılar grizu patlamalarında olageldiği üzere üç ayrı gruba ayrılmaktadır. Patlama sonrası açığa çıkan karbonmonoksit zehirlenmesi ile hayatını kaybeden işçiler madenden en erken çıkarılanlar olmuşlardır. Ardından yanık sonucu hayatını kaybedenler ve travma sonucu hayatını kaybeden işçilere ulaşılmıştır.
Yanık üniteleri ve hiperbarik oksijen tedavisine patlama sonrası önemli ölçüde ihtiyaç duyulduğu anlaşılmıştır. Bu üniteler önemli ölçüde teknik donanım ve deneyimli personel ve oturmuş kurumsal disiplin gerektirmektedir. Dolayısıyla her sağlık biriminde bulunmaları doğru değildir. Bununla beraber transport zincirlerinin güçlendirilmiş ve inisiyatif sahibi yerel sağlık birimleri ile güçlü bir bağlantı halinde organize edilmesi gerekmektedir.
Sendika.Org