Sarı sendikacılığın sağlık alanında yaşanan kan kaybını durdurmak isteyen iktidar, meslek sendikacılığı kartını oynamaktadır demek abartılı bir yorum olmayacaktır. İki yıllık pandemi sürecinde TTB ve SES’in randevu taleplerine cevap vermeyen Sağlık Bakanlığı’nın hekim sendikalarına ilgisi mücadele alanına bir müdahaledir
24 Ocak 1980 kararları ile başlayarak kurumsallaşan piyasa ekonomisi ve ardından yaşanan ekonomik ve siyasi kriz ile AKP’nin tek başına iktidar olmasıyla hızlanan sürecin sağlık alanında yansımalarını Sağlıkta Dönüşüm Programı ile tanımlayabiliriz. AKP iktidarı 2003 yılından itibaren uygulamaya koyduğu Sağlıkta Dönüşüm Programı ile sağlık hizmetlerinde neoliberal politikaların bayraktarlığını yaptı. Sermaye için bir kârlılık alanına dönüşen sağlık hizmetleri, artı değerin biriktirildiği ve sağlık emekçileri için emek sömürüsünün had safhaya ulaştığı bir alan haline geldi. Türkiye’de sendikalar, Türk Tabipler Birliği, meslek örgütleri aradan geçen 42 yıllık süreçte bu dönüşüm programına karşı alanlarda, işyerlerinde seslerini yükseltip bu yıkım programını engellemek için mücadelelerini sürdürdüler ve halen sürdürmeye devam etmekteler.
Pandemiyle beraber şehir hastaneleri üzerinden bir başarı hikayesi illüzyonu yaratmaya çalışan AKP iktidarının gizlemeye çalıştığı ölüm sayıları bile programın başarısızlığının bir göstergesi olarak değerlendirilmelidir. Nitelikli, ücretsiz, erişilebilir ve anadilinde sağlık hizmetinin değerlendirilmesi bir başka yazının konusu olabilir. Bu yazıda Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın sağlık emekçileri açısından bir değerlendirmesine göz atalım.
Büyük bir ekibin üyeleri olan sağlık emekçilerinin ortak iş üretme ve ortak mücadele etme kültürünü, üniversitede öğrenciliğimden beri deneyimlemekteyim. Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) ve Türk Diş Hekimleri Birliği’nde (TDB) örgütlü bir diş hekimi olarak, çalışma hayatında yaşanan dönüşümün emek sömürüsü olmaktan çıkıp bir emek yağmasına dönüştüğünü ifade edebilirim. Pandemi öncesinde de var olan sorunlar pandemi ile birlikte iyice gün yüzüne çıkmış durumda. Sağlıkta şiddet, emeğimizin değersizleştirilmesi, KHK’ler eliyle iş güvencesinin ortadan kalması, güvenlik soruşturmaları ile genç sağlık emekçilerin çalışma hayatına girişinin engellenmesi gibi sorunlar, ekonomik krizin derinleşmesiyle birlikte başka bir boyuta geçmiş durumda. Pandemi süresince bir dönem izin almaları ve istifa etmeleri yasaklanan sağlık emekçileri yasağın kalkması ve koşulların gitgide kötüleşmesiyle birlikte özellikle kamudaki görevlerinden ayrılmakta, koşulları uygun olan sağlık emekçileri başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkelerine göç etmekteler.
Sağlıkta kârlılığı önceleyen sermaye ve devlet aklı ise artan sağlık hizmeti talebini daha az emekçiyle karşılamayı hedeflemektedir. Var olan iş yükünü karşılamakta zorlanan ve tükenen sağlık emekçileri, her geçen gün yeni bir uygulama ile karşı karşıya bırakılmakta. MHRS randevularının 5 dakika arayla yapılması ise bunun en absürt örneğiydi.
Son 40 yıla bakıldığında Türk Tabipler Birliği (TTB), SES ve Devrimci Sağlık İşçilerie Sendikası (Dev Sağlık-İş) öncülüğünde sağlık emek ve meslek örgütlerinin kolektif yürüttüğü bir yığın kesintisiz eylemlilik görülecektir: Mitingler, yürüyüşler, grevler, kitlesel basın açıklamaları, nöbetler… Sağlık hizmetinin kolektif bir üretim olduğu bilinciyle ve ayrım, öncelik ya da hiyerarşi gözetmeksizin tüm sağlık emekçilerini eyleme katan ve bütünün haklarını talep eden çok çeşitli ve sürekliliği olan eylemleri görmek mümkün. Parçalanma ve geçici mesleki iyileştirmeler ile sonuç alınamadığı, hükümet ile diyalog ve iyi niyetli görüşmelerle bu sürecin aşılamadığı da deneyimlenmiştir. Bu tarihsellik bu dönem daha da kritiktir. Emek sömürüsünden emek yağmasına geçilen bu dönemde, artı değer üreten sistemden kurtulma mücadelesi ve emeğin haklarının en üst düzeyde savunulması kritik önemdedir. Sağlık emekçileri arası rekabet ve bireyselleşme en büyük tehdittir. Yandaş sarı sendikadan kopanlar ve yeni örgütlenenler için sağlık emek ve meslek örgütlerinin kolektif mücadelesinin en önemli bileşenleri olan TTB, SES ve Dev Sağlık-İş gerçek mücadele aktörleri olarak vazgeçilmezdir.
Sağlıkta dönüşüm programının getirdiği yıkıma karşı sağlık muhalefeti ise uzun zamanda çeşitli eylemlerle sürece yanıt olmaya çalışmakta. Öncülüğünü TTB ve SES’in yaptığı son dört ayda yapılan grevler, yürüyüşler bu alanda biriken öfkenin örgütlü bir tutuma dönüşmesini beraber getirdi. Geçmişte yapılan grevlerle kıyaslandığından en büyük fark ise tüm emekçilerin yeni sürece gösterdikleri ilgi. Sarı sendikalar ciddi üye kaybı yaşarken alanda yeni örgütlülükler ise mücadeleyi gündelik sürecin, başka bir ifadeyle günü kurtarma derdindeki kazanımların, bir parçasına dönüştürmüş durumda. Başta hekim sendikaları olmak üzere meslek sendikacılığı ise hastanelerde en çok konuşulan konuların başında geliyor. Sarı sendikacılığın sağlık alanında yaşanan kan kaybını durdurmak isteyen iktidar, meslek sendikacılığı kartını oynamaktadır demek abartılı bir yorum olmayacaktır. İki yıllık pandemi sürecinde TTB ve SES’in randevu taleplerine cevap vermeyen Sağlık Bakanlığı’nın hekim sendikalarına ilgisi mücadele alanına bir müdahaledir.
Taşeron, kadrolu, sözleşmeli, stajyer gibi ayrımlardan sonra sağlık emekçilerinin yardımcı sağlık personeli ve hekimler gibi suni bir ayrımı ise son derece tehlikeli bir noktaya ulaşmış durumda. Özellikle sosyal medya platformlarında karşılaştığımız söylemler ayrışmayı, ötekileştirmeyi tırmandırmakta. Çalışma koşullarımızda yaşanan geri gidişin sorumlularıyla hesaplaşmak yerine bir grubun haklarını almaya yönelik mücadele, alanda yaşadığımız sorunların çözümüne katkı sağlamaktan çok yeni sorunların ortaya çıkmasına sebep olacaktır. Sağlıkta Dönüşüm Programı ile proleterleşen hekimler uzunca bir süredir bu durumla başa çıkmakta zorlanmaktadır. 2008’de merkez kapitalist ülkelerde başlayıp perifer ülkeleri teğet geçen (!) ekonomik kriz, artık çoklu bir kriz halini almış durumdadır.
İşte bu çoklu krizin sağlık alanına yansımaların en sert hissedildiği bu dönemde meslek sendikacılığı tartışmalarına mücadele alanına yeni bir soluk değil, iktidarın yeni bir müdahalesi demek daha doğru olacaktır. Bu müdahaleye karşı ise geçmiş dönemdeki örgütlülüğümüzü aşan bir tarz tutturmak zorundayız. İşyerlerimizden başlayan ve tüm topluma yayılan meclis tipi örgütlenmelerle bu yıkıma karşı durabiliriz.
İşyeri meclislerine işçi-memur, örgütlü-örgütsüz ayrımı yapılmadan tüm çalışanlar dahil edilmelidir. Bu meclisler, hem işyerlerinde karar alma süreçlerini genişletip demokrasi kültürünü yerleştirir hem de sistemin emekçilerini ayrıştıran politikalarına karşı sağlık emekçilerinin direnişini büyütecektir. “Buradayız hiçbir yere gitmiyoruz” derken sesimizi daha da gür çıkaracaktır. “Emek bizim söz bizim” diyerek yükselttiğimiz mücadelemizi daha güçlü sürdürebiliriz. İşyerlerimizde başlattığımız sağlık hizmetlerinin demokratikleşmesi mücadelesinin toplumla buluşması ise Sağlıkta Dönüşüm Programı’nı durduracak ve sağlık hakkı mücadelesine yeni bir soluk getirecektir.
Cevher Kahraman: KESK Genel Meclis Üyesi, diş hekimi
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.