“Nükleer santraller, bir savaş olasılığı hesaplanarak tasarlanmamıştır! Avrupa’nın en büyük nükleer enerji santralinin bulunduğu Ukrayna’da gerçekte ne olduğunu bilmiyoruz!”
11 Mart 2011’de, Japonya’nın doğusunda bulunan Fukuşima kenti 9 büyüklüğünde bir depremle sarsılmış, bu depremde yaklaşık 20 bin kişi hayatını kaybederken bölgede yaşayan onbinlerce insan da evini terketmek zorunda kalmıştı.
Yaşanan bu felaketi hatırlatmak ve hayatını kaybedenleri anmak üzere, Almanya’nın 40’ı aşkın kentinde protestolar, online konferanslar-röportajlar şeklinde sayısız etkinlik gerçekleştirildi.
Fukuşima felaketinin yıldönümünün tam da yeni bir işgal savaşı dönemine denk gelmesi sebebiyle, etkinlikler 6 Mart tarihinden 11 Mart tarihine dek bir haftalık bir kampanya şeklinde yürütüldü.
Çeyrek asrı aşkın bir zamandır, nükleer enerji kullanımının dünyayı kaçınılmaz tehlikelere gebe bıraktığını belgeleyen nükleer enerji uzmanları ve sınır tanımayan doktorlar kendileriyle yapılan röportajlarda şunları ifade ettiler:
Nükleer santraller bir savaş olasılığı hesaplanarak tasarlanmamıştır. Ukrayna’daki gibi bir savaş durumunda, bu santrallerin son derece tehlikeli bir hale geleceği bellidir. Asıl sorun, Putin’in bir nükleer santrali bombalamakla ilgilenip ilgilenmediği değildir. Ki böyle bir hedef güdeceğini varsayım olarak dahi hesaba katmıyoruz.
Asıl ve ebedi problemimiz şudur: Nükleer santrallerin altyapısı hassastır. Elektriğin kesilmesi veya soğutma sisteminin çalışmaması durumunda her an kazalar meydana gelebilir. Ya da yüksek eğitimli, gerçek uzman olarak çalışan kadrolar savaş sebebiyle artık işyerine gelemezlerse, işte o zaman ani ve büyük bir felaket meydana gelebilir. Bu açıdan, Ukrayna’daki durum son derece tehlikelidir. Sadece şu ana kadar her şeyin yolunda gittiğini umabiliriz. Zaporizhia’ya ateş açıldı ancak görünüşe göre sadece dış cephede bir hasar meydana geldiği belirtildi. Hiçbir radyoaktif parçanın dışarıya kaçmadığı söylenmekte. Tüm bu bilgilerin doğru olup olmadığından emin değiliz.
Fukuşima felaketinin ardından, nükleer enerji uzmanları, sınır tanımayan doktorlar ve sınır tanımayan gazeteciler Atom Enerjisi Karşıtı bir platform oluşturmuşlardı. Ve atom enerjisi atıklarının istiflenme metotlarına yönelik bir tarihi araştırma yapmışlardı. Ardından yirmibirinci yüzyılda gelinen son durumu keşfetmek üzere yola çıkmış ve tüm bunları belgesel bir filme dönüştürmüşlerdi.
Bu platform, tek başına atom enerjisi kullanımının dahi, ağırlıklı olarak refah düzeyi düşük olan ülkelere ödeteceği bedeli yineleyerek ve yetkilileri uyararak esasta şu noktalara dikkat çekti:
Son 60 yıl içerisinde 350 bin ton yüksek radyoaktif ışını taşıyan atom çöpü belirli coğrafyalara istiflendi! Ve dünyanın en yetkili nükleer enerji uzmanına: ‘Bu çöpler, yaklaşık yarım asır boyunca kapsüllenerek denizaltına gömüldü. Bunun tehlikeli olduğu saptandı ve sadece bu iş için belirli coğrafya parçaları belirlendi. Japonya bunlardan birisiydi. Ancak bir ada olarak harekete geçtiği tespit edildiği halde önlem alınmadı. Ayrıca bu atom çöpleri, milyonlarca yıl geçse de ışınlarını etrafa saçma riski taşıyor. Doğa felaketleri bu çöpleri tetikleyebileceği gibi, bu çöpler de doğa felaketlerini tetiklemekte. Bu çöpleri gömme işinde çalışanlar, ailelerinin geleceğini kurtarmak adına üç kuruşa ölümü göze almış vaziyetteler. Bu riski yok etmemiz imkânsız. Dünya yerle bir olacak. Yani tek çözüm atom enerjisi kullanmamak değil mi?’ biçiminde yönelttiğimiz soru dahi, ‘Her evin bir tuvaleti yok mu? Bu enerjiye dünyanın ihtiyacı var. Ve bu dünyanın tuvaletlerini kullanmak zorundayız’ oldu.
Sadece nükleer silahlara değil, bir bütün olarak nükleer enerji kullanımına karşıyız. Çünkü bu enerjinin atıkları dahi dünyayı yerinden oynatmaya yeterli.
Nükleer enerji kullanımının yeni Fukuşimalar doğuracağı açık: Fukuşima bize bunu gösterdi. Ancak tüm ısrarlarımıza, belgeli başvurularımıza rağmen hiçbir yetkili bu açık katliamla hesaplaşmaya yanaşmadı.
Sendika.Org / Almanya (Ganime Gülmez)