Koca yüreği devrim için atan Ali Dayı, sadece devrimci kabarışlar, görkemli kitle hareketleri ve tarihi çıkışların sahnelendiği yükseliş dönemlerinde değil; umutsuzluğun, kararsızlığın, yılgınlığın, karanlık bulutların göklerde uçuştuğu zamanlarda dahi zamana ve gidişata kafa tutan bir tarafta yer aldı; hem kalemini bırakmadı hem de sokağı terk etmedi
“Ruhumda, solun tüm dünya çapında bozguna uğramış olmasının hüznü, kalbimde -bir kısmını şahsen tanıma mutluğuna eriştiğim- kaybettiklerimizin hatıraları, beynimde umudun sesi ile eşitlik ve özgürlük idealinin parıltısı, birlikte varlıklarını koruyorlar.
Yaşadıklarım, yeni bir dünya isteyenlerin kaderi değilse bile karşılaşabilecekleri durumlar. Her şeye rağmen kapitalizme, onun kültürüne teslim olmamak için direnmeye, teorik-politik bakımlardan yenilenmek için didinmeye, toplumsal sorunlara duyarlılığı korumaya devam. Darbecilere ve onların ardındaki güçlere, 20 yıl sonra verilecek cevaplardan birisi de bu.” (İbrahim Sevimli)
Yol arkadaşımız sevgili İbrahim Sevimli’nin (Ali Dayı) aramızdan ayrılmasının üzerinden tam 20 yıl geçti. Hastalığının çok ileri bir aşamasında fark edilmesi, bir devrimci çınarı sosyalist hareketten ve bizlerden koparıp aldı. Bu sonuca, yoldaşları olarak bizler elbette razı değiliz! Ali Dayı, tevazusu ve samimi içtenliğiyle bundan hiç bahsetmese de, gerek THKP-C süreci sonrası 71’de girdiği cezaevi koşulları gerekse Devrimci Yol – Devrimci İşçi mücadele süreci içinde hareketin “düşünen sessiz neferlerinden” birisi olarak sürekli koşturmaktan kaynaklı elverişsiz hayat koşulları, yoğun sürgün yaşamının yarattığı stres ve sıkıntının bu sonuca ulaşmada büyük payı vardır. Ancak Dayı, devrimci mücadele sürecinde karşısına çıkan siyasal sorunlarla nasıl uğraştıysa, kendisini bizlerden uzaklaştıran hastalığı ile de öyle hesaplaştı.
Engels, “İnsan ile birlikte tarihe gireriz” der[1]. Kısaca, insanların kendi tarihlerini bizzat kendi bilinçli tercihleriyle yaptıklarından bahseder. İbrahim Sevimli, 1968’de Öğretmen Okulunu bitirdikten sonra, Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü’ne girer. Öğretmen okulundayken hayatın bütün karmaşık sorunları karşısında sol fikirlerden yana seçimini yapar, Gazi’de de dönemin yükselen gençlik hareketine aktif olarak katılır. Okuduğu okulun Öğrenci Derneği Başkanlığını yapar ve Dev-Genç’in militan mücadelesi içinde yer alır. O dönem ortaya çıkan farklı ideolojik-siyasal eğilimler karşısında, Mahir’lerin önderliğini yaptığı THKP-C hareketi içinde kavgasını sürdürür ve sosyalist mücadelesini, var olan düzene doğrudan kafa tutarak devrimci fırtınalar yaratanlarla birlikte devrim koşusuna katılır.
71 Askeri Muhtırasından sonra birçok sosyalist gibi İbrahim Sevimli de, devrimci eylemleri sebebiyle 10 yıl cezaya mahkum edilir, bunun 4 senesini mahpuslukta geçirir. Ahmed Arif’in şiirinde belirttiği gibi, “demir kapı, kör pencereyi; yastığı, ranzayı ve zinciri”, o karanfil kokan cigarasıyla tanıştırır.
Zulmün saltanatının hüküm sürdüğü ve yalanın hükümranlığını egemen kıldığı bu topraklarda İbrahim Sevimli, kurtuluş ümidinin vücut bulduğu THKP-C, Dev-Genç, Devrimci Yol mücadele hattını ön sıralarda var olarak yaşadı. Kapitalizmin ve egemen sınıfların insanların alınlarına vurduğu umutsuzluk damgasına rağmen, halkların umutlarını bedenlerine yükleyerek mücadele veren ve yaşanmaya değer hayatlar yaratan devrimci mücadeleden ve hayatı savunmaktan hiçbir zaman vazgeçmedi. O’nun hayatı, düşünce koordinatları, siyasal ve pratik sorunlar karşısındaki duruşu, Ernst Bloch’un deyişiyle “ümit etmeyi” öğrenen ve çevresindekileri de etkileyen bir anlama sahipti. Bundan dolayıdır ki, öğretmen hareketinin örgütsel ifadesi olan TÖB-DER platformunda eğitimcilerin örgütlenmesi amacıyla sorumluluklar aldı ve üstüne düşen zorlu görevleri kararlılıkla yerine getirdi.
Devrimci hareketin yükseliş dönemini yaşayan 12 Eylül öncesinde, Demokrat gazetesinin çıkarılması amacıyla yaklaşık 9 ay boyunca hem yazar olarak hem de gazetenin örgütleyicisi olarak yoğun çaba gösterdi. Türkiye sol tarihinde her zaman önemli bir platform olarak anılan Demokrat gazetesi, bütün sol ve demokrat kesime hitap eden bir gazete projesiydi. İbrahim Sevimli, sosyalist hareketin önemli tarihsel adımları ve atılımlarına tanıklık eden bu gazetede hem “makinistlerinden” hem de “mürekkebini” oluşturanlardan biri olarak yer aldı. Böyle bir tarihsel sorumluluğu üstlenmekten onur duydu.
Toplumun özgürlük, eşitlik ve adalet mücadelesini bir faşist darbe ile kesintiye uğratan 12 Eylül Cuntası’ndan sonra hareketin önerisiyle yurtdışına gitmek zorunda kaldı. Çünkü hem içinde yer aldığı Devrimci Yol hareketi hem de genelde bütün Türkiye Solu ağır darbeler almıştı.
Sürgündeki yaşamına, ilk andan itibaren kararlı bir duruşla Devrimci İşçi platformunda yer alarak yolculuğuna bir anlam kazandırdı. Devrimci İşçi örgütlenmesinin yönetimine katılan, Devrimci İşçi ve Demokrat Türkiye gazetelerinin yayınında görev alan Ali Dayı, kurulu egemen zamana ve dikta rejiminin sınırsız saldırılarına karşı başkaldıran bir sosyalist olarak mücadele etti. Herakleitos’un, “güneş her gün yenidir” sözünü doğrularcasına, mücadelenin değişen koşullarında farklı mücadele tarzlarına hemen ayak uydurdu. Hiç kuşkusuz bu tarzın merkezinde yine devrimci hareket, devrim ve sosyalizm davası ve yol arkadaşları vardı!
“Türkiye’de 12 Eylül 1980 Darbesiyle başlayan dönemin ideolojik-politik, kültürel her alanda solun aleyhine sonuçlar yarattığı”[2] bir süreçte, Devrimci İşçi örgütlenmesi içinde bazı kesimler tarafından Marksizm’in devlet ve devrim tahlillerinin; toplum ve tarihe bakış yöntemlerinin geçersizliğini iddia ederek işi Marksizm’in reddiyesine vardıran “sivil toplumcu” bir tartışma başlatıldı. Devrimci İşçi ve giderek devrimci hareketin bünyesinde yaşanan bu sol liberal tezlere karşı Ali Dayı, bu muhasebenin ve mülahazanın merkezinde etkin bir taraf olarak yer aldı. Birlikte yaşadığımız bu süreç, saflaşma ve ayrışmayı dayattığında da devrimci kopuşun kararlı ve sürükleyici temsilcilerinden biri oldu.
Bu zor zamanlarda Devrimci İşçi örgütlenmesinin küllerinden yeniden yaratılması için Ali Dayı, önde yürüyen ancak hem nefer hem düşünen hem savaşan devrimcilerden biri olarak sarsılmaz bir umut insanı olduğunu gösterdi. Kendisi bir filozof olmasa da Sokrates’in hem öğrenen hem sorgulayan hem de öğreten pazar meydanının düşünürü gibiydi. Bu süreçte, bir yandan ülkede öte yandan yurtdışında yaşananlar arasında didaktik bağlar kurmaya ve bunları canlı tutmaya özen gösterdi. Bu nedenle, Almanya’da Uluslararası Tribünal ile 12 Eylül rejimini yargılayan ve Evren’in dahi “beni Avrupa’da bir mahkemede yargılayıp mahkûm etmişler” demek zorunda kaldığı bir örgütlenmenin manivelası oldu. Ülkede zamanla cezaevinden çıkan arkadaşların oluşturduğu İşçilerin Sesi gazetesi ve Demokrat Arkadaş Dergisi için atılan adımlara, yurtdışından devrimci dayanışmanın bütün boyutlarıyla seferber edilmesinde yine Ali Dayı büyük rol oynadı. Öte yandan, Avrupa’yı Türkiye’nin bir vilayeti olarak görmeyen, daha kapsamlı ve enternasyonalist bir bakış açısı ve tarzın geliştirilmesine öncülük etti.
Marksistler, kişileri, toplumsal ilişkiler içindeki konumlanışlarıyla ve hayat içindeki dokunuşları ve ürettikleriyle, kısacası eylemleriyle değerlendirirler. Koca yüreği devrim için atan Ali Dayı, sadece devrimci kabarışlar, görkemli kitle hareketleri ve tarihi çıkışların sahnelendiği yükseliş dönemlerinde değil; umutsuzluğun, kararsızlığın, yılgınlığın, karanlık bulutların göklerde uçuştuğu zamanlarda dahi zamana ve gidişata kafa tutan bir tarafta yer aldı; hem kalemini bırakmadı hem de sokağı terk etmedi.
Kolektif hafıza kaybının ve entelektüel sefaletin en belirgin olduğu koşullar Dayı için her zaman bir “ideolojik yenilenme”, büyük heyecanların ve devrimci başkaldırının nasıl gerçekleşmesi konusunu anlamlı kılacak çabaların hazırlık süreciydi. Kolektif hafızaya seslenerek her bir Marksist’in aykırı hayat tarzını tarif ederken Dayı, “bu dönemde ayakta kalma, fikri yenilenme, bilinci canlı tutma, sosyalist olmaya ait değerleri koruma”[3] gibi geleceği bugünden yakalamaya dair devrimci tasavvur gücünü ortaya koyardı. Bu amaçla araştırmalarını yoğunlaştırdı, müşterek tartışmaların ve üretimin olduğu iki derginin yayımlanmasına öncülük etti.[4] Eşitlikçi ve özgür bir dünya için iğne ile kuyu kazar gibi el yordamıyla gerçekleri tek tek yakalamaya çalıştı. Kolektif çaba ve üretimi, mücadele tarzının vazgeçilmez bir değeri olarak var etti.
Yaşamını insanlığın kurtuluş ütopyasının peşinden gitmeye adayan Ali Dayı, hayata bağlılığı, yüzünden eksilmeyen sevinci, gülümseyişindeki sıcaklığı ve samimiyeti, fıkra anlatırken attığı gevrek kahkahaların vücut bulduğu gerçek bir yoldaştı. Ve şairin dediği gibi, “hep yürürken görürüm seni/ Yüzün şiir, gülüşün şiir / Bir türlü anlatamam…”[5]
Ali Dayı, her devrimci gibi uzun yaşam hesapları yapmamıştı elbette. Zorlu bir koşu da olsa, her zaman ki nüktedanlığı ve insanı ısıtan enerjisiyle sırtını karanlığa, yüzünü güneşe dönmesini bilmişti. Dünyayı ve ülkesini sömürüden, zulümden azade kılmaya çabalayan, bunun için ölmeye hazır devrimci Ali Dayı, aynı zamanda insanları sevgisiyle ve neşesiyle sarıp sarmalamayı da bilirdi. Kendi dehlizlerinden fışkıran hayata dair tutkuyu, kahkahayı ve hareketli dansları özgürleştirip büyük bir coşkuyla bizlerle paylaşırdı. Bir kıtada duyduğu fıkrayı, binlerce kilometre ötedeki farklı kültürel renklerle donanmış bir başka kıtaya okyanusları aşarak götüren bir sandal gibi hem dans etmeyi hem de dost sohbetlerini bu öykülerle bir kamyon dolusu güldürmeyi, eğlendirmeyi ve herkesle birlikte kahkaha atmayı çok severdi. “Bütün dünya bir sahnedir” diyen Shakespeare gibi, yaptığı esprilerin konuları ve kahramanları, hayatın zikzakları içinde ayakta kalmaya çalışan sıradan insanları arasından rastgele seçilmişti. Neşeyi ve doyasıya gülmeyi, adeta tiyatronun karanlık sahnelerinden oturduğunuz mahallenin dar sokaklarına götürür ve sizi anın şeffaflığıyla buluşturarak sürükleyici bir duygu patlamasıyla karşı karşıya bırakırdı.
Bizlere elveda derken, O’nun sözleri, bakışı ve gülümsemesi, aramızda her zaman hayatımızın bir parçası olarak yaşamaya devam edecek.
İyi ki Ali Dayı ile yoldaş olduk! İyi ki, aynı kavgayı paylaştık, aynı davaya baş koyduk!
Asla Unutmayız! Asla Unutturmayız!
Dipnotlar:
[1] Friedrich Engels, Doğanın Diyalektiği.
[2] Uzun Bir Göç Öyküsü, İbrahim Sevimli, Belge Yayınları, s 229.
[3] Age, arka kapak, İbrahim Sevimli.
[4] Sosyalizm Sorunları Kitap Dizisi ve Yeni Zamanlar
[5] Adnan Yücel
* Bu yazı, Feyyaz Kerimo tarafından, İbrahim Sevimli’nin yoldaşları adına kaleme alınmıştır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.