Devlet o gün kendi gözetimindeki hapishanelere silahlarla, bombalarla, kimyasal gazlarla saldırdı. Operasyonda 2’si asker 30’u tutuklu toplam 32 kişi hayatını kaybetti. Devamındaki ölüm oruçlarında ise 122 siyasi tutuklu öldü, yüzlerce kişi sakatlandı. Türkiye’deki sistem dışı ve sistem karşıtı siyaseti hedef alan bu imha operasyonu, bütün topluma hiza vermeyi hedefleyen bir şok ve dehşet operasyonu olarak gerçekleşti
19 Aralık 2000’de henüz hava ağarırken 20 hapishaneye yaklaşık 10 bin asker tarafından operasyon düzenlendi. Devlet, gözetimindeki hapishanelere silahlarla, bombalarla, kimyasal gazlarla saldırdı. Operasyonda 2’si asker 30’u tutuklu toplam 32 kişi hayatını kaybetti. Operasyonun sürdüğü saatlerde DSP’li Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, televizyon ekranlarından onlarca kişinin öldüğü katliamın ismini açıklıyordu: “Hayata Dönüş Operasyonu”.
Devletin operasyonu yaparken gösterdiği gerekçelerden birisi de sürmekte olan açlık grevlerini durdurmaktı. Ancak operasyon sonrası ölüm oruçları daha da yaygınlaştı, yüzlerce tutuklu F Tipi’ne karşı ölüme yattı. Katliam sonrası 41 hapishanede ölüm orucuna yatan 122 kişi hayatını kaybetti.
Devlet de operasyonu hapishane dışına yayarak sürdürdü, tüm toplumda korku atmosferi yaratmaya dayalı bir toplum mühendisliği projesi hayata geçirildi. Operasyonu protesto gösterilerinde 2145 kişi gözaltına alındı, 58 kişi tutuklandı, 18 kültür merkezi ve dernek basıldı, 2 dernek kapatıldı.
Operasyon anlık değildi
O dönem Türk Tabipler Birliği 2. Başkanı olan, aynı zamanda tutsaklar ile Adalet Bakanlığı arasındaki arabuluculuk görüşmelerine katılan Barış Meclisi Sözcüsü Metin Bakkalcı, katliamın 10. yıldönümünde yaptığımız görüşmede yaşananları toplumdaki sistem karşıtı uyanışın önüne geçmeye yönelik geniş hedefli bir operasyon olarak değerlendirmişti.
Metin Bakkalcı, katliam öncesi uzun süredir hapishanelere dönük bir düzenleme olduğunun bilindiğini söylüyor. Türkiye kamuoyu ise 2000 yılının yaz ayında bunu fark etti. Bakkalcı, toplumda konu gündeme geldiğinde siyasi iktidarın hapishane projelerini ilk önce reddettiğini ancak sonra kabul ettiğini hatırlatıp ekliyor:
Türk Tabipler Birliği olarak uzman heyeti oluşturup yeni inşa edilen cezaevlerini ziyaret ettik. Gördüğümüz sağlığa tamamen zararlı, insanın izolasyonuna dayalı, kabul edilemez bir sistemdi. Bunu rapora döktük. Siyasi tutuklular da 20 Ekim’de kamuoyunda ölüm orucu olarak bilinen açlık grevlerini başlattı. Hayatları pahasına tecridi kabul etmeyeceklerini açıkladılar.
Ölüm oruçlarının 40. gününde TTB, TMMOB, İnsan Hakları Derneği gibi kurumlar olarak bir deklarasyonla hükümeti sorumluluk almaya çağırdık. Deklarasyona cevap olarak Adalet Bakanlığı bizlerle görüşmek istedi ve müzakere süreci başladı. Türkiye’deki tüm bilimsel çevreler, meslek odaları, emek örgütleri F Tipi modelinin kabul edilemez olduğunu açıklamıştı.
Katliamdan 10 gün önce Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, görüşmeleri kastederek “tam bir mutabakata varmadan adım atmayacağız” demişti. Bu sözler toplumda bir rahatlama yaratsa da uzun sürmedi. Metin Bakkalcı, Türk’ün sözlerinden sonra gelişenleri şöyle özetliyor:
Görüşmeler sürerken birkaç günde ortam gerildi. Önce çevik kuvvet otobüsüne düzenlenen saldırıda 3 polis öldü, ardından polisler ‘kahrolsun insan hakları’ diyerek sokaklara döküldü. 13 Aralık günü RTÜK, bir karar çıkararak cezaevleri ile ilgili yayın yapılmasını yasakladı. 17 Aralık’ta ise DGM’de, cezaevlerini eleştirmenin terör örgütü üyesi olmak anlamına geleceği manasında bir karar çıktı. Tüm bunların ardından herkesin kaygıları artmaya başladı.
Bakkalcı, 1 Aralık’ta Emek Platformu tarafından vahşi kapitalizme karşı büyük bir miting yapıldığını hatırlatarak operasyonun bu uyanışın önüne geçme amacı taşıdığını belirtiyor. Bakkalcı’ya göre operasyon süreci politik iktidar tüm araçlarını kullanarak ‘korku atmosferi’ yaratmayı başardı:
14 Aralık’tan sonra bize görüşmelerin artık devam ettirilemeyeceği söylendi. Daha ne yapacağımızı düşünürken iktidar medyanın da büyük desteğiyle operasyon sürecini hazırladı ve katliam gerçekleşti. Aralık 2000 özel bir dönemdir. Toplumsal muhalefeti ezmek, halk üzerinde korkuya dayalı baskı oluşturmak, devlet şiddetinin yeniden üretimini meşrulaştırmak için medya, yargı ve idari kurumlar ustaca kullanıldı.
27 Ocak 2007’de avukat Behiç Aşçı’nın ölüm orucu eylemi karşısında Adalet Bakanlığı bir genelge yayımladı ancak bu genelgenin uygulanması dahi engellerle karşılaştı.
19 Aralık katliamı sonrası olayla ilgili açılmak istenen davalar engellendi, katliamı gerçekleştirenler sürekli devlet tarafından korundu. İnsan hakkı ihlaline yol açanlar hep korundu. Çoğu yerde dava dahi açılamadı. Açılan davalar zamanaşımına uğratıldı.
Bayrampaşa’da yaşananlarla ilgili dava açıldı ancak bu operasyona katılan erlerle sınırlı tutuldu. Komuta edenler ve siyasi sorumlular ise cezasızlıkla korundu.
Rakamlarla katliam süreci:
Sendika.Org