Bu ülkedeki her kargaşada ABD daima (ve çoğu kez haklı olarak) ‘olağan şüphelidir
Haiti Cumhurbaşkanı Juvenel Moise, 7 Temmuz 2021’de Başkanlık Konutu’nu basan, kiralık bir çete tarafından öldürüldü. Cinayete 26 Kolombiyalı ve ABD-Haiti pasaportu taşıyan iki kişi katıldı. Bir darbe girişimi olduğu söyleniyor. Siyasal cinayetleri yaygın olan Haiti için dahi “olağan” sayılamayacak bir durum…
Moise öldürüldüğünde ülkenin parlamentosu (seçim yapılamadığı için) yoktu. Ülke Başkanlık kararnameleri ile yönetiliyordu. Başkan’ın da görev süresi son bulmuş; yeni seçim yapılamamıştı. Moise, cinayetten önce başbakanı azletmiş; yeni başbakan göreve başlayamamıştı.
Haitili “yetkililer”, ABD müdahalesi için Biden’a başvurdu. Biden yönetimi asker yollamayı kabul etmedi; ama “tartışmalı iki başbakan” arasında “tercihini” belirtti; hükümet kurulabildi.
Bu bilgiler, Moise’nin ölümünden önce bile Haiti’de ağır bir siyasal bunalım olduğunu gösteriyor. Bu ülkedeki her kargaşada ABD daima (ve çoğu kez haklı olarak) “olağan şüpheli”dir.
Cinayetin arka planı, ABD ve Kolombiya’nın rolleri tam aydınlanamadı. Olguları Gazete Duvar’da Mühdan Sağlam değerlendiriyor (“Haiti’de Suikast”, 19 Temmuz). Bilgiler zenginleştikçe meslektaşımızın konuya döneceğini umuyorum.
Bu cinayet vesilesiyle Haiti’ye, Güney coğrafyasındaki toplumsal mücadeleler açısından bakabiliriz. Bu yazıda bunu yapmaya çalışıyorum.
Önce Haiti’nin son üç yüzyıllık tarihine, emperyalizmin katkılarına odaklanarak göz atıyorum.
Neoliberal “serbest ticaret politikaları”, uluslar-arası işbölümünü nasıl etkiledi? Bu soruyu, Haiti tarımını bir “deney” gibi gözleyerek yanıtlayan çalışmalar var. Yazıda bunları da gözden geçiriyorum.
Amerika Kıtası’nın Karaib bölgesi, tarihsel olarak “Latin” (örneğin Küba’daki gibi İspanyol), Haiti’de Fransız, Jamaika’da İngiliz sömürgeciliğinin miraslarını içerir.
Haiti, Güney Amerika’da bağımsızlığını ilk kazanan ülkedir. Afrika kökenli kölelerin Fransız ordusunu yenilgiye uğratan bir isyan sonunda…
Bu şanlı başlangıcın sonrası ise hazindir. Haiti bugün, 11.5 milyonluk nüfusu ile Güney Amerika’nın en yoksul ülkesidir.
Wikipedia’dan da yararlanarak Haiti’nin üç yüzyıllık tarihinin kritik dönemeçlerini özetleyelim:
Bu kuşbakışı tarihçe, finans kapital ile bütünleşen sömürgeciliğin; zaman içinde de Amerikan emperyalizminin Haiti’nin yoksulluğu, dış bağımlılığı ve istikrarsızlığı üzerindeki etkilerine (birazcık da olsa) ışık tutuyor.
1915’teki ABD işgali sonrasında Haiti Anayasası, yabancı sermayeye toprak mülkiyetini açtı. Bu adım, sonraki yıllarda “toprak yağması” ile sonuçlanacaktır. 20’nci yüzyıl son bulurken Haiti burjuvazisi ve dev yabancı şirketler tarımsal arazinin yaklaşık yarısına, genellikle yok pahasına el koymuştur ve önemli bölümlerini boş bırakmaktadır.
Örneğin 3000 köylü işletmesinden oluşan on bin dönümlük bir arazinin kamulaştırıldığını; Başkan Moise’nin şirketi Agritrans’a serbest ticaret bölgesi ve muz ihracatı için ucuza kiralandığını; büyük bölümünün üretimden çekildiğini L.Rivara’dan öğreniyoruz.
Bu yıkım, 1990’lı yıllara kadar tarımın (başta pirincin) dış rekabete karşı korunması ile telafi ediliyordu. Haiti halkı, hububatta pirinç tüketicisidir. Pirinç ve temel gıda ürünleri ithalatı, yüzde 100’e ulaşan oranlarda vergilenmekteydi. Haiti pirinç tüketiminde büyük ölçüde kendine yeterliydi.
Bu durum 1990 sonrasında IMF’nin Haiti’de yürüttüğü bir “reform” programının “serbest ticaret uygulamaları” ile son buldu. Gümrük tarifelerinde büyük boyutlu indirimler tarımsal ürünlere de uygulandı. Örneğin pirinç ithalatında gümrük resimleri yüzde 50’den yüzde 3’e indirildi.
Bu “darbe”yi, ABD kaynaklı ikinci bir “şok” izleyecektir: 1996’da Başkan Bill Clinton, ABD çiftçilerine doğrudan (ve yüksek boyutlu) destek aktarımları sağlayan Tarımsal Reform Yasası’nı imzaladı. Yasanın desteklediği Amerikan çiftçilerinin içinde pirinç üreticileri ayrıca gözetilmekteydi.
Haiti’de pirinç ithalatında sıfırlanan gümrük tarifelerini ABD’de pirinç çiftçilerine ödenen 60 milyar dolarlık sübvansiyon ile birleştirin… Sonuç nedir? Pirinçte tamamen kendine yeterli olan Haiti, bugün Amerikan pirincinin önde gelen (dördüncü) ithalatçılarından biridir. Toplam gıda tüketiminde %80 olan kendine yeterlilik, bugün yüzde 20’ye inmiştir.
Haiti, serbest ticaret bölgelerinde yoğunlaşan; “üretmediğini yiyen; tüketemediğini ihraç eden” bir uzmanlaşmaya yönelmiştir. Tarımda emek-yoğun olmayan muz, (bir doğal tatlandırıcı olan) stevia, diğer ticarî ürünler yaygınlaşmış; geleneksel hububat (pirinç) yoksul köylülere, sadece geçimlik üretim için bırakılmıştır.
Böylece, Haiti’nin uluslararası işbölümündeki konumu, IMF’nin “serbest ticaret reçeteleri”, astronomik sübvansiyonlarla beslenen Batılı çiftçiler ve çokuluslu ticaret sermayesi tarafından belirlenmiştir. Clinton’un eyaleti Arkansas’lı çiftçilerin pirinci, Haiti köylüsünün pirincinden çok daha ucuza satılmaktadır. Haiti halkı da Amerikan pirinci yemektedir.
Bill Clinton 2010’da MINUSTAH Barış Gücü’nde Birleşmiş Milletler temsilciliği yapmaktaydı. O yıl Haiti’de patlak veren ve 7000 kişinin ölümüyle sonuçlanan kolera salgınına MINUSTAH’ın yol açtığını itiraf etmişti.
Clinton bu kadarıyla kalmadı. Haiti’de gözlediği yoksullaşmaya yıllar önce bizzat katkı yaptığını fark etti; özür diledi. M.R.O’Connor’dan aktarıyorum:
“Pirinç çiftçilerine sağladığımız sübvansiyon, Arkansas’taki çiftçilerimize yaradı. Ama Haiti’de artan yoksulluğa da yol açtı. Bugün, Haiti’de pirinç üretimini baltalamış olmanın sorumluluğu ile yüzleşiyorum.”
Hesap sormak ve geçmiş kayıpların telafisi söz konusu olmayınca, bu türden itiraflar, özürler takdir edilemez. Clinton her bakımdan suçludur.
Kaynak: haber.sol.org
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.