Hatay’da savaş karşıtı mücadele yürüten Halk Meclisleri’ne yönelik davada yargılanan 21 kişiye “örgüt propagandası”ndan hapis cezası verildi. Dava avukatı Mert Ekinci, kararı hukuk dışı olarak değerlendirerek “Amaç, iktidarın Ortadoğu politikalarına karşı çıkan, savaş karşıtı eylemler ve barış çağrılarıyla sesini yükselten insanların sesini kısmak” derken, 1 yıl 3 ay hapis cezası alan Mahir Mansuroğlu “Kentimizde eğitilip donatılan ÖSO’cuların Suriye’ye gidip IŞİD’e veya türevi cihatçı örgütlere katılacağını söyledik, ki yaşananlar da bizi doğruladı” ifadelerini kullandı
Hatay’da 16 Nisan 2017 referandumu öncesi, 5 Nisan’da toplumsal muhalefet bileşenlerine yönelik operasyonda çok sayıda kişi gözaltına alınmış, 2018’de bu soruşturma kapsamında 11 kişinin yargılandığı bir dava açılmıştı.
Bölgede savaş karşıtı mücadele yürüten Halk Meclisleri bünyesinde, ağırlıkla 2015’te gerçekleştirilen eylem ve etkinlikler üzerinden “örgüt propagandası” yapmakla suçlanan 11 kişinin yargılandığı davanın karar duruşması 8 Ekim’de görüldü.
Hatay 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada yargılanan herkese “örgüt propagandası”ndan hapis cezası vererek bu hükmün açıklanmasını geri bırakma kararı verdi. Davada yargılanan Hatay Halkevi üyesi Mahir Mansuroğlu ise yaptıklarının suç olmadığını belirterek karara itiraz etti ve 1 yıl 3 ay hapis cezası aldı.
Sendika.Org’a konuşan davanın avukatı Mert Ekinci, iddianamede “Savaşa hayır” sloganlarının atılması, ÖSO militanları ve cihatçıların Türkiye’de eğitilip Suriye’ye gönderilmesine karşı çıkılması, Gezi Direnişi’nde hayatını kaybedenlerin anılması gibi birçok eylemin yer aldığını belirterek şunları söyledi:
“Karakteri gereği çok barışçıl, demokratik ve savaş karşıtı eylemler. Ancak iddianame kapsamında tüm bunlar, TÖP’ten TKP/ML’ye, THKP-C’den Devrimci Yol’a, Devrimci Gençlik’ten TKP/Kıvılcım’a birçok örgütün propagandası iddiasıyla ‘suç’ olarak gösterilmiş. Terör propagandasından ceza verebilmeleri için o suçun savaş, nefret söylemi, şiddet ve tehdit söylemi olması lazım. ‘Suç’ olarak lanse edilen eylemlerde ise tüm bunlara karşı çıkılmış. Keza sloganlar da öyle. ABD’ye, emperyalizme karşı çıkan, savaşa karşı çıkan sloganlar var. Buna rağmen örgüt propagandasından herkese ceza verildi. Bence bu davanın ve verilen cezaların anlamı şu: Özellikle Hatay’da, iktidarın Ortadoğu politikalarına karşı çıkan, savaş karşıtı eylemleri ve barış çağrılarıyla sesini yükselten insanları sesini kısmak. Bunu yapacak olanlara da emsal teşkil etmek için alınmış hukuk dışı bir karar var ortada. Doğrudan fikir ve ifade hürriyetine müdahale ediliyor bu tür dosyalarla. ‘İktidarın Ortadoğu politikasına karşı çıkarsan örgüt propagandasından yargılanır, düşmanlaştırılır ve ceza alırsın’. Davanın özeti bu.”
Hatay Halkevi üyesi Mahir Mansuroğlu ise Saray-AKP iktidarının Hatay’da yürütülen savaş karşıtı mücadeleden rahatsız olduğunu ve bu nedenle Halk Meclisleri’nin hedef alındığını anlattı.
Sendika.Org’a konuşan Mansuroğlu, Halk Meclisleri’nin iddianameye de konu olan 2015’teki faaliyetlerini anlattı:
“Suriye savaşının başından itibaren kent genelinde yaşanan bir hoşnutsuzluk var. Ama bu hoşnutsuzluk bir şekilde örgütlü bir hale gelmiyordu. Ne toplumsa muhalefet ne de kent muhalefeti bu duruma dair bir laf ediyordu. Biz de burada Halkevleri öncülüğünde Halk Meclisleri’ni oluşturduk. Diğer siyasi oluşumların da destek verdiği bu meclislerde her mahallenin temsilcisi veya muhtarı da katılıyordu. Önceli yaşam hakkının savunusu üzerineydi. Yürüttüğümüz çalışmalarda Suriye’ye yönelik emperyalist müdahaleye ve buradaki savaşın AKP eliyle bölgemize taşınmak istemesine karşı çıktık. Eylemlerimizle, panel ve forumlarla, savaşın kentimize yönelik etkilerine ilişkin hazırladığımız raporlarla güçlü bir kamuoyu oluşturduk. Halk Meclisleri’nin en dikkat çekici çalışması, AKP’nin cihatçılara yönelik eğit-donat programına karşı yürüttüğü eylemlilik süreci oldu. İktidarı asıl rahatsız eden de bu oldu. Mahalle mahalle dolaşıldı, forumlar, toplantılar düzenlendi ve eğit-donat programının uygulandığı Serinyol’da, 24 Mayıs 2015’te büyük bir halk buluşması gerçekleştirildi. Kentimizde kurulan kamplarda cihatçıların eğitilip donatılmasına karşı oluşan bu güçlü muhalefet, Serinyol’daki buluşmayla sınırlı kalmadı. Sonraki süreçte Armutlu’da da kitlesel katılımlı bir ‘Savaşa karşı halk mitingi’ gerçekleştirdik. İdlip’teki İştebrak köyünde yaşanan katliama karşı da eylemler düzenlendi. Zaten bir süre sonra da birçok mahalle kendi ‘Halk Meclisi’ni kurmaya başladı. Yaşananlardan rahatsız olan iktidar, tüm bunların önünü kesmek için bir Nisan 2017’de Halk Meclisleri’ne yönelik operasyon düzenledi.”
“Soruşturma kapsamında açılan davada komik bir iddianameyle geldiler. Bir ‘örgüt propagandası’ iddiası var ama hangi örgütün propagandasını yaptığımıza dair net bir şey yok. Türkiye’de bugüne kadar faaliyet gösteren birçok sol örgütün adının geçtiği ‘kokteyl’ bir iddianame” diye devam eden Mansuroğlu, diğer yandan Serinyol’daki halk buluşmasının, İştebrak Katliamı’na karşı eylemin ve Armutlu’daki savaş karşıtı mitingin de ‘suç’ olarak gösterilmek istendiğini kaydetti.
Mansuroğlu, iddianamede sözkonusu eylemlerden ve basına açık yapılan açıklamalar, forumlar ve toplantılardan fotoğrafların delil olarak sunulduğunu belirterek şöyle devam etti:
“Duruşmalarda da bunları kabul ettik; ‘Evet, eylemlere katıldık, eğit-donata ve savaşa karşı çıktık’ dedik. Kentimizde eğitilip donatılan ÖSO’cuların Suriye’ye gidip IŞİD’e veya türevi cihatçı örgütlere katılacağını söyledik, ki yaşananlar da bizi doğruladı. İktidar bu projeden vazgeçmek zorunda kaldı. Türkiye’nin Suriye’ye yönelik politikasının yanlış olduğunu söyledik, ki tarih bu konuda da bizi haklı çıkardı. Bu eylemlere katıldığımızı, ancak bunların ne bir terör eylemi olduğunu ne de böyle bir söylem içerdiğini kabul ettik. Halk Meclisleri isminin yanına ‘terör’ kelimesinin dahi getirilemeyeceğini vurguladık. Polisin hazırlamış olduğu fezleke iddia makamı tarafından değişiklik dahi yapılmadan mahkemeye sunuldu. İddia makamının istediği ceza da mahkeme heyeti tarafından yine hiçbir itiraz edilmeden cezaya dönüştürülmüş oldu.”
8 Ekim’deki karar duruşması için “Yargının geldiği noktayı göstermesi açısından da içler acısıydı” diyen Mansuroğlu, sözlerinin devamında şu ifadeleri kullandı:
“Saat 10.20’deki duruşmaya gittiğimizde bize ‘Duruşma uzadı, saat 3’te kararı açıklayacağız’ dedi. Biz de son savunmamız alınmadan bunun nasıl olacağını sorduk ve tepki gösterdik. Haliyle pek bir cevap veremediler. Duruşma saati gelince de, öncesinden ağızlarından kaçırdıkları gibi, kararı okudular. Ayrıca bizden hükmün ertelenmesini istediler. Ancak ben istemedim, çünkü yaptıklarımızın suç olmadığını ve bunu sonuna kadar savunacağımı söyledim. Verecekleri karar ne olursa olsun bu hususta yargılanamayacağımı ifade ettim. Mahkeme heyeti de bana propaganda suçlamasıyla 1 yıl 3 ay ceza vermiş oldu.”
Mansuroğlu “Biz haklıyız ve sonuna kadar da bu mücadeleyi yürütmeye devam edeceğiz” diyerek sözlerini sonlandırdı.
Sendika.Org