Sosyalizmin kapitalistlerce tahrifine müsaade edilmeden sisteme karşı sert ve net, doğrudan mücadele edilmelidir. Politik eylemlerin ve ilerleyişin olmadığı noktada kapitalizmin kendiliğinden sönümlenmeyeceğini, aksine kendisini yenileyerek tekrar farklı bir yüzle ama daha baskıcı ve daha eşitsiz bir biçimde varlığını devam ettireceğini ne yazık ki geçmişten biliyoruz
İskandinavya demokrasileri denilince malum aşağı yukarı herkesin kafasında ileri demokrasi, üçüncü bir yol, yeni sosyal demokrasi, refah toplumu, demokratik sosyalizm gibi kavramlar oluşur. Bunların aslında çoğu da doğru ifadelerdir. Bu tip demokrasilerdir ve/veya toplumlardır. Lakin bu kavramların içeriğinin ne olduğu, kavramların içerisinin nasıl doldurulduğu asıl sorulması gereken sorudur.
Öncelikle 2020 yılında ve geçirmekte olduğumuz şu olağanüstü günlerde Avrupa’nın hayaletinin temellerini ifade eden akımın halen karşımıza çıktığını söyleyerek başlayalım. Evet, sosyalizmden başlayalım. Israrla dönüp dolaşıp farklı isimler altında, değişik biçimlerde ve alternatif teorilerde karşımıza çıkmaya devam ediyor sosyalizm. Reel sosyalizm pratiğinde görülen tüm eksikliklere ve yanlışlıklara rağmen insanlığın, insanca ve doğa ile uyum içerisinde eşit bir şekilde yaşayabileceği bir geleceğe dair hala en kuvvetli aday olmasından olsa gerek bu durum. Yine de bizce doğru ve de öznel olan bu gerekçeden ziyade, neden kapitalistlerce de tekrar konuşulduğuna bakmak lazım.
Uluslararası Para Fonu IMF’nin Haziran 2020 raporunda dünya ekonomisinin yıl sonunda %4,9 küçülmesi öngörülüyor. Bunun egemenler açısından okuması, bazı şirketlerin ve kendilerine bağlı ulusal ekonomilerin küçülmesi, bazılarının ise zenginleşmesi olarak yapılabilir. Fakat bizler için anlamı, pratiğimizde olan yansımasıyla yoksul kesimlerin daha da yoksullaşması ve sayıca artması demektir. Nitekim aynı IMF, üzerinde yükseldiği yoksulluğu takip etmek zorunda olduğundandır ki istatistiğini de tutmaktadır. Buna göre yıl sonu itibariyle dünya genelinde 1990’lardaki krizde dahi görülmemiş büyüklükte ve derinlikte yoksulluk görülecektir. Tek tek tablolar incelendiğinde bölgesel olarak ve ülke bazında ayrım çok daha net ortaya çıkmaktadır. IMF verilerinin en ilginç noktası ise aşağıdaki tabloda görülebilir. Global ekonomik kriz ve pandemiye bağlanan ekonomik durum birbiri ile paralellik göstermektedir. Pandemi arkasına gizlenmeye çalışsa da sokağın sesi bu perdeyi yırtmaya yetiyor. Uluslararası Çalışma Örgütü ILO’ya göre sadece Nisan ayından Haziran’a geçen dönemde tam çalışmada olan 305 milyon kişi dünya genelinde işini kaybetmiş durumda. Kontrolün sağlanamadığı pandeminin kullanıldığı alan da tam olarak burada başlıyor. Esnek çalışma modellerine geçişin hızlanması, Endüstri 4.0’in hızla sürece dahil olması gibi daha birçok insanı ve emeği ucuzlaştıran ve kısmen dışlayan modeller hızla hayatımıza girerken, anlık olarak pandemi iş kayıplarına bahane olarak kullanılmaya devam ediyor. Bunun en çarpıcı ama şaşırtmayan örneği ise Türkiye’den geldi. Bakan Koca’nın açıklamasına göre ki muhtemel tepkiler ve görece kendisinin sağlık şirketleri üzerinden oluşan dürüstlüğü diyelim, Bakan zatürre vakalarının da COVID19 rakamlarına ekleneceğini söyledi. Ama bu salt bir dürüstlük veya tepki sonucu alınmış bir karar değil, aksine ileride oluşabilecek bir suçlamaya karşı kendini aklama hamlesi. Bu tip bir salgın hastalık olmasına rağmen fabrikalarda çalışmaya zorlanan, hizmet sektöründe devam etmek durumunda kalan emekçi kesimin herhangi bir salgın nedeniyle ölmesi durumunda oluşabilecek iş tazminatının önü kesiliyor böylece.
Küresel Devlet Borçlarındaki ve Ortalama Mali Dengedeki Değişim (GSYİH Yüzdesi) | |||
Devlet borcu | Ortalama mali denge | ||
Küresel Finansal Kriz | 2008 | 3,1 | -1,5 |
Küresel Finansal Kriz | 2009 | 10,5 | -4,9 |
Küresel Finansal Kriz | 2010 | 2,2 | 1,3 |
COVID-19 Pandemik | 2019 | 1,6 | -0,77 |
COVID-19 Pandemik | 2020 | 18,7 | -10,05 |
COVID-19 Pandemik | 2021 | 1,8 | 5,69 |
Sosyalizme dönersek, uzun süredir derinleşmekte olan kriz ve artık bir çözüm bulmakta zorlanan kapitalist sistem, özellikle pandemi ile birlikte başta ABD, İngiltere, Fransa ve İtalya olmak üzere böylesi bir salgına ne kadar da hazırlıksız olduklarını gösterip salgınla mücadelede nasıl davranacakları konusunda panik içinde kalarak kapitalist toplum gerçeğine ilişkin ciddi sorgulamaların önünü açtılar. Bununla beraber, Batı’nın gözbebeği ve refah toplumu örneği İsveç gibi “demokratik sosyalizm” iddiasındaki bir ülkede yaşlılar ve “göçmenler” bu salgından hayatını kaybedenlerin ezici bir şekilde çoğunluğunu oluşturarak kapitalist toplum içerisindeki eşitsizliği ve sözde refah içerisinde dahi ayrımcılığın aslında gizlenerek de olsa acımasızca devam ettiğini gözler önüne serdi. Tam bu süreçte ABD’de siyahlara yapılan ayrımcılık ve ölüme varan devlet/polis şiddeti, bir kez daha kapitalizmin aslında ne kadar vahşi bir sistem olduğunu ortaya koydu.
Bu süreçte, yani yeni dünya düzeninin kurgulandığı bir dönemde, yeni dünya düzeni için alternatifler de tartışılmaya başlandı. Aslında çok önceden yapılması gereken ve ideolojik bir birliktelikle beraber dünyayı yaklaşmakta olduğunu düşündüğüm “devrimci durum” noktasına hazırlayabilecek bu tartışmalar, umuyorum ki hızlı bir şekilde somut bir bütünlüğe dönüşecektir. İşte bu alternatifler tartışılırken, sosyalizm bir şekilde tekrar konuşulur oldu. Fakat özellikle Batı dünyası temkinli bir şekilde sosyalizme yeni atıflar yapıp anlamlar yükleyerek bu tartışmayı sürdürmeye niyetli. Bunun en çok öne çıkan formu ise, yazının başında bahsedilen ve yazının tam da ana konusu olan İskandinavya tipi demokrasi veya kendi ifadeleri ile demokratik sosyalizm. Çünkü, bahsi geçen devletlerdeki sistem sosyalizm değil ve kendi gazetelerinin itiraf ettiği gibi bu salgının sorumlusu olan büyüme isteği ve zorunluluğu sosyalizmde mümkün değil, o nedenle ki ortaya yumuşatılmış sosyal demokrasi/demokratik sosyalizm terimleri atılıyor. (İngiliz Guardian Gazetesi: “COVID-19’un sorumlusu tek bir tür var; o da biziz. … Son dönemdeki salgınlar, insan faaliyetlerinin doğrudan sonuçları, özellikle de her ne pahasına olursa olsun ekonomik büyümeye önem veren küresel mali ve ekonomik sistemlerimizin…”) Peki neden bu haliyle olsa dahi tartışılmasına müsaade ediliyor? Bunun arkasında ise kapitalizmin, sosyalizmin kurtarıcılığına ve kendi yapısal çelişkisini gizlemeye olan ihtiyacı yatıyor. Zengin ve fakir ayırmayan, dil ve din ayrımı yapmayan, kadın ve erkek seçmeyen küresel bir salgına karşı ancak birleşerek bir mücadele yapılabilir ve bu da kapitalizmin yapısına aykırı ve onun yapısal bir başka çelişkisidir.
Peki tekrar başa dönelim ve örnek olan İskandinav demokrasilerinde durum gerçekten nedir neyle karşılaşırız ona bakalım. İsveç, nüfusa oranla en fazla ölüm sıralamasında yedinci sırada yer alıyor. Üstünde ise İtalya, İngiltere gibi diğer “gelişmiş” ülkeler var. Kişi başına yatak kapasitesinde İsveç yirmili sıralarda yer alırken örneğin Türkiye yedinci sırada yer alıyor. (Bunda sağlığın turizm olarak kurgulanması ve yapımı tam da pandemi başlangıcına denk düşen şehir hastanelerinin payı büyük.) Peki bu kadar zengin ve “sözde” sosyalist İsveç’te durum neden böyle? Buna cevap olarak öncelikle bir tanıdığımın yorumunu paylaşıyorum: “İsveç’te acil olmadığı sürece rahatsızlığınız ne olursa olsun önce sağlık ocağına gidersiniz. Doktor gerekli görürse sizi uzman doktora yönlendirir. Fakat büyük şehirlerde bekleme süreleri oldukça uzun olduğu için kıçı kırık bir röntgen için aylarca beklemeniz gerekebilir. İsveç sağlık sisteminin cortladığı nokta da burasıdır. Uzman hekim sayısının azlığı ve bekleme süreleri… Kanser hastalarının beklerken vefat ettiği çokça medyada yankı bulmuştur.” Buna karşın hastaneler temiz ve teçhizatlar da oldukça yenidir. Bir kereye mahsus ayakta muayene ücreti alınıyor. Fakat bir doktora ulaşmanız nerdeyse imkansızdır. Sosyalizmde karşımıza çıkan önleyici sağlık sistemi burada daha çok “hasta olma, olursan sorumluluk sende” şeklinde vücut buluyor. Bunun bir başka örneğini alanı genişleterek bir başka demokrasi “timsali” Almanya’dan vermek mümkün. Evet sağlık sistemi ücretsiz ama acil dışında birçok konuda doktora ulaşmak imkânsız! Hatta çoğu branşın doktoru devlet hastanesinde yok!
Veya işsizlik rakamları. Aslında ilk sorgulanması gereken şey. Madem sosyalist veya refah toplumu ülkeleri, o halde neden işsizlik var ve aslında oldukça da yüksek? Çalışanların maaşı dünyanın geri kalanına göre alım gücü açısından iyiyken kendi içerisinde neden alt sınıflar hala varlığını koruyor? Artık insanların özellikle İskandinavya (Nordik) ülkelerinin sosyalizmde olmadığını, hatta ve hatta Avrupa genelinin eşit ve adil bir düzende olmadığını idrak etmeleri lazım. Tıpkı ABD’de Bernie Sanders’in da sosyalist olmadığı gibi. Ne diyor Sanders: “Devletin sokağın aşağısındaki marketi devralmasına ve üretime sahip olmasına inanmıyorum, ama orta sınıfın ve çalışan ailelerin, yani Amerika’nın zenginliğini üretenlerin daha iyi bir yaşam standardına ve gelirlerini aşağıya değil yukarıya çıkmalarına inanıyorum.”
Bu sözler güzel ama sosyalizm değil ve serbest piyasayı reddetmiyor. Aynı şekilde konumuz da olan İsveç ile birlikte Norveç, Finlandiya ve Danimarka gibi demokratik sosyalistlerce örnek gösterilen ülkeler de sosyalist değiller. Evet, kişi başına zenginlik çok daha yukarıda, ekonomik özgürlük ve alım gücü daha yüksek, daha düşük ekonomik eşitsizlik var, etkileyici biçimde eğitim ve sağlık bedava ama bu ülkelerin hiçbirisi sosyalist değil ve bu ülkelerde dahi bugün gerçek sosyalizm tartışılıyor. Bu ülkeler serbest piyasaya sahip kapitalist ülkeler ve refahlarını dünya üzerindeki kapitalist hegemonyanın yarattığı çevreden merkeze akan zenginliklere borçlular. Bunda en başta pandemi ile gündeme gelen yeni dünya düzeninin ana konusu olan bilgi ve bilgi teknolojileri ve onları yürüten beyin göçünü almaları yatıyor ama bu bir başka yazının konusu. Bugün görülmesi gereken, ister eşitsizliğin az olduğu yanılgısının olduğu toplumlar olsun, isterse tüm çelişkileri ile karışımızda sistemi görelim, dünya tarihinde yaşanan bu enteresan süreç kapitalizmin yüzüdür. Yoksul kitleler ve üreten sınıflar, yeni dünya düzeninde evlerinden, bulundukları herhangi bir yerden çalıştırılanlar, ücretlendirmenin yapılamadığı sömürü alanlarındaki yığınlar ve benzeri herkes ama herkes günümüz dünyasında her zamankinden daha yaygın ve daha kalabalıktır. Sadece küresel salgınlara karşı değil, kapitalizmin kendisine karşı her zamankinden daha net bir tavır alış gerekmektedir. Bu tavır alış, bilgi teknolojilerinden hak mücadelelerine, sınıf mücadelesinden burjuva aydınlanma felsefesine, gericilik ve faşizm karşıtlığından her türlü otoritenin reddine kadar her alanda net ve doğrudan olmak zorunluğunu taşımaktadır. Aksi takdirde dünyanın bir tarafı otoriter ve baskıcı rejimlerle yükselen faşizmi yaşarken, bir diğer tarafı kadife kılıflı coplarla korunan(!), çelişkilerin gizlendiği sanal dünyaları yaşamaya devam edecektir. Yeni yüzyılın yeni baskı ve kontrol araçları, yeni ve daha şiddetli direniş araçlarını gerektirmektedir. Devrimcilerin bir adım önde olmaları, tahlil etmelerinden daha öncelikli bir durumdur. “Gelişmiş” ülkelerde de sistemin deşifre edilmesi özel önem taşımaktadır. Bunun araçları karşımızdaki esnek sisteme göre şekillenecek esnek bir örgütlenme modeli olmalıdır. Sosyal medya, alternatif sanal dünyalar, değiş-tokuş dünyasının internet araçları ile mümkün kılınması, bağımsız hücresel örgütlenme yapıları, koşullara özgü sendikal örgütlenme ama yatay eksenli çatı konfederasyonları gibi ulusal ve uluslararası destekli mücadele biçimleri yeni dünyanın esnek saldırılarına karşı farklı cevaplar üretmeye yardımcı olurken; başta öncü olmanın rolünün iyice kavrandığı, politik ve askeri hazırlığın asla ve asla geri bırakılmadığı savunma alanlarının yaratıldığı, sokağın terk edilmediği, sanatın dinci gericiliğe karşı kullanımının sertleştirildiği ve muhalefetin eğilip bükülmeden, her türlü oportünizmden uzak bir şekilde yapıldığı, sosyalizmin kapitalistlerce tahrifine müsaade edilmeden sisteme karşı sert ve net, doğrudan mücadele edilmelidir. Politik eylemlerin ve ilerleyişin olmadığı noktada kapitalizmin kendiliğinden sönümlenmeyeceğini, aksine kendisini yenileyerek tekrar farklı bir yüzle ama daha baskıcı ve daha eşitsiz bir biçimde varlığını devam ettireceğini ne yazık ki geçmişten biliyoruz. Bugün açıktan yaşanamayan faşizmin, başka bir deyişle 3. Paylaşım Savaşı’nın gizli varlığının, bölgesel ve küresel otokratik yönetim biçimlerinin yaygınlaşmasının arka planında yatan politik ekonominin içerisinde değerlendirilmesi gereken konulardan birisi olarak düşünüyorum tüm bunları.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.