Ordusundan polisine, istihbaratından üniversitesine her yerde etkin olmayı başaran, AKP’nin fiilen koalisyon ortağı olmuş, emperyal ilişkileri ve sermaye bağlantıları ile darbe yapmaya kalkışacak kadar özgüvenli devasa bir siyasal gücün, bu nüansı düşünemeyecek olmasını ve planının neredeyse en etkili silahını CHP’nin AYM’ye itirazı ihtimaline bırakacağını ummak gerçekten de lisede ya da üniversitede kulüp ya da dernek seçimine bile katılmamış olanların güncel siyasette pervasızca akıl verici olmaları ironisini barındırıyor
Denebilir ki “Yeter artık! ‘Yetmez Ama Evet’ yazısı okumak istemiyoruz”. Haklı bir serzeniştir. Memleketin bunca derdi varken dert bu mudur? Gerçekten de derdimiz bu değildir. Meselenin yazılarla, had bildirmelerle, suçlamalarla çözülemeyeceğini de iyi biliyoruz. Bu yazının bütün muradı “Yetmez Ama Evet”çilerin argümanlarından en efsane olanının tezviratına son vermektir. “CHP Anayasa Mahkemesi’ne götürmese, HSYK Cemaat’in eline geçmezdi” tezinin yanlışlığını siyasetin matematiği ile gösterme amaçlıdır…
“Şimdi, zurnanın zırt dediği şuraya çok dikkat:
TBMM’den geçen metne göre herkes tek adaya oy verebilecekti. Bu sayede, çoğunluğu elinde tutanlar tulum çıkartamayacaktı. Fakat aynen 2007’deki 367 olayındaki gibi CHP burada da eline-diline hakim olamadı. Yaptığı başvuru üzerine AYM (anayasa değişikliklerine karışamadığı halde) bu hükmü iptal edince, aday sayısı kadar oy verme olanağı doğdu ve Adalet Bakanlığı bürokratlarının hazırladığı liste tulum çıkardı.
Bunun tercümesi: AKP’nin hamilik yaptığı Fethullahçılar yargıyı doldurdu, 2016’nın ardından da, onların mirasçısı olan AKP.
Mesele bu denli basitken, o günden bugüne ‘YAEcileer!’ diye çığrışan laikçi ihvan, meselenin AYM faslı sonrasını bilmezden geliyor. Utanması olmamak böyle tecelli ediyor herhalde.”[1]
Baskın Bey yazısında, 2010 Anayasa Referandumu sonucunda bugünü esastan belirleyen “yargı sopası”nın hem oluşumunu hem de meşruiyetini sağlayan HSYK seçimleri konusunda “Yetmez Ama Evet” tutumunu takınanların en güçlü ve haklı olduklarını düşündükleri argümana sarılıyor. Konu açıldığında kendi içlerinde mutlak doğru bir tez olarak konuştukları ve özgüvenle dile getirdikleri bu tez, CHP eleştirisi içerdiği için başlangıçtan itibaren inandırıcı bir tını taşıyor. Naçizane önerim bu başlıkta da kendinizi kandırmayı bırakın. YAE konusundaki bu en vurucu tezinizi terk edin. “Darbeciler yargılanacaktı” komik ama teknik olarak daha inandırıcı.
Sayın Baskın Oran, bu en kuvvetli tezinizin karşılığının olmadığını üniversite yıllarında sadece “dernekçilik” yapan solcu öğrenciler bile çok iyi bilir. Başta CHP delegeleri olmak üzere kurulları “seçimle gelen” herhangi bir partinin yöneticisi de size bu konuda rehber olabilir. Hadi bunlar zaten size önyargılıdır. Peki o zaman milletvekili adayı olduğunuz HDP, parti olarak değil de bağımsız aday olarak girilen dönemde Diyarbakır’dan sizi aday gösterse idi, belirlenmiş sekiz aday için mahalle mahalle değil yüzlerce oyu, onbinlerce seçmeni nasıl koordine edeceklerini ve sizin seçilmenizi nasıl sağlayacaklarını anlatıversin isterseniz. Siz de bu siyasal matematik konusunda belki biraz aydınlanmış olurdunuz.
“Herkes tek adaya oy verecek”miş de CHP Anayasa Mahkemesi’ne götürüp iptal ettirmese Fethullahçılar ve devamında şimdiki iktidar HSYK’da mutlak hâkimiyet kuramayacakmış!
Ordusundan polisine, istihbaratından üniversitesine her yerde etkin olmayı başaran, AKP’nin fiilen koalisyon ortağı olmuş, emperyal ilişkileri ve sermaye bağlantıları ile darbe yapmaya kalkışacak kadar özgüvenli devasa bir siyasal gücün, bu nüansı düşünemeyecek olmasını ve planının neredeyse en etkili silahını CHP’nin AYM’ye itirazı ihtimaline bırakacağını ummak gerçekten de lisede ya da üniversitede kulüp ya da dernek seçimine bile katılmamış olanların güncel siyasette pervasızca akıl verici olmaları ironisini barındırıyor.
Temel-basit “siyaset matematiği” ortadadır. Yaşananlar HSYK (adli yargı) seçiminde oy kullanma hakkı olan 10.450 civarındaki hakim-savcının en az 5.000’inin Fethullahçı olduğu ve onların güdümünde örgütlü bir koalisyonun parçası olarak da 6.500’e yakın bir oy potansiyeli bulunduğu gerçeğidir.
Bu sayısal veri 15 Temmuz sonrası yaşanan hakim-savcı gözaltıları ve ihraçları ile netleşmiş ve tartışma konusu olmaktan çıkmıştır. (Söz konusu bu kişilerin gerçekten suçlu olup olmadığı, adil yargılanıp yargılanmadıkları, ihraçlarının hukuka uygun olup olmadığı konusundaki tartışma baki kalmak kaydıyla!)
Geri kalanların ise oy vermede ve adaylıkta kısmen anlaşabilecek görece örgütlü 300-400 kişiyi geçmeyen bir “yargı sendikası – derneği” gücü olduğu; diğerlerinin ise kendi dünyasında, kendi egosunda, süreçten, yaşananlardan ve yaşanacaklardan bihaber, gerçekten kişisel tanınırlık ve seçmene yapılacak vaatler üzerinden seçilme umudu taşıyan hakim ve savcı gerçekliğinden ibarettir.
Türkiye’nin her ilinde yapılacak bir seçimde 10.450 kişilik bir seçmen (adli yargıda oy kullanabilen sayısı) oy grubunda en az 5.500 kişilik bir organize grubun seçimi nasıl yaparsanız yapın asil olarak seçilecek 7 kişinin hepsini (evet hepsini) belirleyebileceklerini 18 yaşında aktif solculuk yapanlar öğrenci derneği seçimlerinde öğrenirler. Baskın Oran’ın bu konulardaki deneyimini bilemiyorum. Ama argümanı sık sık tekrarlayan Aydın Engin’in ona 80 öncesinde her fraksiyondan kişinin bulunduğu 200 üyeli bir öğrenci derneğinde 95 kişilik örgütlü İGD’li varsa ya da 78 yılı DİSK’inde olduğu gibi herhangi bir sendikada “partililer” delegede toplam sayının yarısına yaklaşmışsa, orada seçimi nasıl yaparsanız yapın, ister herkes tek adaya ister herkes seçilecek aday sayısı kadar kişiye oy versin yönetimin ya da delegelerin tamamını nasıl kazandıklarını (kazanabileceklerini) kendisine anlatsın. Kaldı ki verdiğimiz örnekler aşırı politizasyonun olduğu, karşıdakilerin de belli ittifaklar yapabileceği bir iklime aittir. 2010 yılı hakim-savcı ortamında Cemaat dışında böylesi bir politizasyonun, örgütlülüğün, ortak amaç için feragat edebilmenin esamesinden bahsedilemez.
Nitekim 2010 HSYK seçiminde adli yargı için 165 aday başvurmuş, herkes 11 adaya oy verebilir hale gelince bunlar içinde Fethullah-AKP koalisyonunun her asil adayı 5.191-6.401 aralığında oylar almış, kalan oylar diğer 150 aday arasında paylaşılmış ve asil (7) ve yedek (4) kişilerin hepsini bu koalisyon belirlemiştir.
Uzatılmaması gereken bu basit konuda işin özüne gelirsek; her hakim ve savcı tek bir kişiye oy verebilecek halde kalsa idi yani “CaHaPe” AYM’ye başvurmasa idi ne olacaktı?
Şu olacaktı: Cemaat koordinasyonunda dönemin koalisyonu 5.500 kişilik oy potansiyelini adaylarına paylaştıracak çok ufak sapmalarla kendilerinin her bir adayı sadece asilleri hedeflerlerse 800 civarında, yedekleri de almaya kalkarlarsa 500-550 aralığında oylar alacak, kısmen örgütlü ama çok sesli ve çok renkli “YARSAV”dan en az 4-5 aday çıkacak, çıkan adayların her biri alemi cihan olsa maksimum 250-300 (çok iyimser!) civarında oylar alacak, geri kalan 150 adayın büyük kısmı 30-40 civarı oylar alacak, bir kısmı ise oda arkadaşının oyu ve belki Maho Ağa gibi kendi oyu dışında eşinden alacağı oylarla yetinecekti.
Hatırlatma babında söyleyelim, bu veriler ve sayılar dikkate alındığında sadece ve sadece “listeler” halinde girilen ve nispi temsil esasına dayanan bir seçim yönteminde YAE’cilerin argümanının hayatta kısmen karşılığı olur, karşılarında tek bir liste yapılması başarılırsa belki bir kişi cemaat ve koalisyonunun listesini delebilirdi. Oysa bu, o dönemde lafı bile edilmemiş bir seçenektir.
Tabii, Cemaat ve koalisyonu dışında kalanlar neden işbirliği yapıp bir başka 5.500 (!) kişilik organizasyon haline gelmediler diyerek suçlamaya ya da savunmaya devam edilebilir kuşkusuz. Ancak o zaman siyasetin sadece “dernek seçimi taktikleri” kısmına değil esasına, felsefesine dair şüpheler uyanmaya başlar ki, bu Baskın Bey için gerçekten haksızlık olur. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde derslerde anlatılır mı bilmiyorum. Ama siyasetin “Hayat Bilgisi” derslerinde bu tablo ile sık sık karşılaşılır.
Durum bu kadar açık ve gördüğümüz kadarıyla en azından bu işlerde Cemaat ve zamanın koalisyonu hiç de saf ve aptal değilken gözünüz neden bizi kesiyor? Bu argüman üzerinden “Yetmez Ama Evet” savunusu en azından “öğrenci derneği seçimlerine katılmış solculara” hakaret olmuyor mu?
Gerçi birçok yönü elbette eleştirilebilecek olan “geleneksel devrimci-sosyalist” yapıları eksikleri üzerinden değil de “darbecilikle”, “laikçi İhvan” olmakla suçlayabilen pervasızlığa ve Halkevleri’nin “parasız eğitim-parasız sağlık” kampanyasını “çağdışı” gören egosantriklere ne desek boş.
Bu yazı da zaten adı geçeni ikna için değil, yazılarını okuyup argümanları ile karşılaşanlar için bilgi notu mahiyetinde yazılmıştır.
*Bütün veriler www.ysk.gov.tr sitesindeki HSYK seçimleri sayfasından alınmıştır.
[1] Baskın Oran, “Yazması olup da okuması olmayan laikçi ihvana son defa”, Artı Gerçek, 13 Ağustos 2020.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.