IMF’nin küreselleşme sürecini ve Belarus’un neoliberalizmin ilkeleriyle tamamen çelişen başlangıçtaki konumunu aklımızın bir köşesinde bulundurursak, durumun tam bir felaket olacağını öngörmek zor olmayacaktır. Ukrayna gibi benzer örneklerden de bunun yakında faşist çetelerden destek istemeye varacak bir felaket olacağını öngörebiliriz
9 Ağustos’ta gerçekleşen seçimlerde Lukaşenko’nun kazanmasının ardından Belarus’ta kargaşa şiddetleniyor. Sokak eylemlerinin destekçileri ise pek çok diğer özgürlük ve bağımsızlık şampiyonunun yanı sıra ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ve üst düzey AB temsilcileri gibi meşhur demokrasi ve insan hakları savunucuları. Bu protestolar ve ötesine ilişkin jeopolitik entrikalara değinmek istememekle birlikte, protestoların başarıya ulaşması halinde Belarus’un neoliberal geleceğinin gelişimini göstermek için benzer geçmiş protesto tecrübelerine başvurmak istiyoruz. Bir başka deyişle, bu, Belarus’un iç dinamiklerine ilişkin derinlemesine bir analiz değilse de, neoliberal saldırganlığın karakteristiğine dair bir analizdir.
Emekçi kitlelerin protestolara katılımını sadece komplo ve dış güçlerin oyunlarıyla açıklamak haksızlık olurdu. Yabancı istihbarat servisleri her ne kadar güçlü olursa olsun, durduk yere büyük ölçekli eylemler örgütleme kapasitesine sahip değiller. Bunu anlayabilmek için, eylemlere katılan ama niyeti eylemleri ele geçirmek olan liberal grupları uzak tutmak için mücadele eden işçi kolektiflerinin taleplerine bakmak yeterli olacaktır:
Küresel güçlerin desteğinin, yurttaşların yaşam standardını yükseltecek meşru taleplerinden uzak olduğu apaçık. Bunu nasıl anlıyoruz? Otpor’dan bugüne renkli devrimlerin tarihine bir göz atalım: Başarılı bir darbenin başarılı bir ekonomik gelişmenin önünü açtığı bir örnek bulalım. Burada “başarılı”dan kastımız, uğraşıp didinen halk kitleleri için başarılı olmuş olması… Hani şu “kitleler”, “bir avuç” yüzde 1 değil yani. Sorun değil, aklınıza bir örnek gelene kadar bekleyebiliriz.
Neden böyle? Renkli devrimlere Küresel Kapitalizm düşünce okulu (William Robinson, Leslie Skler, Jerry Harris, Jeb Sprague ve diğerleri) üzerinden bakacak olursak siyah beyaz resmi göreceğiz: Darbenin asıl amacı bu ülkeleri neoliberal ilkelere göre kapitalist dünya sistemine entegre etmek. Diğer bir deyişle, ekonominin ulus devletler üzerinde otoritesi bulunan dünya kurumlarının – IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü, vb- boyunduruğu altında sözde “serbest piyasa” (işçiler hariç herkes için sermaye ve yatırımın, güçlü ülkelerin nesli tükenen hayvan türleri gibi korunduğu yerel pazarlardaki tekeli de dahil olmak üzere, serbestçe aktığı pazar) kurallarına göre işlemesi için dönüşeceğini farz eder. Bu aynı zamanda devlet yönetimi, hukuk ve diğer devlet organlarında, öncelikle yabancı mülkiyeti, fikri mülkiyet hakları, patentler vs. olmak üzere yukarıda bahsettiğimiz ekonomik regülasyonların teminat altına alınacağı reformlar anlamına gelir.
Peki bu, pratikte nasıl işleyecek? Darbeyi müteakip, IMF başkanının neoliberal formüle uygun olarak belirleyeceği bir “teknokratik” hükümet kurulur. Neoliberal formülde neler bulunur? IMF kendi reçetelerine Yapısal Uyum Programı (SAP) adını verir ve bu reçetenin esas baharatı, özelleştirme ve piyasa denetiminin kaldırılması yoluyla devlet harcamalarının azaltılmasıdır. Diğer bir deyişle, size parayı verirler ama bir takım belirli koşullarla… Tanıdık geldi mi?
Bu politika bir yoksulluk ve sefalet sarmalı yaratır. Özelleştirme işsizliğin artmasına yol açar, böylelikle işçiler arasında maaşların düşmesiyle (en iyi ihtimalle artmamasıyla) karşılık bulacak olan rekabeti yükseltir. İşçi haklarının ellerinden alınması aynı zamanda işveren maliyetlerini düşürür ki bu da reel ücreti düşürürken, tazminat hakkını azalttığı gibi işten çıkarma olasılığını yükseltir. Taşeronlaşmanın başka sonuçları da ortaya çıkacaktır: geçici istihdamın, kısa dönemli (örneğin saat ücretli) sözleşmelerle birlikte, sözde kendi hesabına çalışanların da (örneğin şirket sizi özel kişi olarak değil tüzel kişi olarak işe alır, böylece malzeme, ekipman, sigorta, ulaşım, yakıt, tatil, hastalık izni vs. tüm çalışan maliyetlerinizi kendiniz karşılamanız gerekir.). Neoliberal mantık, her ne kadar yaşam kalitesine hiçbir katkısı olmasa da tüm bunları istihdam artışı olarak lanse eder. 100 adet tam zamanlı işçiyi istihdam edecek bir işiniz varsa ve çalışan maliyetlerini kendi üstlenen 200 adet yarı-zamanlı işçi çalıştırıyorsanız, işverenin masrafları azalırken, yarı maaştan daha da düşük ücretle çalışan 200 çalışanınız var demektir. Burada taşeronlaşmanın bir diğer sonucuyla karşılaşıyoruz ki bu da örtük ekonomi değilse, mevcut yönetmeliklerin ihmali ve esnek çalışma koşullarıdır. İşçilerin ya da şirketin tasarruf edebilmesi için güvenlik talimatları ihlal edilir, vergi ve sosyal güvencelerden kaçılır.
Taşeronlaşmanın etkisiyle yatırımcı karını katlarken, işçilerin brüt ve net ücretlerinde apaçık bir düşüş görülür. Ancak böylesi bir durumda devletin vergi hasılatı da önemli ölçüde düşecektir. Öncelikle, taşeronlaşmanın armasından dolayı, ikincisiyse IMF politikaları vergileri düşüren yatırımlar için teşvik edici tedbirler ve zorunlu olarak devlet tedbirlerinin gümrük vergileri ve tariflerde indirimlerle ortadan kaldırılmasını kapsadığı için. Böylece ulusal ekonomi rekabet dışı kaldığı dünya piyasasının insafına terk edilir, bu da yeni özelleştirme, iflas, işsizlik döngüsüyle yukarda tanımladığımız süreci müteakip çöküşüne yol açar. Boşalan devlet hazinesi, aynı zamanda emeklilik fonu, sağlık sistemi ve servet dağılımı gibi sosyal güvenlik sistemlerinin lağvedilmesi anlamına gelir. Böylece zenginler servetlerini büyütürken, yoksullar daha da yoksullaşacak, sayıları artacaktır.
Bu durumu dünya sistemi analizi üzerinden yorumladığımızda, şu trendlerle karşılaşırız:
Küreselleşmenin içinde yer aldığı büyük resme dair bir fikir geliştirdiğimize göre esas konumuza dönelim: Belarus.
Belarus’a dair resmi verileri kabul edecek olursak, işçilerin yüzde 55’i kamu şirketlerinde, yüzde 48,8’i özel şirketlerde ve yüzde 1,6’sı yabancı şirketlerde çalışıyor. Bunun yanı sıra Belarus piyasası, özelliklede işgücü piyasası gayet düzenli – devlet belli bir yaşam standardını, servet dağılımını ve yardımları üstleniyor. Aynı zamanda ulusal ekonomi de UNECE (Birleşmiş Milletler Avrupa Ekonomik Komisyonu) çalışmaları gereğince bir dizi ticari sınırlandırmayla korunuyor.
IMF’nin küreselleşme sürecini ve Belarus’un neoliberalizmin ilkeleriyle tamamen çelişen başlangıçtaki konumunu aklımızın bir köşesinde bulundurursak, durumun tam bir felaket olacağını öngörmek zor olmayacaktır. Ukrayna gibi benzer örneklerden de bunun yakında faşist çetelerden destek istemeye varacak bir felaket olacağını öngörebiliriz.
Bu yalnızca tarihsel örneklere ve küresel güçlerin eylemcilere verdiği desteğe dayanan bir varsayım mı? Hayır. Bu, bu örneklere ve desteğe olduğu kadar, muhalefetin başkan adayının şu talepleri açıkça sunduğu programa da dayanıyor:
Belarus’ta emekçilerin çıkarlarını savunanların haklı taleplerle itirazlarını yükselttiklerini görüyoruz. Ancak Lukaşenko’yu götürme hedefi ile yola çıkan ve sürecin ana belirleyeni olan aktörlerin niyetlerinin de neoliberal bir tahayyülle bambaşka bir gelecek vaat ettiğini de görüyoruz. Hal böyle iken Belarus’un akıbetine dair hala şüpheleriniz var mı? Daha iyi bir yaşam taleplerinin küreselleşme yararına kullanıldığı günümüzde yurttaşların tarafında durmayı tercih ediyorsanız, kendinize, yarın son derece olası bir şekilde emekçi kitlelerin dibi boyladığında ve aşağıda bir bodrum kat daha olduğunu fark ettiğinde aynada ne göreceğinizi sorun. Daha iyi bir yaşam taleplerinin küreselleşme yararına kullanıldığı günümüzde yurttaşların tarafında durmayı tercih ediyorsanız, kendinize, yarın son derece olası bir şekilde emekçi kitlelerin dibi boyladığında ve aşağıda bir bodrum kat daha olduğunu fark ettiğinde aynada ne göreceğinizi sorun.
*Emin Duraku tarafından İngilizce kaleme alınan bu yazı Sena Çenkoğlu tarafından çevrilmiştir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.