Madem yanlış anlaşılmalar önlenmeli; Derrida’da yanlış olanın Marksist açıdan ne olduğu gösterilmeli, tartışmalı üçüncü pozisyonlara yer bırakılmadan. Ülkemizde Marksizm adına en yetkin isimlerden biri olan Çulhaoğlu’ndan bunu görmek haklı talebimiz sayılmalı
“Siyasetin siyasetçilere bırakılmayacak kadar ciddi bir iş olduğu sonucuna ulaştım.” Ne kadar doğru bir noktaya varmış birinin sözü gibi duruyor. Oysa sözün Charles de Gaulle’e ait olduğunu öğrendiğimizde işin rengi değişiyor. Sözlerin anlamının, hangi ağızlardan çıktığına, hangi bağlamda kullandığına göre değişebileceğine dair verilebilecek belirgin örneklerden biridir bana göre bu. Metin Çulhaoğlu, İleri’deki yazısında 1992 yılında Jacques Derrida’ya Cambridge Üniversitesi’nce onursal doktora verilmesine yönelik itirazları “yeni” öğrenerek, itirazcıların pozisyonları üzerinden entelektüel câmiada (özellikle post-yapısalcılığın etkisiyle) kasti kapalılığa, obskürantist eğilimlere işaret etmiş[i]. Aslında, bu itiraz vakasına dair bilginin Türkiye’de herhangi bir “teori” dersi almış sosyal bilimler öğrencileri arasında yıllardan beri genel bir bilgi olduğunu, hocalar tarafından kıta ve analitik felsefe gelenekleri arasındaki farklara dair öğrenciler için kısayol anekdot olarak kullanıldığını varsayarsak, Çulhaoğlu’nun buluşu epey eskimiş gözüküyor. Tartışmanın eskimiş olması hiç önemli değil, doğaldır; sorun ise itirazcıların argümanları, ideolojik pozisyonları ve onların “bizimle” ilgisi kısmında. Yani, W. Quine ve kendi Sidney Üniversitesi’ndeki bölümünde radikallere savaş açmış David Armstrong gibi analitik felsefenin muhafazakâr beyinlerinin Derrida’ya karşı argümanlarını alıp onları kendimiz için mi kullanacağız noktasında. Onların, akıl, bilim, açıklık gibi taleplerinin aynısını Marx’a, Freud’a, Hegel’e, Adorno’ya vs. karşı kullanıp bir yana ittiklerini görmeyecek miyiz? Çulhaoğlu, yanlış kalkış noktaları seçiyor. Yer darlığından veya kısa yazma tercihinden bahsedecekse, bu tür içi doldurulmamış savların yararından çok zararının olacağını düşünmeli. Madem yanlış anlaşılmalar önlenmeli; Derrida’da yanlış olanın Marksist açıdan ne olduğu gösterilmeli, tartışmalı üçüncü pozisyonlara yer bırakılmadan. Ülkemizde Marksizm adına en yetkin isimlerden biri olan Çulhaoğlu’ndan bunu görmek haklı talebimiz sayılmalı.
Çulhaoğlu hoca, yazısının sonunda Derridacıların linçine maruz kalabileceğini tahmin ediyor ve de bekliyor sanırım. Benim onlardan olma niyetim yok, kendisinin “açıklık/derinlik” hakkındaki kaygılarını, post-yapısalcılara karşı duruşunu kısmen paylaşıyorum. Fakat, taraflar arası tartışmada aceleci tavır almasıyla, Derridacılardan güzel bir cevap alırsa da müstahak görmek lazım.
Madem eski defterler açılmış, ben de bu vesileyle aklıma gelen ve kısa bir aramayla eriştiğim, onunla en sert polemiklere girişmiş[ii] Terry Eagleton’un Derrida’nın ölümünün ertesinde The Guardian’da çıkan bir düzeltme yazısını çevirmekle yetineyim.
*
“Jacques Derrida’ya Cambridge Üniversitesi’nce onursal doktora verilmesinin geri çekildiğini söylemiştik, ama üniversite bu kararını daha sonra düzeltme aklıselimini gösterdi. Aslında, onu onurlandırma teklif edilmişken, öğretim üyeleri tarafından oylandığında kabul edenler fazla çıkmıştı.
İngiliz hödüklüğü [philistinism] dallanıp budaklanıyor, hele de ‘Fransız filozof’ kelimeleri telaffuz edilince. Bu hafta The Guardian’ın evde yetişmiş entelektüelleri, Jacques Derrida’nın ölümüne şaşkın, dangalakça tepkiler gösterdiler. Ya onu okumamışlardı ya da çalışmalarının, bildiğinizi düşündüğünüz anlamlarda olmayan kelimeler üzerine olduğuna inanıyorlardı. En nihayetinde de sadece bir sürü zırvaydı.
Bu kafayla, savaş sonrası Fransız düşünürlerinin en seçkinlerinden olan Derrida, Cambridge Üniversitesi onursal doktorasından geri çevrilmişti. Bu ukalalara göre Derrida, kelimelerin istediğiniz her anlama gelebileceğini, hakikatin kurgu olduğunu, bu dünyada metin dışında bir şeyin olmadığını savunan yıkıcı bir nihilistti. Onların gözünde, tehlikeli bir anarşist, şair ve soytarı karışımıydı.
Ona oy vermeyen hocalar, muhtemelen hiçbir kitabını okumamış, ‘titiz’ akademik tiplerdi. Onun radikal, gizemli, Fransız, fotojenik, öğrenciler arasında hayli popüler biri olduğunu biliyorlardı. Üniversite, kararını değiştirme aklıselimi göstermiş olsa da birçok akademisyen onu felsefeyi yıkıp, kendilerini maişet derdine düşürecek bir adam olarak görüyordu.
Aslında Derrida, Platon’dan Heidegger’e felsefe panteonunda yerinden hoşnuttu. Oluşturduğu felsefi yöntem olarak yapıbozum, fikirleri yıkmak değil, onları ayrışacakları ve içlerindeki gizil çelişkilerini ortaya çıkaracak noktaya sürüklemektir. Olduğu gibi kabul etmeyip, öyle sanılan aleni-hakikatlere karşı okumalar yapmaktır. Akademi, Derrida gibi düşünürlerin detaylı okumalar yerine soyut teorilerle daha ilgili olduğunu iddia eden, haklılığı kendinden menkul zırvalarla doludur. Aslında onun sanat ve felsefe eserlerini ele alışı, birçok eleştirmeninin sandığından daha çarpıcı orijinallikte ve karmaşıklıktadır.
Derrida için bunlar sadece akademik bir gaye değildi. İlk büyük eserleri, Mayıs 68 siyasal patlamaları arifesinde ortaya çıktığında Fransız Komünist Partisi’ne eleştirel ama yakın bir konumdaydı. Parti, Fransızların Cezayir’i bastırmasını korkakça desteklediği ve de kendisi Cezayir Yahudilerinden olduğu için, resmi Marksizm’le mesafeli ilişkileri anlaşılabilir.
Fakat o, sadık bir siyasal sol üyesi olarak kalmaya devam etmiştir. Marksizm gibi klasik sol fikirleri marjinallere, sapkınlara açmaya çalışmıştı. Bu yönüyle projesinin, Raymond Williams, E.P. Thompson, Stuart Hall ve Britanya’da 1970’lerin feministleri ile yakınlıkları vardı. Mayıs 68’in mirasının hayati bir kısmı artık söndü.
Derrida bir keresinde “kadın gibi yazmak” istediğini söylemişti. O, Kierkegaard’dan Wittgenstein’a yeni bir felsefi yazış stili icat eden anti-filozoflar soyuna mensuptu. Nizami düşüncenin kesinkes birbirlerini dışlayan zıtlıklara dönüştüğünü anlamıştı: iç/dış, kadın/erkek, iyi/kötü. Bu paranoyak antitezleri, yazışındaki kabiliyet ve canlılıkla gevşetti. Böylece, içinden çıktığı kesimler, sessizler adına konuşabildi.” (T. Eagleton, 18 Ekim 2004, The Guardian[iii])
*
Eagleton, bir Derrida biyografi kitabını ele aldığı yazıyı da şöyle bitiriyor:
“O, yeni bir yazış ve felsefe yapış stili icat ettikleri söylenebilecek Kierkegaard, Nietzsche ve Marx’tan Adorno, Wittgenstein ve Walter Benjamin’e uzanan onurlu anti-filozoflar soyunun son mensuplarından biriydi.
Derrida’nın her yazdığı herkese göre değildi. Retorik soruları aşırı kullanmak gibi, kolayca parodiye dönüşebilecek, irrite edici huyları bulunuyordu. “Söylemek nedir? Bunu dahi nasıl söyleyebiliriz? Söylediğini söyleyen bu ‘ben’ kim?”
Öyle bile olsa, Cambridge’nin taşralı asilzadeleri [backwoodsmen: dağlı, yontulmamış anlamının yanı sıra parlamentoya pek sık uğramayan aristokrat anlamı da var. HK] yanılıyorlardı. 2004’te kanserden ölen ve arkadaşlarına hayatı olumlamalarını öğütleyen Derrida bir nihilist değildi. Kavramsal dinamit fitiliyle Batı uygarlığını havaya uçurmayı da istemiyordu. En yalın haliyle; hakikatten, aşktan, kimlik ve otorite üzerine konuştuğumuzda, ne demek istediğimizi tam olarak bildiğimizi sandığımız anlarda, bizi biraz daha az kibirli kılmak istiyordu.”[iv]
Dipnotlar:
[i] M. Çulhaoğlu, “Anlaşılmaz olan mutlaka ‘derin’ mi sayılmalı?” https://ilerihaber.org/yazar/anlasilmaz-olan-mutlaka-derin-mi-sayilmali-114902.html
[ii] T. Eagleton “Marxism without Marxism”, M. Sprinker (der.) Ghostly Demarcations: A Symposium on Jacques Derrida’s Specters of Marx, London: Verso, 2008
[iii] T. Eagleton “Don’t deride Derrida” https://www.theguardian.com/education/2004/oct/15/highereducation.news
[iv] T. Eagleton, “Derrida: A Biography by Benoît Peeters – review” https://www.theguardian.com/books/2012/nov/14/derrida-biography-benoit-peeters-review
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.