Büyükada Davası’nın gerekçeli kararı açıklandı. Mahkeme, sivil toplum örgütü temsilcilerine hapis cezasını “taşeronluk” iddiasıyla gerekçelendirdi. ByLock kullanan biri tarafından aranmak ve şüpheli bir e-posta almak gerekçeye dayanak yapıldı. Gökçer Tahincioğlu, kararın üst mahkemelerde onaylanması halinde “taşeronluk” suçlamasının vahim sonuçlar doğuracağına dikkat çekti
Kamuoyunda “Büyükada Davası” olarak bilinen, Uluslararası Af Örgütü başta olmak üzere sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin yargılanıp hapis cezası aldığı davanın gerekçeli kararı açıklandı.
İstanbul 35. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 105 sayfalık metnin sadece 5 sayfasında yer verilen gerekçe, kararın kendisi kadar ibretlik oldu.
Uluslararası Af Örgütü’nün iki eski yöneticisinden Taner Kılıç’ı “örgüt üyeliği”, İdil Eser’i ise “örgüte yardım” iddiasıyla, sivil toplum örgütlerinin temsilcileri Günal Kurşun ve Özlem Dalkıran da benzer biçimde “örgüte yardım” iddiasıyla cezalandıran mahkeme, bu kararını “sanıkların sivil toplum üzerindeki etki güçlerini kullanarak taşeronluk yaptıkları” iddiası ile gerekçelendirdi.
“Taşeronluk” gerekçesine dayanak olarak ByLock kullanan birisi tarafından aranmak, şüpheli bir e-posta almak ve toplumsal bir olayla ilgili görüş sahibi olmak gösterildi.
Kararda karşı oy kullanan mahkeme üyesi ise bilirkişi incelemesinde Taner Kılıç’ın telefonunda herhangi bir programın kurulup kaldırıldığına dair bir iz veya banka hesabında bir hareketlilik bulunmadığını, Eser, Kurşun ve Dalkıran’ın bilgisayar ve telefonlarından çıkan materyallerin neden suç oluşturduğunun da belirsiz olduğuna dikkat çekti.
Büyükada Davası’nın gerekçeli kararını T24 yazarı Gökçer Tahincioğlu köşesinde değerlendirdi.
“Taşeronluk” suçlamasının hukukta hiçbir yeri olmadığını fakat bu gerekçeli karar ile birlikte ilk defa hukuk literatürüne girdiğini söyleyen Tahincioğlu şu yorumu yaptı:
İstinaf mahkemesi ve Yargıtay, bu tartışmalı karar için ne yapacak göreceğiz. Ancak istinaf ve Yargıtay’ın kararlarının da aynı yönde olması durumunda, sadece sivil toplum için değil herkes açısından ortaya vahim bir sonuç çıkacak.
Buna göre, Türkiye yargısı, herkesin kendisini arayan, mail gönderen biri nedeniyle cezalandırılabileceğini, herhangi bir görüşü savunursa kendisini cezaevinde bulabileceğini hüküm altına almış olacak.
Tahincioğlu’nun yazısının tamamı için tıklayın.
Sendika.Org