HDP’yi siyaset alanından söküp atma, “bölge” siyasetine sıkıştırma, marjinalleştirerek Türkiye halkları ile kurduğu demokrasi bağını koparma stratejisinin, hayatın ve mücadelenin her alanında yürütüldüğü görülmek zorunda. “Çekilme” söylemi, tam bu noktada, HDP’ye “Kelleni gönüllü olarak giyotine uzat” demek anlamına gelecektir
Demokratik zeminin olabildiğince daraltılması, zapturapt altına alınarak hareketsiz bırakılması, nefes almanın, itiraz etmenin, yaşamı onarmanın, özgürlüklerin ve bedeli ödenmiş her kazanımın gaspı olduğu konusunda sanırım herkes hem fikirdir.
Soluğumuz kesiliyorsa, çaresizlik duygusu insanları sarıyor, sokaklar yalnızlaşıyor, dayanışma küçülüyor, kimsesizlik duygusu kahrediyor ve kendi içine doğru kapanıp, “ne olacaksa olsun” diye savruluyorsa, bunun tek nedeni gücü elinde tutanların ve tüm yaşam alanlarını gasp edenlerin, devletin tüm imkân ve olanaklarını şiddete dönüştürme kabiliyetidir.
İronik ama elini “güçlü” kılan şey kaybetmiş olmasıdır. Bunu biliyorlar ve iktidarı şiddet siyaseti ile koruyup, kollamaya çalışıyorlar. Muhalefetin zayıflıklarını değerlendirip bindirmeler yapıyorlar. Ana muhalefet ve çeperinin devlet zaafı ile onun dışında kalanların bu çeperle kurmak zorunda kaldığı demokrasi ilişkisi ve “koşullar” doğal olarak bir alan sıkışması da yaratıyor.
“Yerimizde sayıyoruz” görüntüsünün bu alan sıkışmasının yarattığı handikaplarla da çok bağı var lakin HDP’yi siyaset alanından söküp atma, “bölge” siyasetine sıkıştırma, marjinalleştirerek Türkiye halkları ile kurduğu demokrasi bağını koparma stratejisinin, hayatın ve mücadelenin her alanında yürütüldüğü de görülmek zorunda.
“Çekilme” söylemi, tam bu noktada, HDP’ye “Kelleni gönüllü olarak giyotine uzat” demek anlamına gelecektir.
Demokratik zemini ve itirazları ne “yasal” olmaya sıkıştıran, ne de hakikati, gücü elinde bulunduranların belirlediği “yasal” zemin içinde ifade eden bir HDP var karşımızda. Aksine, HDP’nin çıktığı ve kendini var ettiği zemin, tamamen meşruluk mücadelesi üzerine kurulu olduğu için, bugün iktidarın hedefinde.
HDP’nin yükseldiği meşruluk zemini ile iktidarın çizdiği “yasal” zemin arasında çok uzun zamandır sürüyor bu irade savaşı. O savaşın görünen yüzü tutuklamalar, yargılamalar, kelepçeler ve cezaevleri oluyor.
Demirtaş’ın “Tahliyemi talep etmiyorum” sözü bir meşruluk ilanıdır. Figen Yüksekdağ’ın “Teslim olmayacağız” sözü bu meşruluğun en keskin ifadesi olarak duruyor.
Hukukun ve adaletin keyfiyete bağlandığı, en temel hakların bile “tehdit” olarak belirlendiği, her hak talebinin devletin bekasına karşı “düşmanlık” olarak tanımlanıp, düşman hukukunun işletildiği bir yerde, aslolanın yasallık değil, meşruluk olduğu ve bunun özgürlük ve demokrasi mücadelelerinin temeli olduğu, bedeli ağır ödenmiş bir hakikattir ve tartışma dışıdır artık.
Tüm bu giriş, HDP’nin meclisten, belediyelerden çekilmesi gerektiğine dair kurulan cümlelere, çağrılaradır biraz aslında. “Çekilme” çağrısı elbette demokratik zeminin boşaltılması anlamında kullanılmıyordur ama unutulmaması gereken, bugün HDP’nin var olduğu, kendini yaşattığı hiçbir alanın kendisine lütfedilmediğidir. Hepsi kazanılmıştır ve bunun içinde devasa bir emek olduğu tartışmasızdır. Ne meclis ne de belediyeler bir lütuf olarak sunulmuştur HDP’ye.
Demokratik alandan “çekilmek” sözünün bir karşılığı var mı tartışılır ama “çekilmek” sadece meşruluk zemini üzerine kurulmuş bir mücadeleyi sekteye uğratmayacak, daha kötüsü tüm milliyetçi, şoven güçlerin hızla bu alanı doldurmaları ile sonuçlanacak ve iradenin demokratik alanda kendini bir güç olarak var etmesinin önü kesilecektir.
HDP, Türkiye siyasetinin demokrasi, barış ve özgürlük yüzüdür. Bunu, bu kadar net ifade edebilmemizin sebebi de başına gelenler, getirilenlerdir. Bu en görünür ve en net yanıdır.
Temsil gücünü, iradesini, kazanılmış alanlardan “çekmek”, kaybetmiş olmayı kabul etmektir. Daha açık söylersek, Türkiye siyasetinin en temel demokrasi gücünün, kendisini kendi elleriyle tasfiye etmesi anlamına gelir. “Çekilmek” kısa vadede duyguları hoş edebilir, “görün şimdi gününüzü” öfkesini yatıştırabilir ama uzun vadede, hem kitlelerin güven duygusunu ve kararlılığını hem toplumsal mücadelenin öncüsü olma yeteneğine ciddi bir darbe vuracaktır ve hiç kuşkusuz devlet çizgisinde buluşan muhalefetin de ortak olduğu bir yok etme hamlesi, “devlet aklı” olarak çöreklenecektir ortama.
“Çekilmek” kitlelere, demokrasi, özgürlük ve barış mücadelesine ne kazandıracaktır? Yüzbinler, milyonlar bu kararı alkışlayıp, HDP binalarına, demokratik kitle örgütlerine, partilere akın edip, baskılara ve şiddete karşı bir barikat mı oluşturacaktır? Hayır, elbette bu gerçekçi olmaz. Öyleyse neyi ispatlamış olacak “çekilmek?” İktidarın gayri meşruluğunu mu, baskıcı ve otoriter olduğunu mu, tek adam diktası kurduğunu mu? Bunu bilmeyen, görmeyen, anlamayan bir muhalefet kitlesi var mı? Yok.
Hepimiz, sorunun temelinde yakın geçmişte yaşanan acıların ve travmaların olduğunu biliyoruz. Sokaklar boşsa, sahiplenme zayıfsa, destekliyor ama gözükmek istemiyorsa, anlıyor ama ifade etmiyorsa, inanıyor ama bunu göstermiyorsa, kızıyor, öfkeleniyor ama bunu içine atıyorsa, elbette çok nedeni vardır ve bu çok anlaşılır bir durum.
Nedenlerini ve koşullarını düşünmek, kitlelerin hangi zeminde kendilerini meşru gördüklerine bakmak (yani sokağı okumak) ve hangi zemin içinde siyasi erke karşı hesaplaşmasını yaptığını, bunu nerede, nasıl kullandığını görmek ve buna uygun politik bir hat ve söylem oluşturmaktır belki asıl mesele.
Bu yanıyla, “çekilme” söyleminin yerine, nasıl güçlendiririz, nerede tıkanıyoruz, nasıl aşabiliriz, elimizi bağlayan sorunlar, sıkıntılar neler vb birçok soruya cevaplar üretmek, hem siyasetin psikolojisini, hem bölgenin, hem de kitlelerin psikolojisini doğru tanımlamak, siyaset yapma, politika üretme ve bunu hayata geçirme biçimine dair önemli veriler sunabilir.
Sadece insanların korku ve kaygılarını besleyen söylemlerden uzak durmayı değil, aynı zamanda kime “borçlu olduğumuzu” her defasında hatırlatan ve “başa kalkma” aracına dönüştüren tarzdan ve “göze görünme” yolunun buradan geçtiğini sanan tarzdan da uzaklaşılmalı.
Siyaset dilini, toplumun en geniş kesimlerini, demokratik ve meşru duruşun içine alacak şekilde yaratıcı hale getirmek, dar, şekilci ve kaba söylemlerden sıyrılarak, doğru zamanda, doğru sözü örmek, yeniden “BİZ” olmanın yani kenetlenmenin önemli bir aracı olacaktır.
“Tahliyemi talep etmiyorum” diyen Demirtaş’ın, bulunduğu koşullarda dahi kitlelerle bağ kurma, bunun yolunu, yöntemini yaratma inadı, Figen Yüksekdağ’ın “teslim olmayacağız” seslenişi, tutuklu ve henüz tutuksuz belediye başkanlarının, milletvekillerinin cezaevlerini ve yıllarca tutsaklığı göze alan inançlarını yan yana koyduğunuzda, aslında savunulması gereken şeyin kazanımlar ve inat olduğu daha fazla ortaya çıkar.
Bugün, inatla ve kararlılıkla ayakta kalanlar, kazanımlarını savunanlar, bunu direnerek ve sahiplenerek yapanlar, yarının belirleyici gücü olacağını söylemek yanlış olmayacaktır.
HDP’nin bu süreçten ayakta kalarak çıkması, aynı zamanda tüm demokrasi güçlerinin yarın çok daha güçlü var olması da demektir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.