Bu yaşımda fark ediyorum ki hiç barış görmemişim meğer. Hakkını istediği için ölenlerin, hakkını isteyemeden ölen işçilerin, sadece kadın olduğu için şiddete, tecavüze, ölüme maruz kalanların, şehit haberlerinin, çocuk istismarlarının ortasında bir ömür sürmüşüz, sürüyoruz
Tuhaf bir zamanda doğasın bedduası almış gibi bir zaman diliminde doğmuş benim gibiler, savaş isteyenler ve istemeyenler olarak bir başka parçaya daha ayrıldık.
Garip olan savaş isteyenlerin savaş, barış isteyenlerin de gerçek bir barış görmemiş olması. Barış isteyen biri olarak ben kitaplardaki tarifinden, anlatılan hikayelerden biliyorum biraz. Bir de yüreğimden geçen özgürlük umudundan, kardeşlik hayalinden. Savaşı da aynı kaynaklardan bilirdim eskiden. Lakin 2008 yılında Kızılay’ın görevlendirmesiyle bir hemşire olarak Darfur’da yaşanan iç savaş bölgesinde kurulmuş sahra hastanesine müdür olana kadar. O çadır hastanesinde öğrendim en az yirmi yakını savaşta kaybetmiş bir insanın baş ağrısını hiç bir ağrı kesicinin durduramayacağını.
Savaş benim gördüğüm yerde, kırk bin kadına tecavüz ve dini sünnet, çocuklara yetimlik, öksüzlük, açlık, hastalık, kimsesizlik getirmişti.
Anne babalar evlatlarını yitirdiğinde öksüz, yetim gibi durum isimleri yoktur. Kaybettikleri öyle bir şeydir ki hiç bir kelime yetmez durumlarını anlatmaya. Onları uzaklara bakıp giden kocaman gözlerinden, bükülmüş bellerinden, titreyen ellerinden tanıyabilirsiniz. Sonra 10 Ekim katliamında tekrar gördüm o gözlerden. Dünyanın her yerinde o gözler hep mi aynı bakar. 10 Ekim günündeki tanıklığından dolayı, gece ateşi çıktığı için merak ettiğim kızıma sarılıp alnını öperek sıcaklığına bakmak istediğimde yapamadım 11 Ekim günü. Sokakta dün çocuğunu yitirmiş biri görür de yarası tazelenir diye. Savaş çocuğuna sarılmaya utanmayı öğretir insana.
Kızını ve damadını savaşta kaybetmiş, hastaneye torununu getirmiş Darfur’lu Amine bize vatansız denir demişti. O zaman gençliğimin getirdiği saflıktan olsa gerek inançlarına sığınmasını söylemiştim. Bana “olan her zaman ölene olur. Görecek günleri, yiyecek ekmekleri vardı. Arık yoklar. Onlar yok her şey yok. Torunum için ömrümü sürüklüyorum. Artık inancım da, vatanım da bu çocuktur” demişti. O zamanlar 8 yaşlarındaki kızım aklıma gelmişti. Gerçekten de çocuklarımızı büyütebildiğimiz, doyurabildiğimiz, hayallerini gerçekleştirebildiklerini görebildiğimiz, bizlerden sonra yataklı, döşekli ölümlere kavuşabileceklerini bilerek yaşadığımız yer vatandı.
Bu yaşımda fark ediyorum ki hiç barış görmemişim meğer. Hakkını istediği için ölenlerin, hakkını isteyemeden ölen işçilerin, sadece kadın olduğu için şiddete, tecavüze, ölüme maruz kalanların, şehit haberlerinin, çocuk istismarlarının ortasında bir ömür sürmüşüz, sürüyoruz. Yılda en az 1500-2000 insanımız savaş yok dediğimiz zamanlarda ölüyorlar.
Etnik kökeninize, dininize, mezhebinize, cinsiyetinize, yaşınıza, cebinizdeki paraya bakmadan vicdanınıza sesleniyorum. Bir insan olarak yüreğinize ve aklınıza. Bin yıllardır bu topraklarda yaşayan bunca insan bir birine akrabadır. Kanı kanına değmeyenin gözü gözüne, göz yaşı değmeyenin gülüşü, gülümsemesi değmiştir birbirine. Bir lokma ekmek, bir çimdik tuz, bir yudum su hakkı vardır birbirimizin üzerinde.
Gördüm, tanığım, biliyorum savaş öldürür; sadece insanı değil, kuşu, ağacı, böceği, kelebeği…. Tabiatı da…
Barış yaşatır; sadece bizi değil bizden olmayanı da…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.