Bakanlık, kadına yönelik şiddet suçlarında “suçtan zarar gören” değildir. Aksine, bu suçun işlenmesini engellemediği, gerekli tedbirleri almadığı, önleyici ve caydırıcı bir mekanizma kurmadığı için sorumlu olan kurumdur. Davalara müdahil olmakla yapılmaya çalışılan, alınması zaruri ve ivedi olan sorumluluğu almak yerine, tabloyu silikleştirip sorumluluktan kurtulmaya çalışma çabası mıdır? Maksat eğer gerçekten mücadele etmek ise bakanlık avukatlarından davalarda aktif bir avukatlığı neden göremiyoruz?
Kadınlara adeta ‘hediye’ diye sunularak 8 Mart 2012 tarihinde kabul edilmiş olan Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Yasa kısaca 6284 sayılı yasa m.20/2’de getirilen düzenleme ile Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na, gerekli görmesi hâlinde kadın, çocuk ve aile bireylerine yönelik olarak uygulanan şiddet veya şiddet tehlikesi dolayısıyla açılan ve herhangi bir şekilde haberdar olduğu idarî, cezaî, hukukî her tür davaya ve çekişmesiz yargıya müdahil olarak katılma hakkı verildi.
6284 sayılı yasanın yasalaşma sürecinde, 250 civarında kadın grubundan oluşan Şiddete Son Platformu, ısrarla, kadına yönelik şiddet suçlarına ilişkin davalara kadın örgütlerinin “müdahil” olmaları gerektirdiğini dillendirirken, bu hak yasada sadece, o zamanki adıyla, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na tanındı. Bu düzenlemenin ardından, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı kamuoyuna yansıyan davalara avukatlarını göndererek müdahil olmaya başladı.
Oysa 2000’lerden bu yana, Güldünya Tören’e, Değer Deniz’e, Safiye Karakaş’a, Ayşe Yılbaş’a, Tuğçe Kaleli’ye, Ayşe Paşalı’ya, Ayşegül Terzi’ye, Şule Cet’e ve daha ismini bilmediğimiz onlarca kadına uzanan süreçte kadınların mücadelesi ile kadına yönelik erkek şiddeti açığa çıkartıldı.
Kadın cinayetlerinin münferit değil sistemli olduğunun en büyük göstergelerinden biri; hukuk alanında kadına yönelik şiddet davalarının nasıl ele alındığıdır.
Kadına yönelik şiddetle mücadele eden kadın örgütleri, LGBTİ hak savunucuları, baroların kadın ve çocuk hakları merkezleri davalara “suçtan zarar gördükleri” gerekçesiyle müdahil olmak istemektedirler ancak olamamaktadırlar. Erkek şiddeti davalarını takip ederek sürecin tamamını politikleştirirken, esasen hukuk alanının sadece bir parçası olduğu köklü erkek egemen düzene de müdahale etmekteler. Kadınları ezen erkek şiddetine, ikincil olarak da hukuka müdahaleyle erkek egemenliğinin gündelik hayatta hukuk cephesinden yeniden örgütlenmesine karşı çıkmaktadırlar. Ayrıca dosyası açılmayan, kapatılmaya çalışılan şiddet vakalarında, soruşturma makamlarını harekete geçirmek için mücadele verirken, kadının beyanı esastır ilkesinin adaletin sağlanması açısından yoğun mücadelesini vermektedirler. Kadınların sahip çıkması sonucu pek çok soruşturma aşamasında kapatılmaya çalışılan olayların davaya dönüştüğünü görüyoruz. Şule Cet davasında olduğu gibi…
Müdahillik talebinin hukuksal temeli ve de politik sebebi budur. Zira Ceza Muhakemesi Kanunu’nun m. 237’de; “(1) Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler” denilmektedir. Yani doğrudan mağduru olmadığınız bir yargılamaya taraf sıfatıyla katılabilmek için “suçtan zarar görmüş” olmanız gerekmektedir. Ayrıca İstanbul Sözleşmesi taraf devlete, alanda faaliyet gösteren STK’lerle etkili işbirliği, hak arama noktasında dışarıda bırakmama yükümlülüğü vermektedir. Mahkemelerin sistematik olarak davaya müdahil olma taleplerinin reddi İstanbul Sözleşmesi’nin 7, 8, 9, 16 vb. maddelerine aykırıdır.
Kadın örgütlerinin, LGBTİ hak savunucularının, çocuk hakları alanında çalışan STK’lerin, baro komisyonlarının erkek şiddetine yönelik davalara müdahil olmaları gerektiği aşikârdır. Peki adında kadın bile olmayan Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı için aynı fikirde miyim? Hayır.
Çünkü bakanlık, kadına yönelik şiddet suçlarında “suçtan zarar gören” değildir. Aksine bakanlık, bu suçun işlenmesini engellemediği, gerekli tedbirleri almadığı, önleyici ve caydırıcı bir mekanizma kurmadığı için sorumlu olan kurumdur. Yapılmaya çalışılan, alınması zaruri ve ivedi olan sorumluluğu almak yerine, tabloyu silikleştirip sorumluluktan kurtulmaya çalışma çabası mıdır? İstatistiki verilerde yani kâğıt üstünde mücadele ediyor gibi görünmek midir? Yoksa gerçekten mücadele etmek midir? Maksat eğer gerçekten mücadele etmek ise bakanlık avukatlarından davalarda aktif bir avukatlığı neden göremiyoruz? Bu da ayrıca merak konusudur. Genellikle sadece müdahillik dilekçesi verip bir daha duruşmalara gelmeyen bakanlığın müdahilliği davayı kâğıt üstünde takip etmek ile mi devam edilecektir?
Bakanlığın asli görevi, kadınlar öldürüldükten, tacize ve tecavüze uğradıktan sonra “suçtan zarar gören” olarak davalara katılmak değil; şiddetin çıkmaya cesaret edemeyeceği yani eşitlikçi bir sistem inşa etmektir. Şiddetin önlenemediği durumlarda ise faillerin en ağır ve caydırıcı biçimde cezalandıracağı bir mekanizmayı kurmaktır. Yani kısacası erkek adaleti değil gerçek adaleti sağlamakla mükelleftir.
AİHM Türkiye/Opuz kararında; “Türkiye’deki genel ve ayrımcı adli pasifliğin, kasıtlı olmasa dahi, esas olarak kadınları etkilediğine ilişkin yukarıda kaydedilen tespitini göz önüne alan AİHM, başvuran ve annesinin çektikleri sıkıntının kadınlara karşı ayrımcılık türlerinden biri olan cinsiyete dayalı şiddet olarak kabul edilebileceği kanaatindedir. Hükümet tarafından son yıllarda yürütülen reformlara rağmen, geçmiş yıllarda mevcut davada tespit edildiği gibi adli sistemin genel pasifliği ve saldırganların cezadan muaf olması aile içi şiddeti çözmeye uygun adımın atılmasında gereken sorumluluğun alınmadığını göstermektedir” diyerek, hükümetin bu konudaki sorumluluğunu açıkça kabul etmiş ve Türkiye kadına yönelik şiddeti önlemediği için AİHM tarafından tazminata mahkûm edilen ilk ve tek ülke olmuştur. Mahkemeler müdahillik taleplerini reddederek uluslararası bir sözleşmeyi yok sayarak anayasaya aykırı davranmaktadır. Kadınlara karşı islenen suçlar konusunda oldukça kötü bir toplumsal sınav vermektedir. Erkek adaletin değil gerçek adaletin sağlanması için müdahillik taleplerinin kabul edilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde bakanlık müdahilliği ile gidilmesi halinde kadına yönelik erkek şiddetle mücadelenin “muhatapsız” kaldığı sureci devam ettirmiş oluruz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.