Güç gösterileriyle “Çehov’un silahı” gibi orta yerde yığılan heybetli savaş araçlarını ayağa kaldıracak asabiyette dağılma, savaşa hükmünü dayatacak iradede zayıflama açıkça görülüyor. Bu yumruklar boşluğa mı sallanıyor? Bu sorunun cevabı içeride ve dışarıda farklı tezahür ediyor…
Modern askeri teorisyen Carl von Clausewitz “Savaş, politikanın başka araçlarla devamından başka bir şey değildir” diye yazar. Bu tespit, günümüzde devlet kurumlarının ve burjuva siyasetinin yama tutmaz halini görebilmek ve silah/savaş sözlerinin neden dillerden düşmediğini anlamak için önemli.
Erdoğan sık sık silaha övgüler düzüyor. Hükümetin derdi günü F-35’ler, S-400 hava savunma sistemleri, SİHA’lar, tanklar, helikopterler, uçak gemi(cik)leri ve art arda yapılan tatbikatlar olmuş durumda… Erdoğan kaskatı kesilen güç yetmezliğini aşmaya ve yeni bir ufuk açmaya çalışıyor.
Peki o ufka varmada başarılı olabilir mi yoksa bu “dönülmez akşamın ufku” mu?
Savunma harcamaları rekor kırıyor!
> Türkiye’nin 2019 bütçesinde aslan payı 103 milyar lira ile savunma ve güvenliğe ayrılıyor.
> 2021’de bitmesi hedeflenen yerli uçak gemisi 1 milyar 250 milyon avroya mal oluyor.
> Tanesi 100 milyon küsur dolardan 116 adet F-35 sipariş ediliyor.
> 2,5 milyar dolardan S-400 hava savunma sistemi almak için çabalıyor.
> 2015’ten bugüne satın alınan 75 adet Bayraktar SİHA’ya yaklaşık 300 milyon dolar veriliyor.
> 2014’ten itibaren TSK envanterine girmeye başlayan, 43 adet ATAK helikopterinin adedine 50 milyon dolar ödeniyor…
İktidar, toplumsal meşruiyeti tükendikçe silahlı güce dayanarak ittifakını sıkılaştırmaya çalışıyor. Erdoğan’ın liderliğinde yürütülen savaşçı yönelim, havada, karada, denizde etkin bir silahlı güç tesis etmek ve operasyonel bir donanım kazanmak için çalışıyor.
Etkili vuruş gücüne ulaşılmalı, savaş uçağı filosu yenilenmeli, hava saldırılarına karşı savunma füzeleri alınmalı…
Bunları almak yetmez! Hedef, bir biçimde teknolojisini de kopya ederek, kısa vadede bunları üretmek. Üniversiteler ve bilimsel araştırmalar savunma sanayine endekslenmeli… vs.
Ayrıca yıl başından beri Ege ve Akdeniz’de gerçekleştirilen iki büyük tatbikat ile Türkiye bir yandan Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının paylaşımı mücadelesinde bayrağını gösteriyor, diğer yandan Yunanistan ile sürtüşüyor.
Çehov’un silahı patlayacak mı?
Tüm bu güç gösterileriyle “Çehov’un silahı” gibi orta yerde yığılan bu heybetli savaş araçlarını ayağa kaldıracak asabiyette dağılma, savaşa hükmünü dayatacak iradede zayıflama açıkça görülüyor. Bu yumruklar boşluğa mı sallanıyor?
Bu sorunun cevabı içeride ve dışarıda farklı tezahür ediyor… Özellikle de içeride kullanılan gücün angajman kurallarının değiştiğini görmemiz gerekiyor. Başkanlık sistemi denilen yeni rejimin hedefinde -bildiğimiz açmazları ve zaaflarına rağmen- yasama, yürütme, yargı, ordu, polis ve yerel yönetimlerin tümüyle tek potada eritildiği, totaliter bir devlet çekirdeği inşa etmek bulunuyor.
“Yeni” savaş angajmanı önce Kürt’e vurdu!
2015’te Silvan, Sur, Cizre’deki vd. direnişleri kırmak için kentlere tanklar girdiğinde Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar çekimserdi. O zaman “Şehir merkezlerindeki polis ve jandarma yapmalıdır. Asker ancak şehir dışındaki operasyonlarda yer almalı” demişti. Sonraki süreçte ise bir anlaştıkları belli oldu. Ve askeri birlikler, polis ve jandarma güçleriyle birlikte Kürt illerine operasyonda yer aldı. Bu dönem açısından bir kırılma noktasıydı.
Artık yeni bir yapının ve angajmanın oluştuğunun, yeni bir savaş biçimi üzerinde anlaşıldığının göstergesiydi. Ve içeride yıkıcı ve yüksek düzeyde bir yeni savaş süreci başlamış oldu.
Satın alınan yahut geliştirilen silahlar yurt içinde kendi yurttaşlarına yönelik denendi. Özellikle Kürt coğrafyası bir poligon alanı haline getirildi.
Sınır içi ve sınır dışı gibi ayrımların kalktığı, hedefin tekleştiği bir “düşman hukuku” kapsamında muhalif ve hasım görülen bütün kesimlerin devletin total silahlı gücüyle ezilmeye girişildiği sürecin önü açıldı.
Şimdiyse hava halk güçlerinden yana dönüyor. Fakat 31 Mart seçimlerindeki yenilgiyle beraber, iktidarın içten kırıldığı, gerilmeye başladığı iyimserliği içinde “Her şeyin çok güzel olacağı”na peşin peşin inanmak halka bir şey kazandırmaz.
Krizdeki rejim karşısında solun, toplumsal güçlerin örgütlenmesine öncülük etmesi ve bu despotik sermaye iktidarı karşısında demokratik halkçı çözümü geliştirmesi gerekir.
* Toplumsal Özgürlük gazetesi için kaleme alınan bu yazı dijital ortamda ilk olarak Sendika.Org’da yayımlanmaktadır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.