İçinde bulunduğumuz dönemde temsili demokrasi, dolayısıyla burjuva devlet kriz içerisindedir. Seçme-seçilme hakkının olması, pratikte ise insanların kendi iradeleri doğrultusunda bu haklarını istedikleri gibi kullanamamaları, bu sistemin “özgürlükçü bir yönetim biçimi” olduğu tezini de sorgulanır hale getirmiştir
Burjuvazinin, insanlık için en ideal yönetim şekli olarak ileri sürdüğü ve savunduğu demokrasi, bilindiği gibi burjuva demokrasisidir. Fransa’da ortaya çıkmış ve burjuvazinin sınıf egemenliğinin aracı olarak oturtulduktan sonra yaygınlaşmıştır. Uygulanma biçimi, temsil sistemine dayanır. Bu sistemin özü, bireyleri, azami olarak siyasetin dışında tutarak toplumu apolitikleştirmeden başka bir şey değildir. İnsanların aktif politika içinde olmaları istenmez. Egemen sınıflara göre politik insan tehlikeli insandır. Söz, yetki ve karar hakkını kullanmak ister. Sürekli sorgulayan ve hesap soran kitleleri yönetmek zorlaşır. Bundan dolayı, kitleler siyasetin genellikle dışında tutulur ve dört beş yılda bir yapılan seçimlerle toplumun kendi yöneticilerini seçme özgürlüğüne sahip olduğu imajı verilir. Burjuvaziye göre en güzel yönetim biçimi budur ve başka bir modeli denemeye gerek yoktur. Bu, sözde özgürlüğün işlevsel olmadığı artık anlaşılmıştır.
Burjuva demokrasisinin geçerli olduğu ülkelerde siyaset çok kârlı bir sektör halini almıştır. Sermaye birikimi yaratmanın ciddi bir aracı durumuna getirilmiştir. Parasal olarak karşılığı, örneğin milletvekili seçildikten sonra alınması düşünülen büyük ihale ve yatırımlara, rüşvete, kara paraya vb. dönüşmüştür. Parası olmayan milletvekili seçilemez ve toplumsal kesimler içerisinde temsil ve seçilme hep zengin kesimler arasından olur. Bu nedenle, “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir” ibaresi boş bir söylemden başka bir şey değildir. Ya da büyük sermaye kesimleri, temsilcilerini, kendileriyle işbirliğine giren diğer sınıfların içerisinden atarlar. Bir tür yetkilendirme işlemidir bu ve bu işin finansmanını da kendileri yaparlar.
Ülkemizden örnek verecek olursak, bugün TBMM üyelerinin bir dökümü yapıldığında, halkı temsil ettiği iddia edilen milletvekillerinin neredeyse tamamı, orta ve üst sınıflardan gelmektedir. İşadamları ve sivil-asker bürokrasiden gelenler ağırlıktadır. Bunların seçim finansmanını ayarlayan da güçlü sermaye tekelleridir. Cumhuriyet tarihi boyunca (buna CHP’nin tek parti dönem de dâhil), çalışanların, köylülerin, işçi ve emekçilerin Mecliste temsil oranı yüzde 3’ü geçmemiştir. Toplam nüfusun yarısından fazlasının kadın olmasına rağmen, bugün Meclis’te kadınların temsil oranı yüzde 17’dir. Bazı dönemler, kimi partiler tarafından göstermelik olarak denense de, ön seçim ya da aday adayı seçimi diye bir süreç, siyaset kültüründe kabul görmemiştir. Parti tabanlarının bu konuda hiçbir yetkisi bulunmamaktadır. Genel başkanlar ya da parti merkezleri atamaları yapmışlardır. “Seçilecek olanların atanması” gibi tuhaf bir durum yaşanır, her yerel ve genel seçim dönemlerinde.
Bu ve benzeri nedenlerden dolayı bugün dünyada temsili demokrasi ömrünü tamamlamak üzeredir ve doğrudan demokrasi arayışları kitleler için cazip bir durum haline gelmiştir. Buna teknolojinin ve kitle iletişim araçlarının gelişmişliğinin de büyük bir etkisi vardır. Kitlelerde, uzaktan ve iletişim araçlarıyla da olsa merkezlere müdahale etme talepleri gelişmektedir.
Demokrasi, son tahlilde bir devlet biçimidir. Devlet ise bir sınıflı toplum gerçekliğidir ve egemen olan sınıfın yönetme aygıtıdır. Burjuva demokrasisi demek, bir başka açıdan burjuva devleti demektir. Burjuva demokrasisi en ideal noktasına temsili demokrasiyle ulaşmıştır ve içinde bulunduğumuz dönemde temsili demokrasi, dolayısıyla burjuva devlet kriz içerisindedir. Seçme-seçilme hakkının olması, pratikte ise insanların kendi iradeleri doğrultusunda bu haklarını istedikleri gibi kullanamamaları, bu sistemin “özgürlükçü bir yönetim biçimi” olduğu tezini de sorgulanır hale getirmiştir. Sorun, bunun yerine koyulacak olan “doğrudan demokrasi”nin nasıl olacağı ve hangi araçlarla gerçekleştirileceği noktasında düğümlenmektedir.
Son yıllarda yapılan tartışmalarda ortaya çıkan sonuçlardan biri de, düşüncenin kontrol altına alınmasında despotik ve militarist rejimlerden daha çok, sözde özgürlükçü ve halka dayalı yönetimlere ihtiyaç olduğu gerçeğidir. Genel görüntü, medya, basın-yayın ve kanaat önderleri aracılığıyla “her şeyin” konuşulduğu ama hiçbir şeyin konuşulmadığıdır. Buradaki amaç sadece, gelişmelerden ve yaşananlardan rahatsızlık duyan kesimlere bir rahatlık vermek ve tansiyonu düşürmektir.
Burjuva demokratik toplum, manipülasyon, yanıltma gibi ve bunlara dayalı olarak rıza üretmede çok başarılı bir toplum modelidir. Aynen seçim dönemlerindeki temsil olayında olduğu gibi, kitlelerin bilinci, organize alışkanlıkları ve kanaatleri, bilerek ve istenerek, en akılcı yollardan maniple edilir, yönlendirilir ve istenilen hedefe çekilir.
Bu, demokratik toplum için son derece önemlidir. Egemenler bunun propagandasını sistemli olarak, aydınlara, gazetecilere, yazarlara ve önde gelen entelektüellere yaptırırlar ve kitleleri politikadan yalıtmaya çalışırlar. Örneğin bugün ülkemizde ki medya organlarında ve özellikle televizyonlarda “kanaat önderleri” olarak ortaya çıkarılanların, bu toplumsal rızanın oluşması için kullanılan birer araç oldukları ve bu görevi severek, isteyerek üstlendikleri ve yerine getirdikleri açık bir biçimde görülmektedir. Hatta, bu tartışmalara katılmanın ve insanlara yalan söylemenin, ahlâksızlık da olsa maddi anlamda bir karşılığı da vardır.
Bu model, “razı etme mühendisliği”nin işini rahat bir biçimde yapma ve kitleleri buna ikna etme serbestliğidir. Bilindiği gibi, “ikna etmek” kitleleri her hangi bir konuda aynı zamanda kandırma anlamına da gelir.
Burjuva demokrasisi ile yönetilen demokratik toplumlarda demokrasi adına yapılan şudur: “Çoğunluk elini eteğini gerçeklerden çekmeli, bir hayal âlemine dalmalıdır. Fukaralara zenginlik hikâyeleri, baskı altında tutulanlara özgürlük masalları, üstelik güçsüz olup, yenik düşmüş bulunanlara zafer hayalleri satılmalıdır.”(N.Chomsky)
“Toplumsal rıza üretme” sisteminin işlevini yerine getirmesi için yığınla iş yapılmaktadır. Kültürden sanata, edebiyattan spora birçok alanda işlevsel bir mekanizma kurulmuş durumdadır. Kitlelerin köşelerine çekilmeleri ve sessiz kalmaları için her türlü araç (baskı araçları da dâhil) kullanılmaktadır.
Chomsky, bu iş görmeyi şu şekilde ifade ediyor: “Hedeflerinden biri salaklar ve cahillerdir. Bunlar deliklerinde tutulmalı, anlayabilecekleri kadar basitleştirilmiş martavallarla uyutulmalıdır… izole edilmelidir. En ideali, bunların her birini ve tek başına olmak üzere TV ekranının karşısına oturtmak, spor müsabakalarını, Brezilya dizilerini seyrettirmektir. Organize olmalarına izin verilmemelidir. Bir araya gelirlerse nelere sahip olabileceklerini düşünmeye fırsatları olmamalıdır.” Toplumsal rızayı kabul etmeyen ve telkinlere kanmayanlara ise neler yapıldığı, özellikle bizim gibi ülkelerde net bir şekilde bilinmektedir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.