Yusufeli halkının muhatabı TOKİ ya da DSİ değil, merkezi yönetimdir. Film henüz bitmemiştir. Bitmiş bir filme senaryo yazılamaz ama henüz çekilmekte olanın senaryosu, gelinen nokta itibariyle değiştirilebilir. Yusufeli halkı bu senaryonun kalan bölümünün değiştirilmesini istemelidir
Biz, “Yusufeli’ne baraj yapılacağı” söylentileriyle büyümüş bir kuşağız. Bu hikâyenin kökleri, Süleyman Demirel’in 1970’li yıllarda, ülkede “yollar, köprüler ve barajlar kralı” olduğu döneme kadar gider. Ha bugün ha yarın derken aradan bunca yıl geçti. Nihayet 2000’li yılların başında, gecikmiş bir proje olarak hayata geçirilmeye başlandı ve ilk adımlar atıldı. Bilindiği gibi henüz bitmiş değil. Baraj hikayeleriyle büyüyenler şimdi torun torba sahibi oldular. Hikâye gerçekleşti ama finale daha çok var. Çalışmalar devam ediyor ve görünen o ki, ne zaman ve nasıl sona ereceğine dair kimsenin bir fikri yok. Yöre halkı genel olarak, bu projenin hayata geçirilme şeklinden ve yaşananlardan hiç de hoşnut değil.
Çoruh Nehri üzerinde gerçekleştirilen çalışma, her ne kadar dünyanın en yüksek gövdesine sahip barajlarından ve en büyük projelerinden biri olarak lanse edilse de enerji üretiminde dünyada terk edilmiş bir sistemle yapılmaktadır. Bu sistem, modası geçmiş ve maliyet analizinin yüksek olması nedeniyle vazgeçilmiş bir sistemdir. Bugün yeryüzündeki toplam enerji üretiminin ancak yüzde 30’u bu tür barajlardan elde edilmektedir. Özellikle, gelişmiş ülkeler maliyet yüksekliği ve doğaya verdiği zararlar nedeniyle bu yöntemi terk etmiş durumdadırlar. Alternatif enerji üretimlerine yönelmektedirler.
Basında çıkan haberlere göre baraj inşaatının yüzde 60’lık bölümü tamamlanmış durumda. Yeni yerleşim yeri yapımının bu orana dahil olup olmadığını bilmiyoruz. Yörede yaşayan insanlarla konuşulduğunda, baştan beri nasıl bir plan dâhilinde hareket edildiğinden hiç kimse net bir biçimde haberli değil. Planlamanın ne olduğunu, bundan sonraki gelişmelerin ne olacağını ve muhataplarının kim olduğunu dahi birçok insan bilmiyor. Öncelikli nelerin yapılacağına dair kimsenin bir fikri bulunmuyor. Sorunların çözülmesi ve sıkıntıların giderilmesi için rahatça ulaşabildikleri tek çözüm merkezi olarak sadece yerel idareyi (belediyeyi) görüyorlar. İlçenin yer değiştirmesiyle, kamulaştırmalarla ve yeni yerleşim yeriyle ilgili sıkıntılar kocaman bir sorunlar yumağına dönüşmüş durumda. İnsanların kafasında ciddi bir karmaşa yaşanıyor. Anlaşılan o ki, barajın fiziksel inşa süreci planlamasına paralel, yörede yaşayan insanları toplumsal, ekonomik ve psikolojik olarak yeni sürece katma ve hazırlama planlaması yapılmış değil. Gerçek manada bilgilendirme ve halkla ilişkiler yürütülmemiş. İnsanlar kulaktan dolma bilgilerle, duyumlarla ve kişisel ilişkiler yardımıyla gelişmeleri ve gidişatı öğrenmeye çalışmış. Geçmiş dönemler bu açıdan iyi yönetilmemiş. Ciddi bir kaos ve karmaşa içinde bu günlere gelinmiş.
İlk etapta göze çarpan ve rahatsızlık yaratan durum, kamulaştırmadan kaynaklanan belirsizlikler ve yeni yerleşim yeri tamamlanmadan mevcut ilçenin bir bölümünün kaldırılması (boşaltılması) girişimidir. Etkilenecek insanlar bu durumdan rahatsızlar. Yeni yerleşim yeri bitmediği için nereye gidebileceklerini soruyorlar. Kamulaştırmaların düzensiz ve belli bir standart dahilinde yapılmaması ciddi bir kafa karışıklığına sebep olmakta, güvensizlik ve soru işaretleri oluşturmaktadır. Gayrimenkullerin kıymetlendirilmesinde çok ciddi farklılıkların olduğu iddia edilmektedir. Aynı bölgede ve birbirlerine oldukça yakın alanlardaki gayrimenkullerde bu farkın nasıl oluştuğunu insanlar anlamak ve kabul etmekte zorlanmaktadırlar.
Yöre halkının DSİ’ye duyduğu tepki ise başlı başına bir mesele olarak gözükmektedir. Yaşanan tüm sorunların ve olumsuzlukların kaynağı ve sorumlusu olarak bu kurum gösterilmektedir. DSİ’nin merkezi yönetimden bağımsız bir kuruluş olarak görülmesi gerçekten üzüntü vericidir. Geçmiş süreçte bu kurumu siyasete şikâyet etme girişimlerinin olduğu söylenmektedir. Yöre insanı bu kurumun hükümetten bağımsız ve kendi başına buyruk hareket ettiğine inanmaktadır. Merkezi yönetimin bu kuruma söz geçiremediğinden bile şüphe duyulmaktadır. İnsanların bu konuda çok ciddi olarak bilgilendirilmeye ihtiyaçları vardır.
İnşa halinde olan yeni ilçe merkeziyle ilgili duyulan kaygılar ise tek başına bir sorunlar paketi oluşturmaktadır. Hak sahibi insanların gelecekte mekân olarak kullanacakları yeni konutlar beğenilmemekte, mimari yapısına itiraz edilmekte ve malzeme kullanımına dair ciddi kuşkular duyulmaktadır. En çok şikâyet ise dairelerin iç planlamasına, darlığına ve şekilsizliğine yöneliktir.
Oysa bu binalardaki esas tehlike başka bir noktadır ve pek fazla dikkate alınmamaktadır. Bu konuda insanların kaygı ve tedirginlikleri vardır. Aynı alanda hem bina inşaatları devam etmekte hem de patlayıcı atımı yapılarak çok şiddetli sarsıntılar yaşanmaktadır. Bu sarsıntı dalgaları mevcut ilçe merkezinde dahi hissedilmektedir. Bu şekilde bir üretimde, bu binaların zemin ve imalat sağlamlığının nasıl korunduğunu anlamak zordur. Kesinlikle, bu atımlar sonucu oluşabilecek hasarların ve deprem etkilerinin araştırılması gerekmektedir. Eğer teknik olarak bu iki farklı çalışmanın aynı anda, aynı alanda yapılması mümkünse, yetkili kurum ya da şirketlerin bunu Yusufeli halkına ve hak sahiplerine anlatmaları gerekir. Diğer yandan, altyapısı oluşturulmadan bina yaparak şehir inşa etmenin nasıl bir akla hizmet ettiği ise ayrı bir tartışma konusudur.
Başka bir nokta ise, şu andaki mevcut ilçe merkezinde konut sahibi olan bekâr insanların, kamulaştırılan konutlarına karşılık yeni ilçe merkezinde hak sahibi olamamalarıdır. Bunun nasıl bir mantığa dayandırıldığını anlamak zordur. Bu uygulamanın yasal bir dayanağı var mıdır? İnsanların evli olmamaları gayrimenkul sahibi olmalarına, dolayısıyla mülk edinmelerine engel teşkil etmesinin nasıl izah edilebileceğini tahmin etmek bile mümkün gözükmemektedir.
Bilindiği gibi ülkemizde inşaat sektöründe yapı üretiminin ve yapılaşmanın denetimi, yasa gereği Çevre ve Şehircilik Bakanlığı gözetimindeki Yapı Denetim firmalarına verilmiştir. Bunun çerçevesi, 4708 sayılı Yapı Denetim Hakkında Kanun’la çizilmiştir. Bu kanunun amaç ve kapsamı birinci maddede şu şekilde belirtilmiştir: “Bu Kanunun amacı; can ve mal güvenliğini teminen, imar planına, fen, sanat ve sağlık kurallarına, standartlara uygun kaliteli yapı yapılması için proje ve yapı denetimini sağlamak ve yapı denetimine ilişkin usul ve esasları düzenlemektir.”
İlginç olan, kamu kuruluşu sıfatı taşıyan TOKİ’nin; gerekçe ne olursa olsun, denetim dışı bırakılmış olmasıdır. Bir başka anlatımla, TOKİ inşaatları yasa ve mevzuat gereği yapı denetimine tabi değildir. Kamu İhale Kanunu’nda ve 4708 Sayılı Yapı Denetim Yasası ile ilgili yasalarda yapılan değişikliklerle TOKİ ve inşa ettiği binalar yapı denetim dışındadır ve denetimi yapıl(a)mamaktadır.
TOKİ’nin sadece konut değil, insanların toplu olarak bulunduğu okul, hastane, sosyal tesis vb. yapılarda ürettiği bilinmektedir. Bu durum dikkate alındığında, denetimsiz yapılaşmanın ortaya çıkaracağı tehlikenin katlanarak büyüyeceği açıktır. Ne yazık ki siyasi iktidar, denetimsizliği teşvik eden yasal düzenlemeler yapmakta ve bunun bedelini de vatandaş ödemektedir.
Yasal açıdan yapı denetim, yapılan bir binanın plan ve projeye uygunluğunu, malzeme ve özellikle beton-demir kalitesini vb. test ederek, güvenli olup olmadığını rapor haline getirir. Ne yazık ki Yusufeli’nin yeni yerleşim yerinde ki TOKİ’nin yaptığı binalar bu denetimin dışındadır. Hak sahibi vatandaşların bunu bilmeleri gerekir. Bilinebildiği kadarıyla bu denetimi yeni ilçe merkezinde ki binaların yapımında yüklenici kurum olan DSİ yapmaktadır. Bunu bir örnekle şöyle açıklamak mümkündür. Diyelim ki bir marangoza mobilya siparişi verdiniz. Marangoz mobilyalarınızı yapıp bitirdikten sonra, sağlam olup olmadıklarını yine aynı marangoza sorarak öğrenip teslim almaya benzemektedir.
Sonuç olarak, Yusufeli’nin baraj hikayesi henüz bitmiş değildir. Bundan dolayı Yusufeli halkı “zararın neresinden dönersek kardır” düşüncesiyle hareket ederek daha fazla mağduriyet yaşamamalıdır. Yetkili ve sorumlu kurumları, özellikle siyasi iktidarı sıkıştırmalıdır. Zihninde oluşan çelişkilerin ve kaygıların giderilmesini istemeli, geri kalan dönemde bir bütün olarak halkın da bu inşa sürecine dahil edilmesini talep etmelidir. Bilinmelidir ki, yüzde 60’i bitmiş bir projede hala Yusufeli halkının ikna olmaya ve kaygılarını gidermeye ihtiyacı varsa, demek ki süreç yanlış işlemektedir. Bu ruh haliyle yeni ilçe merkezine taşınmak, yöre insanına rahatlık, huzur ve mutluluk getirmeyecektir. Yusufeli halkının muhatabı TOKİ ya da DSİ değil, merkezi yönetimdir. Film henüz bitmemiştir. Bitmiş bir filme senaryo yazılamaz ama henüz çekilmekte olanın senaryosu, gelinen nokta itibariyle değiştirilebilir. Yusufeli halkı bu senaryonun kalan bölümünün değiştirilmesini istemelidir. Kendi iradesi doğrultusunda istek ve kararlarını ortaya koymalıdır. Sürece dair sağlıklı bilgilenmeyi ve müdahil olmayı talep etmekten vazgeçmemelidir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.