Bir yandan da, yazmak merkezinde mi hayatlarımızın yoksa periferisinde mi kalıyor rollerin? Hayatlarının taşrasına atılmış bir eylem olarak görüyordu bir kısmı yazmayı. Bütün o biçilmiş rolleri kusursuzca yapma isteği içinde, kıyıda kendimize alan açtığımız bir oda mıydı yazmak? Oysa tam da “kadın yazar” olarak bununla baş etmek gerekmez mi?
Bir yandan da, yazmak merkezinde mi hayatlarımızın yoksa periferisinde mi kalıyor rollerin? Hayatlarının taşrasına atılmış bir eylem olarak görüyordu bir kısmı yazmayı. Bütün o biçilmiş rolleri kusursuzca yapma isteği içinde, kıyıda kendimize alan açtığımız bir oda mıydı yazmak? Oysa tam da “kadın yazar” olarak bununla baş etmek gerekmez mi?
Birkaç gün önce Gülten Akın isminin verildiği bir belediye salonunda, onlarca kadın bir araya geldi. Sahi kadınlar neden yazıyordu? Eteğimizdeki taşların birazını dökmek, yazarlardan birinin de söylediği gibi yazmanın bize yaşamayı, durup nefes almayı öğretmesi gibi durup zaman ayırmak, o ince şeyleri anlamak; incindiğimiz yerden birbirimize sarılmak için küçük bir salonda toplandık.
Halkevleri, 87. yaşını kutlarken ve Ayizi Yayınevi yaklaşık on yıllık yayın hayatına son verirken, bu ortaklık kadınları bir araya getirdi. İki tarih bir araya geldi ama bir tanesi salt kadınların kurduğu, yaşatmaya çalıştığı ve ince ince ördüğü bir tarih. Yan yana gelen üç kadının rüyasından yola çıkılıp sonra kenarda kalmışlıkların hikâyesini yazan, çizen, okuyan ve okutan bir tarih; kendi kendini yazan… Her ikisi de kendince kültür üreticisi. Fakat yine bir tanesi, görülmezden gelinen, yok sayılan ve yine “incinmiş” bir kültürün üreticisi. Yolun sonu değil de kendisi güzeldir ya! Belki de Ayizi için, böylesi bir yayınevi için, yazarlarının- Ayizi Kadınları’nın- ardından güzel bir sevgili, yoldaş, dost olarak kalacak birlikteliğin, o küçük odanın, bütün o gece konuşmalarının, ilk kitap heyecanının, kitap başlığı, kapağı, bir doğum sancısı gibi orada duran her şeyin ve en sonunda üretmenin, kendi kendimize yetiyor olmanın somut örneği olmak güzel. Yani yine yol güzel; kadınların elleriyle kurulan toprak patikalar, birbirine çıkan ve sonra yavaş yavaş büyüyen ara yollar.
Ayizi Kadınları’nın yanı sıra, kendi başına bir tarih olan Erendiz Atasü de masadaydı. Feminist olduğumuzu öğrendiğimiz -hepimizi günü gelince bunu öğreniyoruz, kimisimiz daha önce kimimiz daha geç- ilk günlerde elimize aldığımız kitaplardan biri de onunki olmuştu. Hepimize “yavrum” diyen Atasü, bir yandan neden ve nasıl yazdığını anlatırken küçük öğütler de veriyordu ilişkiler ve kentler üzerine. Sonra kadınların yazma sürecini mahpus damına düşüp de mektup yazmaya benzetti. Sıkıştırıldığımız bu yerlerde soluk aldıran kağıtlar ve kalemlerdi.
Yazdıkça büyümüş, dillerini genişletmiş, sözcüklerini, öykülerini katmanlaştırmış kadınlardı. Ursula’nın Uzaylı Kocakarı’sındaki gibi yaş almanın güzelliği oturuyordu masada. Yaş aldıkça yazdıkları da daha bir demlenip, bir başka kokuyla süzülüyordu kağıda. Yazdıkça bir kadın edebiyatının varlığından bahsedebiliyor, kadınların yazma sebeplerinin, süreçlerinin erkeklerinkinden “elbette” farklı olduğunu görüyorlardı. Çünkü çoğu bir ezberle yola çıkmıştı: “Herkes gibi yazıyoruz işte.” Hatta “kadın yazar” denilmesine öfkeleniyorlardı. Oysa bir gerçek vardı ki o masaya aynı sayıda “erkek yazar” otursaydı onların hikâyeleri, yazmak için direnişleri, karşılarına aldıkları baba, koca, patron, gardiyan öyküleri masadakilere benzer olmayacaktı. Kendince zararsız yalanlar söyleyerek aslında yazmaya yattığını, memuriyet yerine her sabah yazarlığı seçtiğini utana sıkıla söylediği zamanlar muhtemelen kadınlarınki kadar olmayacaktı.
“Kırk kapıdan toplaya toplaya geldim.” Bir tane Ayizi kadını yazmak için hangi kapılara gidip, hangi sözcüklerin ardından olduğunu anlatırken aslında bir dönem, bir tarih anlatısı da yapıyordu. Tüp kuyrukları, Maksim Gazinosu, hayal ettiğim Açık hava sinema aşklarını anlatıyordu esasen. Hem birbirlerini okuyor, hem birbirlerini yazıyordu kadınlar. Bundan ala tarih mi olurdu! Köküne bakıp, dallarına, meyvesine doğru yazarak çıkmak!
Bir yandan da, yazmak merkezinde mi hayatlarımızın yoksa periferisinde mi kalıyor rollerin? Hayatlarının taşrasına atılmış bir eylem olarak görüyordu bir kısmı yazmayı. Bütün o biçilmiş rolleri kusursuzca yapma isteği içinde, kıyıda kendimize alan açtığımız bir oda mıydı yazmak? Oysa tam da “kadın yazar” olarak bununla baş etmek gerekmez mi? Hayatımızın merkezini rollerin, onların mükemmelliğinin belirlediği değil de “kadın başımıza” belirlediğimiz bir düzlem?
“Yazmaktan vazgeçmeyin” diyerek bitiriyordu bütün sözlerini Ayizi. Halkevleri “direniş”, Ayizi de “yazmak” diyerek geliyordu sonuna masa konuşmalarının. O halde yazmak direnişse, en güzelini yazacaktır kadınlar, diyebiliriz biz de.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.