Türkiye’nin solcuları olarak Suriye politikasında neyin doğru olduğunu anlamak mı istiyorsunuz? Önce Suriye’ye değil, önce Türkiye’ye bakın
Suriye’deki Kürt siyasi entitesi, ABD Suriye’ye doğrudan güçlerle girmeden çok önce, ABD’nin kışkırttığı bu iç savaşın dışında kalmak için kendi özsavunmasını oluşturma süreci içinde filizlendi
ABD Suriye’den çekileceğini açıklayınca Erdoğan’ın Fırat’ın doğusuna girmesinin yolunun ardına kadar açıldığını sananların yanıldığının anlaşılması çok sürmedi. YPG, Suriye ordusunu Münbiç’e davet etti, Suriye ordusu da ikiletmeden Münbiç’e bayrak çekip, şehir merkezinin kenarına yerleşti. “Bizimkiler” soluğu Moskova’da aldılar. Birbuçuk saatlik toplantının ardından Lavrov, “Türkiye’nin Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygı göstermesi gerektiğini” vurguladıktan sonra, “terör tehdidinin nihai olarak sonlandırılması amacıyla adımlarını nasıl koordine etmeyi sürdürecekleri konusunda Türk yetkililerle mutabaka vardıklarını” açıkladı.
Yani herkesin ABD’nin ayrıldığı alanlarda Suriye devletinin otoritesinin yeniden sağlanması yönündeki adımlara saygı göstermesi gerekiyordu. Türkiye’nin ev ödevi ise İdlip’in cihatçılardan temizlenmesi ve ABD’nin çekilmesinin ardından IŞİD’in canlanmasının önüne geçilmesiydi. Bunları yaparsa, Kürtleri (Suriye hükümeti hesabına) sıkıştırmalarına bir ölçüde izin verilebilirdi.
ABD, çekilme kararıyla birlikte Suriye’de “yenilen devlet” konumuna doğru hızla ilerlemektedir. ABD askerlerinin Suriye topraklarından çekilmesi, ABD’nin Suriye iç savaşı sürecindeki yerini kategorik olarak değiştirecektir. ABD’nin Suriye iç savaşının bundan sonraki sürecine “sahadan” müdahale koşulları köklü bir biçimde daralacaktır.
Bu gelişmenin şimdiden ortaya çıkan sonucu ise yalın: Suriye iç savaşına ilişkin uluslararası siyasi süreç (bir emperyalist güç olan) Rusya’nın denetimine geçmiştir. Rusya’nın İran’la birlikte başlattığı ve Türkiye’yi de bağladığı “Astana Süreci”, Rusya’nın bu düzlemdeki kurumsal dayanağıdır. Esad yönetimi de, Suriye iç savaşının siyasi inisiyatifini ele geçirmiştir. Bundan sonra Türkiye’nin Suriye topraklarındaki faaliyetlerinin patronu Rusya’dır. (Rusya’nın bu patronajında Suriye yönetiminin yaklaşımını/çıkarlarını esas alacağı da ortadadır.)
Öte yandan ABD askeri güçlerinin Suriye topraklarını terk etme kararıyla birlikte PYD’nin ABD’ye angajmanının maddi temeli de büyük ölçüde daralacaktır. Dolayısıyla ABD Suriye’den çekildikten sonra PYD ve YPG Suriye iç savaşı sürecinde yalnızca kendilerini temsil edecekler ve Rusya ve Suriye’nin inisiyatifindeki çözüm sürecine Suriye toplumunun bir unsuru olarak dahil olmanın yolunu arayacaklardır.
ABD’nin Suriye iç savaşındaki “yenilgisi” otomatik olarak Kürtlerin de “yenik sayılması”na neden olmayacaktır. Çünkü Suriye’deki Kürt siyasi entitesi, ABD Suriye’ye doğrudan güçlerle girmeden çok önce, ABD’nin kışkırttığı bu iç savaşın dışında kalmak için kendi özsavunmasını oluşturma süreci içinde filizlendi. Suriye yönetiminin Türkiye’yi sorumlu tuttuğu 18 Temmuz 2012’deki Şam patlamasının ardından Suriye ordusunun güçlerinin büyük kısmını Rojava’dan çekmesinden sonra Rojava Özerk Yönetimi olgunlaştı. ABD’yi Suriye’ye Kürtler değil, (kimlerin desteğinde geliştiği belli olan) IŞİD saldırganlığı taşıdı. Suriye Kürtlerinin siyasi ve askeri varlığı bütün bu süreç içerisinde nitelik ve nicelik açısından muazzam bir gelişme katetti. ABD’nin çekilmesi ile birlikte bu askeri ve siyasi gücün Suriye yönetimi ile barış masasına oturması ve (Rusya’nın belirleyici konumu nedeniyle belki bağımsız olmayan ama) demokratik bir Suriye’nin oluşumuna hizmet eden siyasi bir süreci üretmesi pekala mümkündür. Yani ABD güçlerinin Suriye topraklarından ayrılması/pasifike olması, Suriye Kürtlerinin barış sürecinde elini rahatlatan bir gelişme olarak da anlam kazanabilir. Afrin’de yapılamayanın Münbiç’te yapılabilmiş olması da bu durumun bir sonucu olabilir.
Erdoğan ve çevresi ise, Kürtlerin Suriye’deki siyasi-askeri varlığını silip süpürme fırsatına çevirmek için ABD’nin boşaltacağı mevzileri kendilerine devretmesini istiyorlar. Aynı anda hem ABD’nin vekili, hem de Rusya’nın maşası olma talebi, herhalde tarihin gördüğü en büyük stratejik abukluktur. Bu abukluğun sebebi ise, kontrgerillanın Kürt düşmanlığına mecburiyetidir.
Türkiye solu, Suriye’de ortaya çıkan yeni durum karşısındaki tutumunu bu denklem içinde belirlemektedir. ABD’nin vekili, Rusya’nın maşası olarak Suriye’ye girmekten daha âlâ emperyalizm uşaklığı var mıdır? Bu politikaya karşı çıkmayı akıllarından dahi geçirmeden, Suriye Kürtlerine devrimcilik raconu kesenler, Suriye’deki savaşın uzamasından, Suriye’nin emperyalistlerin oyun sahasına dönüşmesinden, barış sürecinin demokrasiden uzaklaşmasından ve Türkiye’deki kontrgerilla egemenliğinin kopkoyu karanlığının pekişmesinden başka bir şeye hizmet etmiyorlar.
Türkiye’nin solcuları olarak Suriye politikasında neyin doğru olduğunu anlamak mı istiyorsunuz? Önce Suriye’ye değil, önce Türkiye’ye bakın. Suriye barışına ve demokrasisine Türkiye’den katkı sağlamanın en etkili yolu, Türkiye’de faşizme, kontrgerilla egemenliğine karşı mücadeledir. Emperyalizme karşı mücadelenin Türkiye’deki somut çizgisinin odağında da bu mücadele bulunmaktadır. Eğer Türkiye’nin Suriye’de izlediği bir politika kontrgerillayı, kontrgerilla egemenliğini, emperyalist patronajı güçlendiriyorsa ona karşı çıkılmalıdır.
Kontrgerilla kendi krizini atlatmak ve iktidarını sürdürebilmek için Kürt düşmanlığına mecbur olabilir ama Türkiye ne kontrgerillaya ve onun iktidarına ne faşizme ne de bütün bunların ardında duran emperyalizme muhtaç ve mahkumdur.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.