“Kadınlar nafaka ile yan gelip yatıyor”, “nafakayı ödeyemeyen koca böbreğini sattı”, “kadınlar nafaka için boşanıyor”… daha bir sürü şey duymuş olabilirsiniz. Ama hiçbiri gerçeği yansıtmıyor
“Kadınlar nafaka ile yan gelip yatıyor”, “nafakayı ödeyemeyen koca böbreğini sattı”, “kadınlar nafaka için boşanıyor”… daha bir sürü şey duymuş olabilirsiniz. Ama hiçbiri gerçeği yansıtmıyor
Nafaka hakkı son aylarda yine tartışmalı biçimde gündemde. Önce mağdur olduğunu iddia eden bir grup erkek ve onların sözcülüğüne soyunan Akit Gazetesi tarafından gündeme getirilen nafaka hakkı hükümetin de gündeminde.
21 Haziran günü, Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, “Kadının korunması esas, ama iki yıl evli kalmışlar sonra medeni şekilde ayrılmışlar. İki sene evli kaldılar diye bunları birbirleriyle ölene kadar hukuken bağlamak doğru değil” derken Tayyip Erdoğan da 4 Ağustos’ta, 100 günlük eylem planını açıklarken nafaka ödeme sisteminin adil bir hale getirilmesinin gündemlerinde olduğunu söyledi.
Aslında nafakaya ilişkin ilk açıklamalar bunlar değil 2016 yılında kurulan “Boşanmaların Önlenmesi Komisyonu”ndan bu yana nafaka hakkı sürekli hedefte.
Nafaka hakkının kaldırılması ya da kısıtlanması konusunda kamuoyu desteği yaratmak için de aslında Türkiye koşullarında hiçbir karşılığı ve gerçekliği olmayan söylemler yayılıyor. İşte bu argümanları ve gerçekleri madde madde açıklıyoruz:
İçinde yaşadığımız sistem bir yandan cinsiyetçi iş bölümü nedeniyle kadını evin içine hapsediyor diğer yandan da kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan kadının önüne yine cinsiyet ayrımcı engeller çıkarılıyor. Türkiye’de çok sık yaşanan şu örnekler hiç birimize yabancı gelmeyecek:
Erkekler eşlerinin çalışmasına izin vermiyor, çocuk ya da yaşlı bakımı milyonlarca kadının çalışmasına engel oluyor, çalışmak isteyen kadınlar güvencesiz ve düşük ücretli işlere mahkum edilmelerinin yanında işten ilk atılanlar oluyor…
Bu örnekler elbette çoğaltılabilir. Ancak kadının kendi ayakları üzerinde durmasına bu kadar engel varken ve yıllarını “evin idare edilmesi, çocukların bakımı, kocanın bakımı”na ayıran bir kadına bir anda “şimdi git kendi kendine geçin” denemez. Nafaka, ekonomik durumu her ne olursa olsun kadınların istemediği bir evlilik içinde kalmasına engel olabilecek bir haktır.
Aşağıdaki rakamlar da hem eğitim hayatında hem iş hayatında kadınların önüne çıkarılan engelleri net biçimde gözler önüne seriyor.
Öncelikle şunu belirtelim; nafaka miktarı, mal beyanı üzerinden hesaplanır ve hakim, nafaka miktarı için yasadaki madde açıkça ‘bir taraf zenginleşirken diğer taraf yoksulluğa düşmeyecek şekilde bir hakkaniyetle belirlenir’ ifadesiyle yer alır. Türkiye’de şu durumlar nafaka davalarında hiç yabancı olunmayan örnekler; Az nafaka ödemek için evini/arabasını/tarlasını… yani mal varlıklarını başkasının üzerine yapan, maaşını düşük gösteren, gelirini düşük gösteren erkekler…
Öte yandan Türkiye’deki hukuk siteminin erkeği koruyan ve cinsiyet ayrımcı karar ve uygulamaları hiç de münferit değil. Hakimin de erkeği “yoksullaştıracak”, “zorluk yaşamasına” neden olabilecek bir miktara hüküm vermesi rastlanan bir durum değil.
Türkiye’de en yaygın olarak ödenen nafaka tutarları ortalama 300-400 TL arasında.
Bu miktar da erkeği yoksulluğa düşürmesini bir yana bırakalım “boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf”ın -yani kadının- yeni bir yaşam kurabilmesine olanak sağlamıyor.
Medeni Kanun ile belirlenen nafaka hakkına sahip olabilmek için koşullar var. Örneğin, eğer boşanmada kadının “kusuru” fazla ise nafaka isteyemez.
Yemeğin tuzsuz olmasının, kadının tayt giymesinin… “erkekliğime laf etti” gibi bir çok sudan bahanenin şiddet ya da boşanma için “haklı sebep” sayıldığı bu hukuk sisteminde kadınların “kusursuz” ya da “az kusurlu” sayılması ne yazık ki çok da kolay değil.
Diğer bir koşul ise nafaka isteyen taraf “yoksulluğa düşmeli.” Yani kadının mal varlığı, işi, mesleği, herhangi bir geliri olmamalı. Kadın bu koşullarla “hak kazandığı” nafakayı bunlardan herhangi birini elde ettiği durumlarda da kaybediyor.
Kadının bir mesleği ya da meslek edinme imkanı varsa yoksulluk nafakası bağlanması zaten mümkün olmuyor. Böyle durumlarda nafaka ancak çocukların bakımı için “iştirak nafakası” olarak bağlanabiliyor. Bu durumda da zaten erkeğin kadının velayetine verdiği çocuğunun bakımına bir nebze olsun maddi destek olmasına kimse itiraz etmemeli.
Rakamlar da net biçimde gösteriyor ki Türkiye’de boşanmaların en büyük nedeni şiddet.
Kadınlar şiddet içinde bile evliliği sürdürmeye mahkum bırakılırken kadınların durup dururken sadece nafaka alabilmek için boşanma yoluna gitmesi hiç de gerçeği yansıtan bir söylem değil.
Öte yandan Türkiye’de yine toplumsal cinsiyet kaideleri nedeniyle, boşanmak kadınlar için kolay verilebilen bir karar olmuyor. Kadınlar boşanmak istediklerinde çoğu zaman koca ve aile baskısıyla karşı karşıya kalıyor. Bu engelleri aşıp yine de boşanma yoluna giden binlerce kadın da nafaka istememesi için “anlaşmalı boşanma”ya zorlanıyor ve nafaka istemediğine dair, hatta boşanmadan doğan haklarını bile (mal paylaşımı, çocukların velayeti) istemediğine dair bir anlaşmaya imza atmaya zorlanıyor.
Yani bu tablo karşısında özetle şu söylenebilir:
Adalet Bakanının söylediği gibi “2 ay evli kaldı, ömür boyu nafaka alacak” gibi örnekler çok absürt ve gerçeği yansıtmıyor. Çoğunlukta yaşanan bunun tam tersi. Türkiye’nin gerçeği; yıllarca evli kaldığı ve eşinden dayanılmaz ölçüde şiddet gördüğü halde ‘korkuları’ nedeniyle, adalet sistemine güvenemediği için, aldığı ölüm tehditleri nedeniyle… bir türlü boşanamayan, boşanmaya cesaret ettiğinde ise kendi geçimini sağlaması, yeni bir yaşam kurabilmesi için imkan yaratılmayan kadınlardır. Bu gerçek karşısında nafaka hakkını kısıtlamak da açıkça kadınlara “yaşadığınız şiddete rağmen o evlilik içinde kalmaya hatta ölüm riskini göze almaya mecbursunuz” demektir.
Devletin de marjinal örnekler üzerinden erkeklerin “mağduriyetini” gidermek yerine asıl olarak kadının güçlendirilmesi, evliyken de boşandıktan sonra da kendi yaşamını kazanabileceği koşulları sağlaması doğru olandır.
Kaynak: Ekmek ve Gül