İdlip mutabakatında ne nedir? Türkiye sahada hangi yükümlülükleri üstlenmiş oldu? Mutabakatta yer alan kritik tarihlere kadar ilgili maddeler sahaya ne kadar yansıdı? Sahadaki riskler ve belirsizlikler neler?
İdlip mutabakatında ne nedir? Türkiye sahada hangi yükümlülükleri üstlenmiş oldu? Mutabakatta yer alan kritik tarihlere kadar ilgili maddeler sahaya ne kadar yansıdı? Sahadaki riskler ve belirsizlikler neler?
Tayyip Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasındaki İdlip mutabakatına göre, 10 Ekim’e kadar cihatçıların tüm ağır silahlarını “silahsızlandırılmış bölge”den çıkarması, 15 Ekim’e kadar da Nusra dahil tüm grupların bu bölgeden ayrılması öngörülüyordu.
İdlip mutabakatında ne nedir? Türkiye sahada hangi yükümlülükleri üstlenmiş oldu? Mutabakatta yer alan kritik tarihlere kadar ilgili maddeler sahaya ne kadar yansıdı? Sahadaki riskler ve belirsizlikler neler? 5 maddede derledik:
Erdoğan ile Putin 17 Eylül’de Soçi’de İdlip gündemiyle bir araya geldi. Görüşmeden, İdlip çevresinde 15-20 kilometreye kadar temas hattı üzerinde, Suriye ordusu ile cihatçı grupları ayıracak bir “silahsızlandırılmış bölge” oluşturulması kararı çıktı.
Görüşmeden iki gün sonra tam metni basına sızdırılan mutabakata göre, Türkiye’nin üstlendiği görevler şöyle:
– 10 Ekim’e kadar “silahsızlandırılmış bölge” sınırlarındaki tüm tanklar, çok namlulu roketatarlar, top ve havan gibi ağır silahlar bölgeden çıkarılacak.
– 15 Ekim’e kadar Nusra Cephesi dahil tüm “radikal terörist gruplar” bölgeden uzaklaştırılacak.
– 2018’in sonuna kadar M4 (Lazkiye-Halep) ve M5 (Halep-Şam) otoyollarının güvenliği sağlanıp trafiğe açılacak.
Anadolu Ajansı (AA) 8 Ekim’de, İdlip’teki “silahsızlandırılmış bölge”deki ağır silahların çekilmesi sürecinin tamamlandığını öne sürdü.
Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mariya Zaharova ise 10 Ekim’de yaptığı açıklamada “Şu an itibarıyla İdlip’teki silahsızlandırılmış bölgeden 1000’den fazla militan, yaklaşık 100 askeri araç çıkarıldı. Ancak dün Türk basını, ağır silah çekme işleminin tamamlandığını yazdı. Uzmanlarımız aracılığıyla bu bilgiyi doğrulamaya çalışıyoruz” diyerek çekilme işleminin kısmen gerçekleştiğini kaydetti.
AKP destekli cihatçı gruplar, ağır silahların çekilmesi işlemini tamamladıklarını duyursa da İdlip’in büyük çoğunluğunu elinde tutan Nusra öncülüğündeki çatı örgüt Heyet-i Tahrir’uş Şam’dan (HTŞ) bu yönde bir hamle gelmedi.
HTŞ’nin önde gelen birçok ismi mutabakata karşı çıkıyor ve silahların teslim edilmesini isteyenleri “düşman” ve “hain” olarak nitelendiriyor.
Londra merkezli, muhalif Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR), “silahsızlandırılmış bölge” sınırlarındaki cihatçı grupların, oluşturulan tampon bölgeye geçmesi için 15 Ekim’in son gün olmasına rağmen hala çekilmediklerini kaydetti.
HTŞ ise İdlip mutabakatıyla ilgili ilk resmi açıklamasını dün (14 Ekim) yaptı. Örgütün haber ajansı İba’nın duyurduğu açıklama “HTŞ: Silahımız Sünnileri korur ve onların haklarını savunur” başlığıyla yayımlandı.
Silah bırakmayacağını belirten HTŞ, “Mübarek devrimimizin hedeflerini gerçekleştirinceye kadar cihat ve savaş seçeneğinden sapmayacağız” ifadesini kullandı.
HTŞ’nin, “İdlip’i korumak ve buranın işgal edilerek katliamlar düzenlenmesini engellemek için içerde ve dışarda uğraşanların çabalarına değer veriyoruz” şeklinde cümlesi ise çoğu haber ajansı tarafından “anlaşmaya uyma sinyali” olarak değerlendirildi. Ancak açıklamada silahların geri verilmeyeceği ve Şam yönetimine karşı savaşın devam ettirileceği gibi ifadelerin yer alması HTŞ’nin anlaşmaya büyük oranda karşı çıktığının göstergesi.
AKP destekli cihatçı grupların, TSK-MİT baskısıyla günün sonunda çekilme kararına tamamen uyma ihtimali yüksek.
Ancak TSK’ye İdlip ve çevresinde 12 gözlem noktası için izin veren HTŞ, benzer bir tutumu “silahsızlandırılmış bölge” için göstermemiş oldu.
Dolayısıyla gelinen noktada HTŞ liderliği bir karar vermek zorunda kalacak: Ya TSK’yle savaşma pahasına mutabakata karşı koyacak ya da mutabakata uyarak Türkiye sınırlarına doğru çekilecek.
AKP’nin İdlip planı aşağı yukarı belli: HTŞ’yi dağıtıp “ÖSO” ile birleştirmek ve güdümündeki cihatçılar için bir “güvenli bölge” oluşturmak.
HTŞ ise bu plana uymak şöyle dursun, cephe hatlarındaki tahkimatını sürdürüyor ve geçtiğimiz haftalarda AKP destekli gruplarla İdlip’te birkaç noktada çatışmalar yaşadı. Diğer tarafta AKP destekli gruplar da mutabakatı HTŞ’yi tasfiye için bir fırsat olarak değerlendiriyor.
Mutabakata karşı konumlanan El-Kaide bağlantılı gruplardan ise Türkiye karşıtı mesajlar geliyor. 2016’da HTŞ’den kopan “El-Kaide’ye sadık komutanlar” tarafından kurulan Hurras el-Din (Din Koruyucuları) mutabakata karşı çıktı ve Türkiye’yi de hedef alarak “Küfür ve şer ehline karşı cihat çağrısı” yaptı. Hatta Hurras el-Din’in, kendileriyle iletişim kanalı açmak isteyen Türk yetkililerin taleplerini reddettiği de öne sürüldü.
İdlip mutabakatına karşı tutum konusunda cihatçı gruplar arasındaki çatlaklar derinleşiyor. Ve bu da yakın gelecekte daha büyük çaplı ve kanlı bir “iç savaş” olasılığı anlamına geliyor.
Mor renkle gösterilen İdlip’teki “silahsızlandırılmış bölge”nin sınırları. Burada bulunan Nusra dahil tüm cihatçı grupların 15 Ekim’e kadar daha içerideki bölgelere çekilmesi gerekiyor. [Kaynak: Muraselon]
Bu kadar ağır maddeleri olan bir mutabakatın Erdoğan tarafından neden kabul edildiği sorusunun cevabı Saray-AKP iktidarının “Fırat’ın doğusu” hedefinde yatıyor. Erdoğan, ABD’nin Kürtlere yönelik desteği sürdükçe Rusya’nın ajandasına uygun şekilde hareket edeceğini açıkça ifade ediyor: Rus Kommersant gazetesinde yayımlanan makalesindeki “Rusya’nın da özellikle PKK, PYD, YPG gibi terör odaklarına karşı Türkiye’nin mücadelesine destek vermesini bekliyoruz” sözleri bunun en somut kanıtı.
Öte yandan Rusya da Suriyeli Kürtlerin ABD’yle ilişkilerinden rahatsız ve bu ilişkiyi sona erdirmek için AKP’ye yol verme konusunda tereddüt etmiyor. Afrin bunun en can alıcı örneğiydi. İdlip mutabakatından dört gün sonra Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un “Fırat’ın doğusu”nu “Suriye’nin bütünlüğüne yönelik ana tehdit” olarak nitelendirerek buradan gelen tehdidin yükseldiğini söyledi.
Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim de bugün (15 Ekim) İdlip’ten sonra hedeflerinin “Fırat’ın doğusu” olduğunu açıkladı.
“Kürtler, ABD ile hareket etme konusunda ısrar ettiği sürece görüşmeler vakit kaybı” diyen Muallim, Suriye’nin doğusunda federal devlet kurulmasının anayasaya aykırı olduğunu ve ülkenin “her karış toprağını” kurtaracaklarını da söylemesi, çatışmanın İdlip’le sınırlı kalmayacağını ve Kürtlerin de giderek artan risklerle karşı karşıya olduğunu gösteriyor.
İlgili haberler:
Sendika.Org