Ara Güler “Huzur Fotoğrafı” denilen fotoğrafı çekerken gerçekliği çarpıtarak yansıtmayı tercih etmiş ve ezenlerin tarafını tercih etmişti
Ara Güler’in şu aralar kendisini olumlayan sol liberallerin aksine tarafsız olma gibi bir derdi yoktu. “Huzur fotoğrafı” denilen fotoğrafı çekerken gerçekliği çarpıtarak yansıtmayı tercih etmiş ve ezenlerin tarafını tercih etmişti
Gazeteci ve foto muhabir Ara Güler öldü. Yaşamı boyunca Winston Churchill, Salvador Dali, John Berger, Bertrand Russell, Indira Gandhi, Pablo Picasso gibi birçok siyasetçi ve sanatçının da aralarında bulunduğu isimlerin fotoğraflarını çeken ve foto röportajlar yapan Ara Güler’in ölümü birtakım tartışmaları da beraberinde getirdi.
Ara Güler bir söyleşide diyor ki: “Fotoğrafın sanat olduğuna inanmıyorum.” “Fotoğraf hakikattir. Hakikatin kopyasıdır. Hakikatin parçasıdır, sanat olamaz.” Sanatı hakikatten kopuk gösteren bu hatalı düşünceye konu bütünlüğünü bozmamak için yazının sonraki bölümlerinde değinelim ve Ara Güler’in fotoğrafla ilgili düşünceleri üzerinden devam edelim. Her sanatçı gerçeği kendi anlam dünyasının süzgecinden geçirerek üretimde bulunur. Yani ürettiği eser ne kadar gerçekçi olursa olsun mutlaka esinlendiği gerçeklikten farklı yeni bir gerçeklik yaratmış olur. Bir anı çerçeveleyen fotoğrafta dahi bu böyledir. Çünkü en nihayetinde sanatçı kendi göstermek istediğini göstermeye çalışacaktır.
Bunu Ara Güler’in çektiği bir fotoğrafla örnekleyelim. Türkiye’de milyonlarca insanın faşizme karşı bir halk ayaklanması gerçekleştirdiği 2013 yılında direnişçiler, isyanın merkezi Taksim Meydanı’ndan polis zoruyla çıkartılmış, bunun ardından temmuz ayının son günlerinde Taksim Meydanı’nda bir iftar yemeği düzenlenmişti. Yemeğe, AKP’liler, bazı din ve mezheplerin temsilcileri, iktidar yandaşı liberaller, kısaca isyanın öznesi olmayan isimler katılmıştı. Bu iftarı fotoğraflayan Ara Güler’in fotoğrafı huzur fotoğrafı olarak servis edilmişti.
Ara Güler iftara katılan 3 bin tuzu kurunun fotoğrafını huzur fotoğrafı olarak çekerken, milyonlarca insanın aynı meydandaki direnişini kadrajının dışında bırakarak yok saymıştı. Fotoğrafçı göstermek istemediklerini çerçevenin dışında bırakır, göstermek istediklerini çerçevenin içine alır. Göstermek istediği açıyla, istediği ışık kullanımıyla gösterir. Bizim bir fotoğrafa baktığımızda gördüğümüz o anın kendisi değil, fotoğrafçının o anı yansıtma şeklidir. Buradan varacağımız sonuç şudur; sanatçı tarafsız olamaz. Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi sınıf savaşımları tarihi ise şu ana kadar ki tüm sanat tarihi de sınıf mücadelesinin insan ve insanlığın anlam dünyasında oluşturduklarından bağımsız düşünülemez. Bu nedenle de sanatçıların ya da sanatçıyı eleştirenlerin her türlü tarafsızlık çabası tekrar ve tekrar ezen ve ezilenler arasındaki mücadelede taraf olmalarıyla sonuçlanacaktır. Ara Güler’in zaten şu aralar kendisini olumlayan sol liberallerin aksine tarafsız olma gibi bir derdi de yoktu. “Huzur fotoğrafı” denilen fotoğrafı çekerken gerçekliği çarpıtarak yansıtmayı tercih etmiş ve ezenlerin tarafını tercih etmişti.
Faşizmle flörtleşen sanatçılara yönelik solda iki temel hatalı yaklaşım vardır. Bunların ilki o sanatçının sanatçılığını inkâr etme ya da sanatını görmezden gelmedir. Yani o sanatçıyı sanatın dışına itme çabasıdır. Bu yaklaşımın temelinde sanatın kendiliğinden ezilenin tarafında ve muhalif olduğu ve bu nedenle ezenlerin tarafında yer alan birinin sanatçı olamayacağı hatalı düşüncesi yer alır. Bu hatalı düşünceye yol açan önemli bir neden toplumsal ayaklanmaların yaşandığı dönemlerde ekonomik yetersizlikler ve sansür gibi birçok engeli aşan sanatın daha görünür olması, halkın yaratıcılığının açığa çıkması ve sanatın taraflarının da keskinleşmesidir. Bunun bir örneğini yakın tarihimizde Gezi Direnişi’yle yaşadık. Oysa sanat, tarihin hiçbir döneminde ezen sınıflara karşı kendiliğinden muhalif olmadı. Sanatı ezilenlerin sanatı niteliğine büründürenler bizzat ezilenler oldular. Birçok sanatçı ise ezenlerin tarafında durmayı tercih etti. Örneğin, Antik Çağ heykeltıraşları hükümdarların portre heykellerini yaptılar, klasik dönem ressamlarının birçoğu sarayların ve zenginlerin ressamlarıydı; hatta aynı zamanda bir mühendis olan Leonardo da Vinci hükümdarlar için savaş makineleri tasarladı, 1915 yılında çekilen ve sinemaya birçok teknik yenilik getiren D.W. Griffith’in yönettiği ABD yapımı The Birth of a Nation (Bir Ulusun Doğuşu) filmi, beyaz üstünlüğünü savunan Ku Klux Klan örgütüne övgüler içeren bir ırkçılık propagandasıydı, Ara Güler tarafından fotoğraflanan ressam Salvador Dali, faşist İspanyol general Francisco Franco yandaşı bir faşistti. Evet, ezenlerin tarafında yer almış bahsi geçen kişiler sanatçıydılar ve bahsi geçen eserler de sanat eserleriydi. Ve sanat aynı zamanda bunların da tarihi. Tıpkı insanlık tarihinin sınıf savaşımının diğer tarafı olan ezenlerin de tarihi olması gibi… Ara Güler’in iddiasının aksine fotoğraf tabii ki bir sanat olabilir ve Ara Güler’in eserleri sanatsal nitelik taşımaktadır. Ara Güler’i eleştirirken de onun sanatını yok saymak ne doğru bir yaklaşım, ne gerekli ne de mümkündür. Ara Güler’i sanatıyla birlikte yerden yere vurmak varken neden sanatını yok sayalım ya da görmezden gelelim ki?
İkinci hatalı yaklaşım ise bir yandan sanatçının sanatını överken bir yandan politik kişiliğini yermek üzerine olan yaklaşım. Ara Güler örneğinde ağırlık kazanan yaklaşım da bu oldu. Bu yaklaşımın temelinde de insanın kendiliğindenliğini ve sanatı, maddi dünyadan ve toplumsal ilişkilerden soyut görme hatası yer alıyor. Kısaca tanımlayacak olursak sanat, insanın ya da insan topluluklarının anlam dünyasında var olanın ifade edilmesidir. İnsanın anlam dünyasını ise toplumsal ilişkiler ve insanın kendiliğindenliği oluşturur. İnsanın genetik-kalıtsal varoluşu ve biyolojik evrimi insanın kendiliğindenliği içerisinde yer alır. Sosyal bir hayvan olan insanın diğer insanlarla ilişkileri ve kültürel evrimi de toplumsal ilişkilerinin içinde yer alır. Hem insanın kendiliğindenliği hem de toplumsal ilişkileri maddi varoluştur ve birbirlerinden ayrıksı değil tam tersine iç içe ve etkileşim halindedirler, bir bütün halinde insanın anlam dünyasını oluştururlar. Bu anlam dünyasının ifade ediliş biçimlerinden birine de biz sanat diyoruz. Yani sanat insanın kendiliğindenliği ve toplumsal ilişkilerinin toplamının bir ürünüdür ve bu nedenle hiçbir şekilde soyut değil tamamen maddi varoluşun bir ürünü ve parçasıdır. Bir eseri sanatçının kişiliğinin bir kısmı değil bir bütün olarak sanatçı meydana getirir ve sanatçının kendisi de insan olarak kendisini var eden her şeyin toplamı olarak bir bütündür. Bu nedenle bir sanatçı eleştirilirken sanatçılığı ve politik kişiliği birbirinden ayrıştırılarak eleştirilemez. Bunların maddi varoluşları bir aradadır ve birbirleriyle iç içe geçmişlerdir. Yazının başlarında değindiğimiz şekilde sanat gerçekliğin yeniden üretimi olmakla birlikte gerçekliğin dışında değil, gerçekliğe içkindir. Bir sanatçı hayatı boyunca farklı tarafları seçmiş olabilir, taraflar arasındaki sınırı ayırt etmek güçleşebilir, eserleri ve politik görüşleri arasında çelişkiler barındırabilir. Ama bunların hiçbirisi gerçeği ve sanatçıyı bir bütün olarak yorumlama ve eleştirme gerekliliğini ortadan kaldırmaz. Nasıl ki Yılmaz Güney’i ezilenlerin tarafında duruşu, devrimciliği, sanatçılığı, maçoluğu, yönetmenliği, senaristliği, oyunculuğu, kabadayı filmleri ve devrimci filmleriyle bir bütün olarak görmek ve bu şekilde değerlendirmek gerekiyorsa AKP’nin en saldırgan, en zalim dönemlerinde AKP’ye alkış tutan Ara Güler’in sanatı da seçtiği taraf görmezden gelinerek değerlendirilemeyecektir.
Mademki bütün toplumların tarihi sınıf savaşımları tarihidir, sanat da bu tarihin bir parçasıdır. Ne kendiliğinden devrimcidir ne de devrimcilerin yok sayabileceği bir ezen sınıf aygıtı olmaktan ibarettir. Sanat bir bütün halinde görülmeli, anlaşılmalı ve yorumlanmalıdır. Ve ezen sınıfların meşruiyet aygıtı, ideolojik aygıt, propaganda, kara propaganda ve iktidarlarının simgesi olarak kullandıkları sanatın karşısında ezilenler daha evrensel, daha ilerici, daha kolektif, daha güzel ve insana değer veren bir sanatı üretmeli ve paylaşmalıdır. Sanatçılar yaşadıkları dönemin toplumsal ilişkileri çerçevesinde değerlendirilmelidir. Sanat ise ezilenlerin sesi olarak devrimci bir içerikle üretilmeli, devrimci bir bakış açısının süzgecinden geçirilerek değerlendirilmeli ve sahiplenilmelidir.
Sanat bizzat bir mücadele alanıdır, tarafları vardır. Bizim tarafımız ölümünün ardından Recep Tayyip Erdoğan’ın “objektifine yansıma mutluluğunu yaşadığım değerli sanatçımız” diyerek taziye mesajı yayımladığı Ara Güler’in tarafı değil vatan haini ilan edilen Nazım Hikmet’lerin tarafıdır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.