Acaba fizik, ödüllerin verilmeye başlandığı 1901’den bu yana kadınların hiç ayak basmadığı bir alan mıydı yoksa fizik alanında ödül verilebilecek kadın bilimci sayısı gerçekten bu kadar az mıydı?
Acaba fizik, ödüllerin verilmeye başlandığı 1901’den bu yana kadınların hiç ayak basmadığı bir alan mıydı yoksa fizik alanında ödül verilebilecek kadın bilimci sayısı gerçekten bu kadar az mıydı? Peki ya ödül verilirken dikkate alınmayan, daha doğrusu emekleri ve ödülleri çalınan kadın fizikçiler?
Donna Strickland, 55 yıl aradan sonra Nobel Fizik Ödülü verilen ilk kadın bilim insanı oldu. Kanadalı Strickland, 1903’te bu ödülü alan ve iki dalda (fizik ve kimya) Nobel kazanan tek bilim insanı olan Marie Curie ve 1963’te ödül verilen Maria Goeppert-Mayer’den sonra, fizik alanında ödül alabilen üçüncü kadın. Ödülü Fransız ve ABD’li iki erkek fizikçiyle paylayan Strickland, lazer fiziği alanındaki keşifleriyle ödüle layık bulundu.
Donna Strickland
Nobel Fizik Ödülü alabilen kadın fizikçi sayısı ister yazıyla (üç) ister rakamla (3) yazılsın düşündürücü. Acaba fizik, ödüllerin verilmeye başlandığı 1901’den bu yana kadınların hiç ayak basmadığı bir alan mıydı yoksa fizik alanında ödül verilebilecek kadın bilimci sayısı gerçekten bu kadar az mıydı? Peki ya ödül verilirken dikkate alınmayan, daha doğrusu emekleri ve ödülleri çalınan kadın fizikçiler?
İşte blogger Maria Popova’nın brainpickings’te yayımlanan yazılarının katkısıyla yirminci yüzyıl boyunca erkek egemenliğinin çeşitli hile ve desiseleri yüzünden Nobel alamasalar da, kadınlar için bilimin yolunu açan kadın fizikçilerden bazıları. 55 yıl sonra ödül alabilen kadın fizikçiyi, yirminci yüzyıl boyunca ödülü çalınan kadın fizikçileri anarak kutlayalım.
Avusturyalı öncü fizikçi Lise Meitner (1878-1968) nükleer fizyonu bulan ekibe öncülük etmekle birlikte Nobel Ödülü’nden dışlanan kadınların en önemlisi. Toplama kamplarından kurtulan Yahudi kökenli fizikçiyi Einstein, Almanca konuşan dünyanın Marie Curie’si olarak selamlamıştı.
Lise Meitner, 1906
Meitner hayatının son yıllarında yazdığı anılarında, gençken yaşadığı en büyük sorunun, normal bir entelektüel eğitim almasını engelleyen sorunlar olduğunu yazdı. Resmi eğitimi 14 yaşında son bulduktan sonra, Avusturya üniversitelerinin kadınları kabul etmeye başladığı 1901 yılında, 23 yaşında, sekiz yıllık kaybını yirmi aylık yoğunlaştırılmış bir mantık, edebiyat, matematik, Yunanca, Latince, botanik, zooloji ve fizik çalışmasıyla kapatarak üniversiteye girdi. 1905’te fizik doktorasına sahip çok az sayıdaki kadından biri oldu. Berlin’de hala kadın öğrenci kabul etmeyen Alman üniversitelerinin ablukasını, kimyacı meslektaşı Otto Hahn ile beraber eski bir marangozhaneyi fizik laboratuvarına dönüştürerek kırdı. 1921-34 arasında 56 bağımsız makale yayınladı; 1938’de Yahudi olduğu için ülkesinden kaçmak zorunda kaldı; İsveç Nobel Fizik Enstitüsü’ne yerleşti.
Lise Meitner ve Otto Hanh, 1913’te bodrumdaki laboratuarlarında
Savaş öncesinde birlikte çalıştığı meslektaşı Hahn ile burada buluşarak nükleer fizyon üzerine çalışmaya başladı. Hahn’nın bir anlam vermeden kaydettiği ampirik sonuçları yorumlayarak fizyonun neden ve nasıl gerçekleştiği konusundaki ilk yorumu ve açıklamayı kaleme aldı. Hahn makaleyi sadece kendi ismiyle yayınladı ve 1944’te Nobel Kimya Ödülünü aldı. Tek başına ve hiç utanmadan!
Lise Meitner sürgünden hemen önce
1967 Temmuz ayında 24 yaşındaki Kuzey İrlandalı astrofizikçi Jocelyn Bell Burnell, denetimi altındaki iki kutuplu devasa teleskoptan gelen verilerde tuhaf bir şeyler fark etti. 28 Kasım’da Jocelyn ve tez hocası bu tuhaf sinyallerden birini daha detaylı kaydettiler ve ölmekte olan bir yıldızın son patlamasından geriye kalan çekirdekten oluşan nötron yıldızlarının gerçek olduğunu kanıtladılar.
Keşfin esas önemi, yıldız ölümlerinin nötron yıldızlarının yanı sıra kara deliklerin de doğmasına yol açabileceğini kanıtlamasından kaynaklanıyordu. 4 ay sonra yayımlanan makalede asimetrik güç ilişkileri gereği, tez hocası Hewish’in adı birinci, Bell Burnell’inki ikinci sırada yer aldı. 1974 yılında ise Nobel Fizik Ödülü radyoastronomideki katkılarından ve pulsarların keşfedilmesindeki belirleyici rolünden dolayı ataerkil değerlendirme ölçütleri gereği, Hewish’e ve bir İngiliz erkek meslektaşına verildi. Akademi, Bell Burnell’i tümüyle görmezden geldi. Bell Burnell ayrıca 1960’ların sonlarında İngiltere’nin en önemli radyo astronomi merkezinde cinsiyeti nedeniyle işe alınmadı.
Jocelyn Bell Burnell
1965’te astronom Vera Rubin (1928-2016) dönemin en güçlü teleskoplarının bulunduğu Palomar Gözlemevi’nde gözlem yapmasına izin verilen ilk kadın oldu. Rubin burada, evren konusundaki kavrayışımızın en önemli dönüm noktalarından birini oluşturan karanlık maddenin varlığını kanıtlayan buluşunu yapmadan önce, galaksi rotasyonu hakkındaki öncü çalışmalarını yürüttü.
Küçüklüğünden beri astronom olmak isteyen ama gerçek hayatta hiç astronom tanımayan Vera’nın ilham kaynağı, 1865’te kadın öğrencilerin alınmadığı Vassar Koleji’ne girebilen tek kadın öğrenci olan büyük astronom Maria Mitchell’in bir çocuk kitabında gördüğü resmiydi.
Maria Mitchell
Vera, Mitchell’in ayak izlerini takip ederek Vassar’a girdi ve 1950 yılında 22 yaşındayken Amerikan Astroloji Birliği önünde galaksi rotasyonu hakkındaki tezini 10 dakikada sunup, yeni doğmuş çocuğunu emzirmek üzere telaşla salondan ayrıldı.
Evrenin büyük ölçekli hareketi kavramına dayanan galaksi rotasyonu tezi, zamanının en az yirmi yıl ötesindeki devrimci bir fikirdi ve iki büyük astronomi dergisi tezi yayımlamayı reddetti. Araştırması hakkında inceleme yapmak üzere Rubin’le temas kuran büyük teorik fizikçi Gamow ise “eşlerin girmesine izin verilmediği” gerekçesiyle, Rubin’in uygulamalı fizik laboratuarındaki derslerine girme talebini reddetti.
Vera Rubin Vassar’da, 1940lar
Rubin ise o dönemde teorik bir kurgu olarak görülen karanlık maddenin varlığını kanıtlamaya yönelik çalışmalarını sürdürdü. Karanlık madde buluşu bugün evrene ve kendi varlığımıza dair anlayışımız açısından merkezi önemde bir buluş sayılsa da, Rubin’e bugüne kadar herhangi bir Nobel fizik ödülü verilmemiş olması, ödül verme ölçütlerindeki sistemli çarpıklığın bir başka kanıtı.
Vera Rubin, 1974
Son söz Rubin’in güzellik hakkındaki sözleri olsun:
Bazen kendi kendime eğer çirkin olsalardı galaksileri inceler miydim diye soruyorum. Bunu gerçekten soruyorum ve emin olamıyorum. Çirkin böcekler görüyorum. Bahçem kabuksuz sümüklü böceklerle dolu… Bazen onları incelemeye başlarsam gözüme o kadar da çirkin görünmeyebileceklerini düşünüyorum… Bu düşünceyi evirip çevirip uçlara kadar götürüyorum. Belki de galaksiler aslında o kadar da çekici değillerdir.
Kaynak: Kadın Savunması
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.