2018 yılı içinde Almanya’da toplamında onbinlerce kişi otoriter polis yasaları ve gerici göçmenlik politikalarına karşı sokaklara döküldü
Sadece faşist kitleyi değil, onu mümkün kılan Almanya’nın emperyalist ve göçmen politikalarını da eleştiren ve antifaşist sloganların bolca duyulduğu etkinliğin, Almanya cumhurbaşkanı Steinmeier tarafından olumlanması ve bütün devlet kanalları tarafından sansürsüz bir şekilde yayınlanması, ilginç bir durumdu
26 Ağustos’ta Almanya’nın Chemnitz şehirinde Küba kökenli ve sol eğilimli bir Alman vatandaşın henüz yeterince aydınlatılmamış koşullarda iki mülteci tarafından öldürülmesinden sonra, parlamentoda güçlü bir fraksiyon olan aşırı sağ AfD partisi (Almanya İçin Alternatif), faşist çetelerle beraber kışkırttığı bir “Alman” çetesiyle, şehirde militan yürüyüşler örgütleyip sokaklarda göçmen kovalamıştı.
Ancak geçmişteki benzer olaylardan farklı olarak, bu sefer antifaşist cevap çok güçlü oldu. Faşist kitlenin kendiliğinden sokağa dökülüşünden bir hafta sonra yaptığı örgütlü yürüyüşe Chemnitz’de beş bin kişi katılırken, bu yürüyüşe beş bin antifaşist cevap verdi ve faşistleri sokakta kovaladı.
Olay burada da bitmedi.
Faşistlerin her hafta tekrar tekrar yürüyüş düzenlemelerine karşı, Almanya’nın tümünde tepkiler baş gösterdi. Sonunda, 3 Eylül’de, Chemnitz’in ortasında, antifaşist birçok Alman rock, pop ve hip hop şarkıcılarının katılımıyla ve on binlerce kişinin coşkulu desteğiyle faşizme karşı saatlerce süren konserli etkinlik gerçekleşti.
Sadece faşist kitleyi değil, onu mümkün kılan Almanya’nın emperyalist ve göçmen politikalarını da eleştiren ve binlerce kişinin haykırdığı antifaşist sloganların bolca duyulduğu bu etkinliğin, Almanya cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier tarafından olumlanması ve bütün devlet kanalları tarafından sansürsüz bir şekilde yayınlanması ise, dikkat çeken ilginç bir durumdu.
Ancak, bu ilginç durumun arkasında farklı güç dengeleri yatıyor.
Neoliberal otoriterizmin yükselişi
Chemnitz’deki olaylar yeni bir gelişme değil.
Benzer bir şekilde Clausnitz, Bautzen, Heidenau, Freital ve bir sürü başka Alman şehrinde son senelerde faşistler tarafından kışkırtılan kitleler, göçmenleri kovalamış, sığınmacı evlerini yakmış veya yakmaya çalışmıştı. Arka planda ise, Almanya’da kök salan neoliberalizm ve onun bıraktığı yıkıntılar yatıyor.
Avrupa Birliği içinde İngiltere dışında en sert emek rejimi ve en büyük düşük gelirli ve güvensiz istihdam sektörüne sahip olan Almanya, öbür yandan Avrupa ve gittikçe de dünya çapında rekabetçi güçlü bir sermaye ve onunla beraber emperyalist özgüvenle masaya oturan bir devlete sahip oldu.
Almanya’nın bu yeni emperyalist hamlesini mümkün kılan en önemli ön koşullarından birisi, içte inşa edilen çelik gibi kapitalist emek ve toplumsal düzen disiplini oldu. Sermaye ve elitler tarafından örülen bu ideolojik-politik-kurumsal ağ içinde herkes görece bireyselleştirdi, neoliberal bir emek rejimi içselleştirildi.
Bu durum, örgütlü olmayan emekçilerin yaygın bir kısmında, düşmanı sistem ve sistemden en fazla yararlananlarda değil, güya “çalışmayanlarda” ve benzer bir biçimde neoliberal emek rejimine katılmayan “parazitlerde” görme, mesela göçmenlere karşı öfkelenme tutumlarına yol açtı.
Elbette, bu yönelim rastlantısal değil, öncesindeki bilinçli “yatırımların” sonucuydu. “Yatırımcılar” ise, medyanın ve siyasal elitlerin göz yumup yol almalarına izin verdikleri güçlerdi. Önce sosyal-demokrasinin içinde oluşan sağ sosyal-darwinist teorisyenler (T.Sarazin) belirdi, sonra da kurumsal-devlet içi orta sağdan kopan PEGİDA ve en nihayetinde AfD gibi faşist hareketlerle iç içe olan yeni aşırı sağ şekillendi.
Menfaat ilişkileri
Düzenin yeni aşırı sağa yaklaşımı karma. En temelde, bütün toplumsal tartışmayı sağa ve böylece daha sert bir neoliberalizme kaydırmakta ve aynı anda kendisini ondan ayırıp “demokrat” gösterme olanağı sunduğu için, aşırı sağa menfaatleri açısından olumlu bakıyorlar. Yer yer ajandaların örtüştüğünde -mesela emperyalist kârları “göçmenlere” karşı korumakta- daha da yakınlaşıyor. Mesela, Almanya’nın Federal Anayasa Koruma (VS) başkanı Maaßen’in dönemin AfD şefi Petry’e, onları takip etmek istemediklerini iletmişti.
Ancak bu sağa kayış halk içinde küçük burjuvazinin bazı kesimlerini de kapsayan bir şekilde farklı tepkiler yarattı. Önce Sol Parti’nin kuruluşu, sonra Blockupy gibi hareketlerde kendisini ifade eden bu derin demokratik toplumsal refleks, 2015 yılında yüzbinlerce göçmenin Almanya’ya gelişinde onları spontane bir şekilde garlarda olumlu bir şekilde karşılayan yüzbinler biçiminde kendisini yeniden ifade etti. 2015’ten sonra özellikle örgütlü solun eksikleri yüzünden AfD’nin yükselişi ortamı belirlemiş olsa da, 2018’de yine sol refleksler sokakları belirlemiştir.
2018 yılı içinde Almanya’da toplamında onbinlerce kişi otoriter polis yasaları ve gerici göçmenlik politikalarına karşı sokaklara döküldü.
İşte, tam da böylesi bir konjonktür içinde, aşırı sağ-faşistler ittifakı, Chemnitz şehrinde sokakları ele geçirme girişiminde bulundu. Bu olay yükselen sol refleks içinde gericiliğe karşı biriken öfkeyi tetiklemiş, son dönemlerde aşırı sağcı-faşistler tarafından fiziki saldırılara maruz kalan basın mensuplarını da bugüne kadar ana akım medya tarafından görülmemiş bir netlikte antifaşist bir tavra motive etmiştir.
Burada düzen burjuvazisinin çıkarları devreye giriyor: Evet, düzen her ne kadar yeni aşırı sağın yükselişinden bahsedildiği gibi yararlansa da, onu fazlasıyla bağımsız ve iktidara oynamaya çalışan bir özne olarak en azından şimdilik kabul etmiyor. Özellikle yükselen kitlesel antifaşist tepkiler karşısında, yine özünde ona özgün olan oportünist antifaşist çizgisine konumlanıyor.
Onun için, “bütün Almanya birleşik bir antifaşist cephe oldu” tarzında düşünceler yanılsamadır. Chemnitz’deki antifaşist yürüyüş ve etkinlikleri kitlenin baskısı ve ülke çapındaki demokratik-antifaşist mutabakat yüzünden de destekleyen düzen burjuvazisi, dün ve bugün devrimci sola en sert saldıran ve daha da sert saldırılara kapı açan yeni otoriter polis yasalarını kurumsallaştıran güçtür. Chemnitz’deki antifaşist cephenin ise, antifaşizmin liberal-oportünist-düzenci ve demokratik-devrimci yorumları arasında bir hegemonya savaşının simgesi olarak görülmesi gerekiyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.