AKP iktidar bloku yalnızca kimlik siyasetine değil maddi bir temele yaslanıyor ve şimdi bu maddi temelin esas dayanağı olan borçlanmaya dayalı büyüme modeli bunalıma girmiş durumda
AKP iktidar bloku yalnızca kimlik siyasetine değil maddi bir temele yaslanıyor ve şimdi bu maddi temelin esas dayanağı olan borçlanmaya dayalı büyüme modeli bunalıma girmiş durumda
Ekonomik kriz ufukta görününce, iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Meclis ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerini 24 Haziran’a çekerek erken seçim kararı aldı. Her iki seçimi de kazandı. Ne var ki Türkiyeli seçmen sandığa olağan koşullarda değil Olağanüstü Hal (OHAL) koşullarında çağrıldı. Muhalefet, Sendika.Org editörü Ali Ergin Demirhan’ın dediği gibi “zorlu ama umutlu bir kampanya süreci” geçirdi. Muhalefet partileri seçmenleri görünür biçimde seferber etti ama çok zor koşullarla yüz yüze geldiler. AGİT raporuna göre toplantı ve basın özgürlüğü OHAL nedeniyle kısıtlandı. Raporda cumhurbaşkanının ve iktidar partisinin belirgin avantajlara sahip olduğunun altı çiziliyor. Kendi kontrolleri altında geniş kaynakları vardı ve iktidar medyayı neredeyse bütünüyle tekeline almıştı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için kaybedecek çok şey söz konusuydu. Bu seçimler 2017’deki referandumda kıl payı onaylanan bir ultra-başkanlık rejimine geçişin seçimleriydi. Cumhurbaşkanı, çok geniş bir kapsamda, ülkeyi kararnamelerle yönetebilecek. Böylece, OHAL’in özel koşulları anayasa değişikliği sayesinde cumhurbaşkanını “normal” yetkileri haline gelecek.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, şaşırtıcı derecede zayıf bir seçim kampanyasına rağmen yüzde 52,6 oyla yeniden seçildi. Kendisini yükselen bir küresel gücün lideri olarak sunmaya çalıştı. Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) adayı Muharrem İnce ise umutlu bir kampanyanın ardından yüzde 30.6 ile ikinci geldi. Bu oranla Meclis seçimlerinde partisinin aldığı oyların önüne geçti. Mütevazı bir sosyal geçmişi olan İnce kendisini bir “halk adamı” olarak sundu. Erdoğan kendisine “gariban” dediğinde, yoksul bir aileden geldiğini söyleyerek, bunu şaibeli bir zenginlikle yaşamaktan yeğ tuttuğunu söyledi. Bu Erdoğan ailesinin sahip olduğu söylenen efsanevi servete dair bir göndermeydi. Sol tandanslı ve Kürt-yanlısı Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) adayı Selahattin Demirtaş ise kampanyasını yürütürken büyük bir handikap ile karşı karşıyaydı. Politik gerekçelerle hapsedilmiş durumda ve kampanyasını hapishanedeki hücresinden yürütmek zorunda kaldı. Olağanüstü elverişsiz koşullara rağmen, Demirtaş oyların yüzde 8,4’ünü aldı. Kampanyasını yürüttüğü koşulları da kampanyasının bir başlığı haline getirdi. İnce de Demirtaş da gücün bir kişinin elinde bu ölçüde aşırı yoğunlaşmasının tehlikelerini vurguladı. İnce, Demirtaş’ı hücresinde ziyaret etti. Bu Türk-milliyetçisi bir arka plana sahip CHP adayından Kürt seçmenlere yönelik temkinli bir mesaj ve pratik bir dayanışma deklarasyonuydu. Sağcı ve keskin bir Türk-milliyetçisi olan ama muhalefette yer alan İyi Parti lideri Meral Akşener ise oyların yüzde 7,3’ünü aldı.
Meclis seçimlerinde de benzer bir tablo açığa çıktı. AKP ve aşırı sağ Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ittifakı oyların yüzde 53,6’sını aldı. Sonuç AKP’nin kendi başına Meclis’te mutlak çoğunluğu elde edemeyeceğini ortaya koydu. AKP oyların yüzde 42,5’ini aldı. Bu da AKP’nin seçmen tabanının tedricen eridiğini doğruluyor. Partinin oyları yalnızca İstanbul gibi büyük metropollerde değil Kayseri gibi oldukça muhafazakar Anadolu kentlerinde de geriledi. Bazı küskün AKP seçmenleri AKP’ye artık oy vermek istemedi ama oylarını partilerine karşı da kullanmak istemediler. Oylarını bu kez MHP’ye verdiler. MHP oyların yüzde 11,1’ini aldı. Bu, son seçimlerdeki oranın çok az altında bir oran. Seçimde bariz hale gelen zayıflaması nedeniyle, AKP, ultra-milliyetçi müttefikine stratejik olarak bağlanmış durumda. MHP yeni kabinede bakanlık istemedi ama milliyetçi ajandasında yer alan adımların kesinlikle hayata geçirilmesini istiyor. Seçimlerin hemen ardından MHP lideri Bahçeli aydınlar ve gazeteciler üzerindeki baskının daha da artırılmasını istedi. Aynı zamanda vatansever dediği hüküm giymiş bazı tanınmış mafya babalarının affedilmesini istedi. Aşırı sağla organize suç örgütleri arasındaki bağ Türkiye için yeni bir şey değil.
AKP-MHP ittifakının temeli Türk milliyetçiliğidir. AKP’nin seçim kampanyası da kuvvetli bir milliyetçi ajandaya dayanıyordu. Türkiye’yi yükselen bir güç olarak sundu. İçeride ise bu milliyetçi strateji doğrudan Kürtleri karşısına alıyor; AKP geçmişte Kürt sorunu konusunda ciddi bir esneklik göstermiştiyse de durum bu. AKP hükümeti 2015’e kadar politik çözüm için müzakereler dahi yürütmüştü. Bu müzakereler seçimlerde oy getirmeyince, AKP çözüme yönelik ilgisini yitirdi ve nihayet Türk milliyetçiliği kartını oynadı. Öyle görünüyor ki bu kimlik siyaseti başarılı oldu. Ekonomik anlamda iktidar partisi geçmiştekinden daha az vaatte bulunabilecek durumda. Borçlanmaya dayalı büyüme hız kesiyor. [Türk Lirası yılbaşından bu yana dolar karşısında olağanüstü değer kaybetti; yılbaşında 1 Dolar 3,78 TL iken, Ağustos ayının ilk yarısında 7,24 seviyeleri görüldü.] Enflasyon hızla artıyor ve resmi işsizlik oranları yüzde 10 civarında. Pek çok insan eksik istihdam ediliyor.
CHP, İyi Parti ve daha küçük bazı partilerin oluşturduğu muhalefet ittifakı oyların yüzde 34’ünü aldı. CHP yüzde 22,7 ile muhalefet ittifakı içindeki en güçlü aktördü. Gerçi geçmişle kıyaslandığında bu CHP açısından pek de parlak bir sonuç değil. Bu merkezci parti, laiklik ve demokrasi mesajlarına dayanan muğlak bir profile sahip. MHP’nin Erdoğan’la kurduğu ittifaka karşı çıkan MHP kadroları tarafından kısa süre önce kurulan İyi Parti ise oyların yüzde 10’unu aldı. Öyle görünüyor ki İyi Parti MHP’nin dinci AKP’ye doğru dönüşünden hoşnutsuz olan ve daha çok laik milliyetçilerden oluşan seçmenlerin oyunu alabildi.
Kürt yanlısı bir parti olarak HDP’ye muhalefet ittifakı içinde yer verilmedi. Seçim kampanyasında, HDP bir yandan demokrasi ve barış meselelerini diğer yandan da toplumsal meseleleri işledi. Asgari ücretin ciddi ölçüde artırılmasını, taşeron çalıştırmanın sonlandırılmasını, işsizlere süre sınırı olmaksızın 1000 TL işsizlik maaşı verilmesini ve borçlu hanelerin desteklenmesini önerdi. Seçim sonucunda da HDP’nin oyları hafif bir artışla yüzde 11,7’ye çıktı. Büyük şehirlerde oy artırırken Güneydoğu’da baskının özellikle yoğun olduğu kalelerinde bir miktar oy kaybetti. HDP seçim kampanyasını oldukça elverişsiz koşullarda yürüttü. Karizmatik cumhurbaşkanı adayı ve parlamenterlerinin 10’u hapisteydi. Kürt nüfusun çoğunlukta olduğu Güneydoğu Anadolu’da belediye başkanları OHAL sürecinde görevden alınmıştı. Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye raportörü Kati Piri’nin dikkat çektiği gibi 4000 üyesi tutuklandı. Kürt sorununun barışçıl siyasal çözümünden yana olan aydınlar acımasız soruşturmalarla karşılaştı.
Bu koşullar altında, Türkiye muhalefet güçleri dikkate değer sonuçlar elde etti. Seçimin gösterdiği şey, ülkenin hükümet yanlıları ve muhalefet güçleri arasında ortadan ikiye bölündüğüydü. AKP özellikle İç Anadolu ve Karadeniz bölgelerinde güçlü. CHP’nin kaleleri batıda, HDP ise Güneydoğu’daki Kürt bölgelerinde hakim güç konumunda.
AKP’nin iktidara yükselişi 2001’deki ağır finansal kriz sonrasında başlamıştı. O vakitler, mevcut bütün partilerin toptan gayri meşrulaşmasından faydalanmıştı. AKP İslamcı hareketin içinden çıktı ancak başlarken liberallere ve büyük sermayeye de elini uzattı. Çekirdeğini de muhafazakâr işadamları ve muhafazakar-dinci entelijansiya oluşturdu. AKP, İslamcı hayırseverlik ve sosyal politika üzerinden, büyük kentlerin çevresinde yaşayan enformel ve güvencesiz işçileri partiye bağlamaya çalıştı.
En başından itibaren, partiye yakın bir sermaye sınıfı beslemeye çalıştı. Bu açıdan dayanabileceği bir güç olarak dinci-muhafazakâr işadamlarının hâlihazırda mevcut olan örgütü MÜSİAD vardı. Bu işadamlarının çoğu Anadolu kökenli ancak MÜSİAD’ın İstanbul’dan da üyeleri var. AKP’nin Anadolu burjuvazisine dayandığını söylemek olayı basitleştirmek olur. Muhafazakâr işadamları ortak bir coğrafi arka planın ötesinde, emek ilişkilerinde paternalist bir yaklaşım ve ucuz emeğe yaslanma konusunda ortaklaşmaktadır. Muhafazakâr sermaye kısmen ihracatçı sektörlerde kısmen de inşaatta etkin. Çalık, Kolin, Limak, Kazancı ve Cengiz gibi AKP yanlısı büyük sermaye grupları, enerji sektöründeki gibi büyük ölçekli özelleştirmelerin kazananı oldular. İhaleler sistemli bir şekilde AKP’li şirketlere verildi. İhaleler yoluyla AKP yanlısı bir sermayenin oluşturulmasında, (hem altyapı hem de konut projeleriyle) inşaat kilit bir sektör oldu. Vergiler konusunda, yetkililer AKP yanlısı sermayeye karşı hoşgörü gösterirken, AKP hükümetiyle ihtilaf içinde olan şirketler ağır para cezalarına çarptırıldı.
İflas düzenlemeleri sermayeyi partinin hizasına getirmek için araçsallaştırıldı. 2016’daki başarısız darbe girişiminin ardından, Gülen hareketine yakın olduğu belirtilen bir dizi şirkete el kondu. Opus dei tarikatına benzetilebilecek dinci bir ağ olan Gülen hareketi, başarısız darbe girişiminin arkasındaki güç olmakla itham edildi. Gülen Cemaati, iktidarının ilk yıllarında Erdoğan’la işbirliği halindeydi ancak bir süre sonra ihtilaf içine düştüler. İktidar partisi birkaç yıl önce Ceza Muhakemeleri Kanunu’nda düzenlemeye giderek suçla bağlantılı olduğu iddia edilen firmalara kayyum atanmasının önünü açmıştı. El konmuş mülkiyet partinin sadık destekçilerine aktarılacak yeni bir kaynak sağladı. Mülklerine el konulacağı ihtimalini görünce, Gülen Cemaati’ne yakın bazı işadamları da hükümete bağlılıklarını açıkladı. Seçim kampanyası boyunca da AKP, yandaş işadamlarından oluşan sıkı ilişki ağının sağladığı finansman ve medya gücüne yaslanabildi. Son yıllarda partinin, TÜSİAD’da örgütlü daha eski ve büyük sermaye ile ilişkisi ise giderek gerginleşti.
Okulların, üniversitelerin muhafazakâr-dinci dönüşümü dinci muhafazakâr entelijansiyaya yeni fırsatlar tanıdı. AKP, klientalist ağlar, hayırseverlik faaliyetleri ve hedefe yönelik sosyal politika önlemleri ile bir kitle tabanı yaratabildi. Küçük ve mikro ölçekli girişimcilere sözleşmeler sunma noktasında belediyeler belirleyici rol oynadı. Bu, klientalist ağların kurulması açısından elzem bir özellik olageldi. Dinci hayırseverlik sosyal güvenlik sisteminin kimi açıklarını kapattı. Türk sosyal devleti geleneksel olarak nüfusun önemli bir bölümünü, özellikle de enformel işçileri kapsamıyordu. AKP hükümeti ise sistemin kapsamını genişletti. Bu da özellikle şimdiye kadar dışlanmış kesimlerin “yeşil kart” üzerinden en azından asgari kamu sağlığı hizmeti almasını sağladı. Tüketici kredilerine kolay erişim nüfusun daha geniş kesimlerinin tüketim mallarına erişimini sağladı. Bu da elbette hükümetin popülaritesini artırdı. Bu nedenle, AKP iktidar bloku yalnızca kimlik siyasetine değil maddi bir temele yaslanıyor. Ayrıca AKP devasa bir ilişkisel ağa iliştirilmiş durumda.
AKP’li yılların kaybedenleri de oldu. Demokratik, laik entelijensiya giderek marjinalleştirildi ve son yıllarda da politik soruşturmalara maruz kaldı. İşçiler işyerlerinde zor koşullarla karşı karşıya kaldı. DİSK’in bir İlçe Seçim Kurulu tarafından yasaklanan bildirisinde belirtildiği gibi, 21 bin işçi AKP’li yıllarda iş kazalarında yaşamını yitirdi. Ücretler büyümeyle paralel artmadı. İşçi sendikaları büyük kısıtlamalarla karşı karşıya kaldı. Güneydoğu’daki Kürt yerleşimleri yoğun hükümet baskısına uğradı.
Recep Tayyip Erdoğan, 9 Temmuz’da geniş yetkilerle kuşanmış bir cumhurbaşkanı olarak yemin etti. Kabinesinde bakanlarının pek çoğu iş dünyasından geliyor. Bu durum Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) tarafından hoşnutlukla karşılandı. Hatta Sağlık ve Eğitim Bakanları özel hastane ve okul sahipleri arasından geliyor. Kabineye ilişkin kilit değişim ise Maliye Bakanlığı’yla ilgili. Erdoğan aynı zamanda damadı olan işadamı Berat Albayrak’ı Hazine ve Maliye Bakanı olarak atadı. Bu değişim uluslararası sermaye tarafından hoş karşılanmadı; Türk Lirası, bu atamanın açıklanması üzerine yüzde 4 değer kaybetti. Faiz oranları konusunda bir yanında büyük yerli sermaye ve yabancı sermayenin diğer yanda küçük ve orta ölçekli işletmelerin yer aldığı büyük bir anlaşmazlık söz konusu. Bir taraf yabancı para sermayeyi çekebilmek için faizlerin artırılmasını isterken, iç borçlanmaya bağımlı olan diğer taraftakiler faizlerin düşük tutulmasını istiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan da düşük faiz oranlarından yana olduğunu açıktan söylüyor. Erdoğan ile büyük sermaye arasındaki politik tercih farklılığı kabine atamalarında da görünür hale geldi. Büyük sermaye gruplarının derneği olan TÜSİAD, Merkez Bankası bağımsızlığının ve hukuk devletinin hayati önemde olduğunun altını çizdi.
Ekonomik durum hükümetin asıl baş ağrısına dönüşebilir. AKP hükümetinin borçlanmaya dayalı büyüme modeli son aylarda bunalıma girmiş durumda. Bazı büyük şirketler finansal sorunlar yaşıyor. Hanelerin borçluluğu kritik seviyelere yükseldi. Türkiye’nin yabancı sermaye çekmesi daha da zorlaştı. Ülke büyük cari açığı finanse etmek için dış borçlara muhtaç. ABD’deki faiz artırma eğilimi de dış borçlanmayı Türkiye açısından daha da maliyetli hale getirecek. Daha fazla ekonomik güçlüğün açığa çıkması muhtemeldir.
Geçmiş deneyimlere bakarak söyleyebiliriz ki AKP hükümeti kendi sorunlarından dolayı dış ve iç “düşmanları” suçlayacaktır. AKP-MHP ittifakı Türk milliyetçisi politikaların daha da katılaşmasını kuvvetle muhtemel hale getiriyor. Türkiye halihazırda Suriye’deki bir sol-Kürt ittifakı tarafından kontrol edilen bazı bölgelere doğrudan askeri müdahalelerde bulunmuş durumda ve Suriye savaşına daha fazla da dahil olabilir. Türk hükümetinin önceliklerinden biri de silah sanayini geliştirmek. Son yıllarda NATO üyesi ülkelerle ilişkilerden bir dizi gerilim gözlendi. Son dönemde, Türk hükümeti Rusya ile yakınlaşmaya çalışıyor ancak iki ülke Suriye’de farklı vizyonlara sahip. Rus hükümeti Baas rejimine istikrar kazandırmaya ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlamaya çalışırken, AKP hükümeti ısrarlı bir biçimde Suriye savaşındaki sağcı İslamcı güçleri destekledi. Ne var ki Suriye’nin dinci sağının ağır askeri yenilgileri üzerine AKP hükümetinin asıl önceliği Suriye’deki Kürt özerkliğinin daha da kurumsallaşmasını önlemek haline geldi. AKP hükümetinin ulusal ve bölgesel politikaları birbirine sıkı sıkıya bağlı. Suriye savaşına dahil oluş Türkiye içindeki baskıları daha da artırdı ve Türkiye’nin bölgesel stratejisi de Türk milliyetçiliğinin Kürt sorununa ilişkin kaygılarından büyük ölçüde etkileniyor.
[Masina’daki İngilizce orijinalinden Levent Kara tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.