İki annenin yürüyüşü, bugünün asıl ihtiyacı olan şeyin sağlanabileceğini en yalın haliyle göstermiş oldu bizlere: Ortak mücadele zemini!
İki annenin yürüyüşü, bugünün asıl ihtiyacı olan şeyin sağlanabileceğini en yalın haliyle göstermiş oldu bizlere: Ortak mücadele zemini!
Ülke tarihinin gördüğü en büyük işçi katliamı olan Soma’nın karar duruşmasının hemen ardından iki anne “Yerin altını çocuklarımızdan öğrendik, adaleti yeryüzüne çıkaracak olan bizleriz” diyerek HSK’ye kadar uzanan bir yola çıktılar. Üç yılı aşkındır süren davada her türlü hukuksuzluğu, zorbalığı ve keyfi kararları görmüş, adaletin adalet koridorlarında sağlanmadığını deneyimlemişlerdi. 13 Mayıs günü evlatlarını toprağa veren anneler, 11 Temmuz günü de kendilerine sunulan adaleti toprağa gömdüler. Toprağa gömdüler çünkü ne kendilerinin ne de kendileri gibi adaletsizlikle sınanmış milyonların saraylardan sunulan adalete ihtiyaçları vardı. 11 Temmuz günü hazırlanan sayfalarca karar bir kenarda dursun, o annelerin dillendirdiği karar gerçek ve aslolandı: “Evlatlarımızın kemiklerini adalet heykelinin altında ezdirmeyeceğiz!”
Anneler yola çıkarken yanlarına “Bedeli ödendi” diyerek bir parça kömür aldılar. O kömür yol boyunca kazmayla, kürekle, fırçayla, iğneyle, pres makinesiyle buluşacaktı. Memleketin her tersanesinin, her şantiyesinin ölüm koktuğu, her gün ekmek için yola düşen işçilerden dördünün evine geri dönemediği ülkemizde iki annenin adımlarına adımlar katıldı. Vardıkları her durakta seslerine sesler katıldı. Kocaeli’nde direnen Flormar işçileri, Tuzla’da tersane işçileri, Zonguldak’ta madenciler, İstanbul’da her cumartesi adalet arayan anneler, kadınlar, gençler… Çürümüş düzenin sözde adalet kavramı adımlar birleştikçe gerçek bir talebe, yol adalet arayanların kavgasına dönüştü.
Ankara’da HSK önünde iktidarın iki anneden nasıl korktuğunu görmüş olduk. İlk kez polis şiddeti ile tanışan annelerin “Avukatımızı bırakmazsanız şimdi burada oturma eylemi yapacağız” sözündeki kararlılığı ve “Adaleti sağlayamayacaklarsa oturmasınlar o koltuklarda” sözlerindeki cesareti de! Yol annelere de pek çok göstermiş oldu. Dayanışmayı, yan yana gelince çoğalabileceklerini, Beşiktaşlı 30’larında bir kadınla Somalı bir annenin yan yana geldiğinde mücadelenin nasıl da canlandığını… O kadar ki Abbasağa’da annelerden biri “Yıllarca bulaşık yıkayıp, çocuk baktım. Şimdi ise yaparsa bu işi kadınlar yapar diyorum” özgüvenini verdi.
Şimdi klavyeleri başında “Soma’yı Somalılar unuttu” diyenlerin de, seçim sonuçlarından dem vuranların da susma zamanı! Somalı ailelerin dört yıldır taptaze birikmeye devam eden acılarını da öfkelerini de görmek için 11 Temmuz günü Akhisar’da olmak gerekir. Soma’yı anlamak için Soma’da 13 Mayıs sonrası yaşananlara şahit olmak gerekir. İktidarın hacı hocayla kapı kapı gezerek insanları “fıtrat”a inandırma, inanmayanı tekmeleme korkutma politikasını, maden işçisini susturmak için artan maaşları, ses çıkaran işçinin işten atılmalarını, katliam sonrası memleketine dönmekten başka çaresi kalmayan 301’in ailelerini, iktidar sermaye sendika üçgeninde zulmün devam ettiğini, Soma’nın da memleket gibi korkuyla yönetildiğini gözardı etmemek gerekir.
Sadece bu da değil; koca bir tarım bölgesinin maden şirketlerine nasıl peşkeş çekildiğini, toprakla uğraşanların nasıl madene mahkum edildiğini bilmek gerekir. Maden ocaklarından çimento fabrikasına; termik santralden RES’lere kadar bölgede soluduğumuz havanın dahi sermayeye satıldığını, sanayileşen kentin işsizlerle dolu olduğunu görmek gerekir. 13 Mayıs’ın ardından ocaklarda hala hiçbir önlemin alınmadığını, denetimsizliğin ve aşırı üretimin devam ettiğini, Soma’da işçinin hala arkadaşının tuvaletini yaptığı yerde yemek yemeye zorlandığını bilmek ve bunun kavgasını vermek gerekir. 4 yıldır her ayın 13ü adalet diye haykıran ailelere ‘Ne kadar az’ demek yerine onların yanında bir kişi daha olmak gerekir. ‘Tazminatı alan sustu’ demek yerine, her duruşmaya inatla gelen ailenin omzuna omuz olmak gerekir. Hiç birini yapamıyorsan susup ailelerin mücadelesini görmek ve bunu büyütmeyi kendine görev bilmek gerekir!
İki annenin yürüyüşü, bugünün asıl ihtiyacı olan şeyin sağlanabileceğini en yalın haliyle göstermiş oldu bizlere: Ortak mücadele zemini! Zonguldak’ta bir anne “Adalet ne zaman bizden yana oldu ki! Eğer adalet Kozlu’da sağlansaydı, Soma olmazdı” dedi. Kozlu ile Soma’yı, Roboskili annelerle Ermenekli anneleri, “erkek adaleti” tanımayan kadınlarla 60 günü aşkındır grevde olan Flormar işçisi kadınları biraya getirebilen ve daha fazla yan yana gelişlere imkan tanıyan beş günlük yürüyüş ile ortak acı ve ortak öfkeden nasıl bir ortak mücadele doğacağını gördük. Her adımda kavgayı gördük. Kavgayı büyütmek gerekir!
Çürümüş iktidarların çürümüş adalet sözcüklerine karşı, emek düşmanlarına, işçi katillerine karşı kavgada bir bayrak yükseliyor gözümüzün önünde. Bu bayrağı daha da yükseltmek, annelerin cesaretinden ders çıkarmak, kararlılığı yaymak, bu kavgayı alnının teri ekmeğine karışanların ortak kavgası haline getirmek bizim sorumluluğumuzdur. Anneler yürürken omuz vermek, annelerin yolculuğunu tamamlamak, filiz veren adaleti yeryüzüne birlikte çıkarmak bizim görevimizdir.
* Bu gecikmeli yazı annelerin yürüyüşünün öncesinde ve sonrasında yayımlanan pek çok yazı gibi bir değerlendirme yazısı olup, önemli bir fark içermektedir. Yazı annelerin beş gününü paylaşan, yürüyüşe şahitlik eden bir kalemindir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.