Tarihsel materyalizmin en büyük özelliği, yalnızca politik eyleme ilham kaynağı olan bir bilim değil, aynı zamanda doğrulanmasını pratikte arayan, politik pratiğin kendisi sayesinde gelişip olgunlaşan bir bilim olmasıdır
Diyalektiği Marx ve Engels için vazgeçilmez kılan, ne belirli bir felsefi sisteme dayanması, ne de bir tür içkin erdem, mutlak “mantıki” bir zorunluluk oluşudur. Diyalektik, yalnızca kendi somut (pozitif) kullanımı, bilimsel faydası dolayısıyla geçerli kılınır
Marksizm çağdaş düşüncenin başlıca akımlarından biridir. Şu anda Marksizm’i açıklamaya, onunla mücadele etmeye ve hatta onun “yerini almaya” koyulan çalışmaların sayısını bilmiyoruz. Bu polemik yüklü çalışmalar yığınının arasından geçerek, metinlere ulaşan yolu bulmak hiç kolay bir iş değildir. Dahası, bu tür metinlerden de aslında bol miktarda bulunmaktadır. Marx ve Engels’in, Costes tarafından yayımlanan (tamamlanmamış) eserlerinin Fransızca baskısı yaklaşık altmış ciltten oluşur, Editions Sociales tarafından yayımlanan ise yirmi ciltten daha fazladır; Lenin’in eserlerinin tamamlanmamış baskısı da yine yirmi cilt civarındadır; Stalin’inkiler ise, yaklaşık olarak on beş cilt kadar vardır. Fakat buradaki tek ciddi sorun, ortada çok sayıda metnin olması değil. Marksist külliyat, 1840’tan başlayıp günümüze kadar uzanan bir tarihsel dönemi kapsar ve ortaya birçok polemiği ateşlemiş olan sorunlar çıkarır: Bunlar Marx’ın erken dönem eserlerinin doğası, Marksist geleneğin sorunudur. Son olarak (politik ve bilimsel) pratiğe çok yakından bağlı bir bilim ve felsefe olan Marksizm’in doğası, ek bir zorluk daha çıkartmaktadır, belki de içlerinden en zorunu. Marx, Engels ve ardıllarının ısrarla dikkatimizi çektikleri pratiğe olan daimi atıf ihmal edilirse, Marksizm’in önemi tamamen yanlış anlaşılmaya ve “sıradan” bir felsefe olarak yorumlanmaya müsaittir.
İşte bu noktada, Marksizm’e yönelik yaklaşımı ve bu konuda yapılacak olan çalışmaları kolaylaştırabilecek bazı yol işaretleri sunmak istiyoruz:
Öncelikle birkaç bibliyografik ipucu faydalı olabilir. H. C. Desroches’nin “Signification du marxisme”(Marksizmin Önemi) (Éditions Ouvrières, Economie et humanisme, Paris, 1950) adlı eserinin sonunda okuyucu, C.F. Hubert tarafından hazırlanan giriş niteliğinde bir kaynakça bulacaktır. İki bölüm halinde hazırlanmış bu açıklamalı kaynakçanın ilk bölümünde yazar, bize Marx, Engels, Lenin ve Stalin’in seçme eserlerinden ya da eserlerinin bazı bölümlerinden (Marksizm Ansiklopedisi) tanıtıcı bir kaynakça sunmaktadır. Bu kaynakça dört başlık altında düzenlenmiştir: Ekonomi, devlet kuramı, genel tarih kuramı ve taktikler ile stratejiler. İkinci bölümde ise (tamamlayıcı kaynakça) Marx ve Engels’in eserlerinin kronolojik listesinin yanı sıra, Lenin’in kimi eserlerinin kısa bir listesi de yer alır. Bu kaynakça da epey faydalıdır. Fakat kusursuz da değildir: Tarihsel materyalizm uğruna diyalektik materyalizm feda edilmeye meyillidir; güncel değildir ve Marksizm üzerine yapılan çalışmalar dahil edilmemiştir (Plekhanov ve Auguste Cornu’nun genç Marx üzerine yazdıkları tez hariç).
Marx üzerine yapılan en kapsamlı ve ilginç tarihsel çalışma olan Franz Mehring’in “Karl Marx” (1918) adlı yapıtı, Almanca’dan çevrilmeyi hak ediyor. Henri Lefebvre’nin “Pour connaître la pensée de Marx” (Marx’ın Düşüncesini Anlamak İçin) (Bordas, Paris, 1948), adlı eseri de yine başvurulmaya değer, aynı yazara ait Savaş’tan önce NEP (Alcan, 1940) tarafından basılan “Le matérialisme dialectique” (Diyaletik Materyalizm) adlı kısa kitaptan daha iyidir. Lefebvre ve Guterman tarafından derlenen “Morceaux choisis de Karl Marx” (Karl Marx’tan Seçmeler) (Gallirnard, 1934) adlı yapıtınsa ciddi bir eksikliği var; farklı dönemlerden metinler yanında herhangi bir tarihsel bilgi verilmeksizin aynı başlık altında gruplandırılmış.
Segal’in “Principes d’économie politique” (Ekonomi Politiğin İlkeleri) (ESI, Paris, 1936), Baby’nin “Principes fondamentaux d’économie politique” (Ekonomi Politiğin Temel İlkeleri) (ESI, 1949) ve özellikle Benard’ın “La conception marxiste du Capital” (Marksist Sermaye Kavramı) (editions SEDES, Paris) ile Denis’in “La valeur, la monnaie” (Değer, Para) (ESI) adlı yapıtlarında, Marksist ekonomi teorisinin iyi anlatımları bulunmaktadır.
1. Marx’ın erken dönem eserleri sorunu
Günümüz felsefecileri, Marx’ın erken dönem eserlerini öne çıkartıyorlar. Şüphesiz bunların ulaşılabilirliği Kapital’den daha rahattır. Üstelik bunlar, Hegel ve Feuerbach’ın derinden nüfuz ettiği daha “felsefi” eserlerdir.
Burada söz konusu erken dönem eserlere atfettiğimiz önem (bazı açılardan Hegel’in eserleri de ortaya aynı sorunu çıkarmaktadır) bizim, genel Marksizm yorumumuzu yönlendirecektir. Eğer bu eserlerin Marksizm’in temel esin kaynağını teşkil ettiğini öne sürersek o zaman bunlar, Marksizm’in geçerlilik ölçütlerine ve bizim Marksizm yorumumuzun da özünü oluşturan bir ilkeye dönüşür. Şu iki farklı örneği ele alalım. Bay Hyppolite, başlangıçtan Kapital’e değin Marx’ın, ilk felsefi sezgilerine hep sadık kaldığını ileri sürmektedir (bkz: Marxism and Philosophy’; ‘Marx’s Critique of the Hegelian Philosophy of the State;’ ‘On the Structure and Philosophical Presuppositions of Marx’s Capital’, Jean Hyppolite içinde, Studies on Marx and Hegel, çev. John O’Neill, Basic Books, New York ve Londra, 1969). Bunun tam tersine Bay Gurvitch ise, Marx’ın gençlik sezgilerini olgunluk dönemi eserleri karşısında savunarak daha sonrakilerin esininin farklı ve daha alt düzeyde olduğunu ileri sürmüştür (bkz. La sociologie du jeune Marx’, Cahiers international de sociologie, no. 4, 1948 s: 4, 1948). Marksist gelenek sorunu ve Marksist düşüncenin evrimi, bu tezler yoluyla ortaya konmuştur.
Fakat eğer bu erken dönem eserlerinin genç Marx’ın ilgilendiği konuları yansıttığını savunursak -ki kendisi de tüm öğrenci arkadaşları gibi düşün alanına Hegel felsefesinin hüküm sürdüğü bir dünyada girmiş, fakat içkin eleştiri, tarihsel deneyim ve bilimsel bilgi yardımıyla özgün bir kurama ulaşmak için, bu çıkış noktasını geride bırakmıştır– o zaman söz konusu erken dönem eserlerini geçici olarak görüp, bunlarda Marksizm’in doğruluğunu bulmaktan ziyade, genç Marx’ın entelektüel gelişim çizgisini ararız. Bu, Mehring’in ve aynı zamanda Auguste Cornu’nun “l’homme et 1’oeuvre: De 1’hégilianisme au matérialisme historique”, Karl Marx, 1815-1845” , l’homme et 1’oeuvre: De 1’hégilianisme au matérialisme historique, 1815-1845) (Alcan, Paris, 1934) eserinde savunduğu tezdir. Bu bakış açısıyla bakıldığında, Marx’ın gençliğindeki felsefi etkileri, Kapital’de, sadece şeylere dair özgün bir teori inşa etmek için geride bıraktığı çıkış noktalarıdır. (Lenin bu tezi, Karl Marx’ta [1914]) benimsemiştir). Böyle değerlendirildiğinde Marksist gelenek, artık daha önceki soruyla karşımıza çıkmaz.
Bu önemli soruyu burada ele almak istemiyoruz; çünkü bu daha derin bir tarihsel çalışmanın konusu olurdu. Biz sadece, Marx ve Engels’in hem kendi erken dönem eserleri hem de maruz kaldıkları etkiler hakkındaki kendi yargılarını aktaralım.
Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’nın Önsözü’nde (1859 tarihli bir metin, Giard tarafından basıldı) Marx, kendi gelişimini ve erken dönem eserlerini inceleyerek şu sonuçlara varır: Öncelikle burada Engels’in ‘iktisadi kategorilerin eleştirisinin mükemmel bir taslağı’nın önemini vurgular. (Söz konusu çalışma İngiltere’nin iktisadi ve siyasi durumu üzerine ampirik bir inceleme olan ve 1844 yılında Deutsch-Französische Jahrbücher’de yayımlanan, Engels’in “Ekonomi Politiğin Eleştirisinin Ana Hatları”dır. Son derece önemli olan bu makale, Costes tarafından yayımlanan Marx ve Engels’in felsefe çalışmalarına dahil edilmemiştir). Bundan sonra Marx, Alman İdeolojisi’ne gönderme yaparak şunları söylemiştir: “1845 baharında Engels de Brüksel’de iken, birlikte çalışmaya karar verdik. Amacımız kendi bakışımızı Alman felsefesinin ideolojik bakışı karşısına koymak, daha doğrusu bir zamanlar sahip olduğumuz felsefi vicdanımızla hesaplaşmaktı” (Marx ve Engels, Selected Works in One Volume (Tek Ciltte Seçme Eserler), Lawrence ve Wishart, Londra, 1968: 1931). Demek ki Marx, Alman İdeolojisi’nden önceki tüm metinlerini felsefi vicdan ile lekeli görüyor ve Alman İdeolojisi’ni de, o zamana kadar artık üstesinden gelmiş olduğu bu etkinin bir eleştirisi olarak değerlendiriyordu. Şunu da ekliyor: “Görüşlerimizin belirleyici noktaları her ne kadar polemik biçiminde olsa da, öncelikle bilimsel olarak 1847’de basılan ve Proudhon’u hedef alan kitabımda ortaya konmuştu: Felsefenin Sefaleti” (a.g.e., s. 184).
Marx’ın bu metinleri, düşünce aşamalarını kendisinin açıkladığı haliyle belirleme olanağı sağlamaktadır. 1) Kutsal Aile ve 1844 Elyazmaları dahil (notlar halinde bırakılmış olan elyazmalarının tamamı Costes tarafından çevrilmemiştir) Alman İdeolojisi’den önceki tüm metinler az ya da çok Alman “felsefesi”nin etkisi altındadır. 2) Alman İdeolojisi bu “felsefi vicdanın” eleştirisidir. 3) Felsefenin Sefaleti (1847) Marx’ın düşünce biçiminin karakteristik özelliği olarak kabul ettiği ilk bilimsel metindir.
Marx ve Engels sıklıkla, Hegel ile olan ilişkilerini ve görüş ayrımlarını tekrar tekrar incelemişlerdir. Bu konuyla şu eserler bağlantılıdır: Alman İdeolojisi (çeşitli yerlerinde), Felsefenin Sefaleti, II. Bölüm, 1. “Yöntem”, Kapital’e İkinci Önsöz (İkinci Almanca Baskıya Önsöz), Engels’in Ludwig Feuerbach’ı (ilk kısım) ve Anti-Dühring’i (I. Bölüm, XIII. Kısım ile Yadsımanın Yadsıması, bu tema Lenin’in “Halkın Dostları Kimlerdir” (Seçme Eserler, I. Cilt, Lawrence ve Wishart, Londra, 1960: 163-74) adlı eserinde oldukça güçlü bir biçimde geliştirilmiştir).
Marx’ın erken dönem eserleri sorununun içinde barındırdığı zımnî sonuçlar hakkında bir söz daha: Burada ele alınan konunun, bizim bugünkü Marksizm anlayışımızla ilgisiz olduğu söylenemez. Bu, Tarihin Sonu gibi, sonu yabancılaşmaya bağlanan kavramlar göz önüne alındığında, daha açık seçik olarak ortaya çıkar. Eğer Marx ve ardıllarının tek yaptığı, Yahudi Sorunu’nda ya da 1844 El Yazmaları’nda dile getirilen daha felsefî tezleri açıklamak ve geçerliliklerini göstermekten başka bir şey değilse; eğer çabaları sadece Hegel felsefesinin yabancılaşma ve “tarihin sonu” nosyonunu “zenginleştirmek” ise, o zaman bu çabanın, bu nosyonun da ifade ettiği şeye değmesi gerekir. Bu durumda Marksizm, kendi bilimsellik iddiasını, bir şekilde bir idealin, kuşkusuz ütopyacı olmasına karşın, gerçeği kendi taleplerine doğru bükmeye çalıştığı anda, teorik çelişkilerin ve somut yolların bulaşıklığı içine hapsolan bir idealin cisimleşmesi uğruna feda etmektedir. Eğer tam tersine, Marksizm’in bu türden bir “felsefi” nosyonla bir ilgisi olamaz ise ve eğer Marksizm bir bilim ise, o zaman kendisini, ideal olanın teorik çelişkilerinden ve pratik zorbalığından kurtarır; artık karşılaştığı problemler de, kendi felsefi iddialarından kaynaklananlar değil, sadece, bilimsel yöntemle ele alıp pratik düzlemde çözmeye koyulduğu, gerçekliğin kendisinden doğan çelişkilerdir.
2. Tarihsel Materyalizm
Tarihsel materyalizm, tam olarak erken dönem eserlerin “felsefi” öngörüleri olan tarih bilimidir.
Yine bu noktada da birkaç işaret levhası sunabiliriz: Marksizm’in birbiriyle çok derinden bağlı olmakla birlikte, ayrı olan iki yönü vardır: Diyalektik materyalizm ve tarihsel materyalizm.
Marx ve Engels, tarihsel materyalizm terimini, tarih bilimini ya da Marx tarafından kurulan “toplumların gelişim bilimi”ni anlatmak üzere kullanmaktadır. Bu terim kuşku uyandırıcı gibi görünebilir: Fizik için “fiziksel materyalizm” terimini kullanmayız. Aslında Marx, bu terimi bir silah olarak kullanıyordu. Onun amacı, kendi girişimini gününün idealist tarih anlayışlarının karşısına koymaktı. Tarih bilimini, insanların “öz bilinçleri” ya da “tarihin ideal amaçları” “özgürlüğün gerçekleşmesi”, “insan doğası”nın kendisiyle uzlaşması vb. konular [bu konuda bkz: Alman İdeolojisi içinde muhtelif yerler]) üzerine değil, üretici güçler, üretim ilişkilerinin materyalist diyalektiği ve “son kertede” tarihsel gelişimi belirleyen “itici güç” üzerine kurmak istemiştir (bkz: Ekonomi Politik’in Eleştirisine Katkı’nın Önsözü).
Lenin, az bilinen fakat son derece yararlı bilgiler içeren bir yazısında Marx’ın bilimsel yöntemini yine Marx’ın kendi sözcüklerini kullanarak anlatır (Halkın Dostları, s. 129 ve devamı). Lenin, tarihsel materyalizmin keyfi bir kavrayış olmadığını söylemektedir. Tarih bilimi, diğer bilimler nasıl oluşturulduysa, aynen o şekilde oluşturulmuştur; kendi yöntem ve ilkelerine sahip olmasına rağmen, aynı katı standartlara bağlıdır. “Sosyolojideki bu materyalizm düşüncesinin kendisi bir deha göstergesidir. Elbette ‘o an için’ bu, sadece bir hipotezdi, fakat tarihsel ve toplumsal sorunlara ciddi bir bilimsel yaklaşım sunma olasılığını yaratan ilk hipotezdi.” Bu hipotez (tarihin üretici güçler ile üretim ilişkilerinin diyalektiği yoluyla açıklanması) tarihe, bilimin ölçütlerinin getirilmesini mümkün kılmıştır: Nesnellik, tekrar ve genelleme.
Şu anda –Kapital’in ortaya çıkışından bu yana- tarihin materyalist kavranışı, artık bir hipotez olmaktan çıkıp, bilimsel olarak kanıtlanmış olan bir önerme haline gelmiştir. Herhangi bir toplumsal formasyonun -fakat dikkat edin, toplumsal formasyon diyoruz; bir ülkenin ya da halkın, hatta sınıfın vb. yaşam biçiminden söz etmiyoruz- işleyişini ve gelişimini bilimsel olarak açıklamak üzere başka bir girişim, materyalizm gibi, bir yandan bize verili bir toplumsal formasyonun canlı bir tablosunu sunarken diğer yandan, katı bilimsel bir açıklama getirebilen, “ilgili olayları” belirli bir düzene koyma gücüne sahip bir başka girişim ortaya çıkana dek, materyalist tarih anlayışı da, sosyal bilimle eşanlamlı olacaktır (a.g.e, s.142).
Bu haliyle Marksizm, bilimin yaptığından daha fazlasını yapma iddiasında bulunamaz:
Nasıl ki dönüşümcülük, türlerin oluşumunun “bütün” tarihini açıklamak olmayıp, yalnızca bu açıklamanın yöntemlerini bilimsel bir temele oturtmak iddiası ise, tarih söz konusu olduğunda materyalizm de, asla her şeyi açıklamak iddiasında olmamış, tarihi açıklamanın, Marx’ın Kapital’deki ifadesini kullanacak olursak, “tek bilimsel” yöntemini göstermiştir (a.g.e., s. 146).
Bu tezler bize Marksizm’in amaçlarını ve bilim olma iddialarını daha açık bir şekilde dile getirme imkânı tanımaktadır.
Bu bağlamda, aydınlatılması gereken bir nokta daha bulunmaktadır: Aralarında Sorel ve Rogdanov’un da bulunduğu günümüz yazarları, bilinçli olarak ya da bilinçsizce, tarihsel materyalizmi “proletaryanın içkin felsefesi” (Daniel Villey), proletarya için geçerli olan ve proletaryanın kendi durumunu, koşullarını ve özlemlerini dile getiren bir kuram olarak tarif etmişlerdir. Bu tezden çıkacak olan sonuç şudur: Marksizm öznel (“sınıf”) bir kuram olup, bilimsel evrensellik ve nesnellik iddiasında değildir; yani Sorelci mantıkta bilimden çok bir mittir. Diğerleri ise Marksizm’in, yani “proletaryanın ideolojisi”nin, bilimsel niteliğini “evrensel bir sınıf” olan proletaryanın özünde aramışlardır: Evrenselliğini ve nesnelliğini koşullarından, yoksullaşmasından alan sınıf. Lenin bu sorunu Ne Yapmalı? başlıklı ünlü çalışmasında tartışma fırsatına sahip olmuştur (bkz. özellikle I. ve II. Bölümler, Lenin, Seçme Eserler, Cilt. 5, Lawrence ve Wishart, Londra, 1961: 352). Lenin, proletaryanın kendiliğindenliğinin savunucularına karşılık “bilimsel kuram”a duyulan mutlak gereksinimi savunur. Bunu da Kautsky’nin aşağıdaki sözlerini onaylayarak alıntılar:
“Sosyalist bilinç (kendiliğindencilere) proletaryanın sınıf mücadelesinin zorunlu ve doğrudan sonucu olarak görünür. Fakat bu kesinlikle doğru değildir… Günümüzün sosyalist bilinci, ancak derin bilimsel bilgi temelinde doğabilir… Bilimin aracı proletarya değildir (bu 1902’de yazılmıştır) fakat burjuva entelijensiyasıdır: Modern sosyalizm, bu tabakanın bireysel üyelerinin zihninden doğmuştur ve bunu entelektüel açıdan daha gelişmiş olan proleterlere iletenler de onlardır, ardından sıra kendilerine gelince, koşullar izin verdiği ölçüde bunu, proletaryanın sınıf mücadelesine sokmuşlardır. Dolayısıyla sosyalist bilinç proletarya sınıf mücadelesine dışarıdan getirilen bir şeydir…içeride kendiliğinden doğan bir şey değildir” (a.g.e. s. 383-4).
Lenin, proletaryanın “kendiliğinden” ancak burjuva ideolojisinin etkisi altında olacağını ve Marksizm’in, bırakın proletaryanın öznel teorisi olmayı, proletaryaya öğretilmesi gereken bir bilim olduğunu göstermektedir. Lenin ve ardılları, proletaryanın, Marksizm’i özümleyip, onu kapitalist toplumun genel çerçevesi içinde kendi koşullarını açıklayabilecek ve böylelikle kendi geleceği ile birlikte tüm insanlığın geleceğini güvenceye alabilecek bilim olarak benimsemesinden önce, çok uzun bir süredir var olduğuna ve acının bin bir türlüsüne katlandığına birçok kez dikkat çekmişlerdir. Proletarya ancak daha sonra kendi sınıf örgütlerini, kendi entelektüellerini üretmiş, bunlar da sıraları geldiğinde Marksist kuramı geliştirmişlerdir.
Lenin’in bu metni, Marksizm’in proletarya ile ilişkisini ve sınıf bilincini, ekonomik bilinç ile siyasal bilinç arasındaki sorunu, kendiliğindenliği, partizanlığı vb. incelemek açısından önem taşımaktadır. Bu yazıyı bir yanda Kapital’in İkinci Önsözü ve Engels’in Ütopik ve Bilimsel Sosyalizm adlı yapıtıyla diğer yanda ise, Stalin’in Marksizm, Dilbilimi ve SSCB’de Sosyalizmin İktisadi Sorunları üzerine kaleme aldığı monografları ile karşılaştıracak olursak, söz konusu kuramsal eserlerde tarihin bütünüyle bilimsel bir kavranışını fark edebiliriz. Bu, kendisini diğerlerinden ayırırken kendi alanını da kesin olarak tanımlayan, böylece kendi nesnesinin yasalarını saptayarak, sonuçlarını somut insan pratiğinin sınamasına bırakan bir kavrayıştır:
Pratiklik ölçütleri, yani son yirmi otuz yıldır tüm kapitalist ülkelerin gelişim seyri, ancak Marx’ın genel olarak sosyal ve ekonomik kuramının bütününün nesnel doğruluğunu kanıtlamaktadır; (yoksa) kuramının yalnızca şu veya bu kısmının ya da falanca formülasyonlarının doğruluğunu değil. Şurası açıktır ki, bu noktada Marksistlerin “dogmatizmi”nden bahsetmek, burjuva iktisadına affı mümkün olmayan bir ödün vermektir. Marksistlerin, Marx’ın kuramının nesnel olarak doğru olduğu fikrini savunmalarından çıkartılacak tek sonuç, Marksçı kuramın yolunu izleyerek nesnel gerçeğe gitgide daha da yakınlaşacağımızdır (hiçbir zaman bütününe hakim olamasak da); fakat herhangi bir başka yol takip edildiğinde ise, elimize geçen kafa karışıklığı ve yalanlardan başka bir şey olmayacaktır (Lenin, Materyalizm ve Ampiryo-Kritisizm, Progress Publishers, Moskova, 1970: 129-30, [Çev.: Sevim Belli, Sol Yayınları].
Şüphesiz bu tarihsel materyalizmin en büyük özelliğidir: Yalnızca politik eyleme ilham kaynağı olan bir bilim değil, aynı zamanda doğrulanmasını pratikte arayan, politik pratiğin kendisi sayesinde gelişip olgunlaşan bir bilimdir.
Bilimsel kuram ile pratik arasındaki bu ilişki bizi, Marksizm’in ikinci yönüne getirir: Diyalektik materyalizm.
–İlk bölümün sonu–
[Conatus dergisinin 8. sayısı için Betül Karagöz tarafından çevrilmiş ve Otonomcu dostların izniyle yayımlanmıştır. Kaynak: Louis Althusser (1953/1997), On Marxism, Early Writings, The Spectre of Hegel içinde, çev. G.M. Goshgarian, Londra: Verso Yayınevi]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.