Öztaşkın, emekçilerle iktidar arasında yaşanan çelişkilerin bugüne kadar AKP’yi destekleyen emekçilerde de bir siyasi tercih değişikliğine yol açabileceğini sahada gözlemlediklerini söylüyor
CHP’nin sendikal kökenli milletvekili adayı Mustafa Öztaşkın, emekçilerle iktidar arasında yaşanan çelişkilerin bugüne kadar AKP’yi destekleyen emekçilerde de bir siyasi tercih değişikliğine yol açabileceğini sahada gözlemlediklerini söylüyor
Mustafa Öztaşkın, Flormar direnişçileriyle birlikte.
24 Haziran seçimlerinde milletvekili adayları arasında emek hareketinden gelen az sayıda temsilciden biri de Petrol İş sendikası eski başkanı Mustafa Öztaşkın. Sendikalar hareket içinde 16 yılı Petrol İş Genel Başkanlığı olmak üzere 30 yıl mücadele eden Öztaşkın, CHP’nin İstanbul 1. Bölge milletvekili adaylarından.
Öztaşkın’la emeğin taleplerinin 24 Haziran seçimlerine giderken siyasi düzlemi ne kadar etkileyebildiği, yaklaşan ekonomik krizin emekçilere ne vadettiği ve krizin yıkıcı etkileri karşısında parlamentonun emekçilerin çıkarlarını savunmaya ne ölçüde açık olduğunu konuştuk.
Öztaşkın CHP’nin bir kitle partisi olduğunu ancak seçim bildirgesinde işgününün kısaltılmasından sendikal örgütlenme hakkını korumak için işverene karşı yaptırımlar getirilmesine dek çok önemli vaatler bulunduğunu ve bu taleplerin yeterince gündeme getirilmediğini söylüyor.
Emekçilerle iktidar arasında yaşanan çelişkilerin bugüne kadar AKP’yi destekleyen emekçilerde de bir siyasi tercih değişikliğine yol açabileceğini sahada gözlemlediklerini söyleyen Öztaşkın, krizin yıkıcı etkileri karşısında gelecek iktidarın faturayı emekçilere çıkarmaması için örgütlü emek güçlerinin şimdiden harekete geçmesinin şart olduğunu vurguluyor.
Sendika.Org: Yıllarca sendikal hareket içinde var oldunuz, şimdi de CHP’nin İstanbul milletvekili adayısınız. Nasıl gelişti bu süreç?
Mustafa Öztaşkın: Aktif sendikacılık dönemimde iki sefer bana milletvekilliği teklifi gelmesine rağmen bunu kabul etmemiştim. İlk teklif Deniz Baykal döneminde, ikincisi de Kemal Kılıçdaroğlu’nun ilk seçildiği dönemde gelmişti. Hatta Kemal Bey benden parti meclisine girmemi, MYK’da birlikte çalışmamı istemişti. Ben, “Sendikada hedeflerimiz var, Türk İş’i değiştirmek gibi dha büyük bir hedefimiz var” deyip kabul etmemiştim.
Daha önceki teklifleri kabul etmememin adıl nedeni, meseleye prensipsel açıdan bakıyorum. Görevdeysek 4 yıllığına seçiliyorsunuz. İşçiler sizi daha iyi bir sendikacılık yapmak, sendikayı yönetmek, çalışanların hakkını korumak için seçiyorlar. Dolayısıyla ben Petrol İş Genel Başkanlığı’nı hiçbir zaman siyasete atlama mekanizması olarak görmedim. Bunu yapanların da yaptıklarını doğru bulmuyorum. Biz işimizi doğru yaparsak, belki siyasette de bizi bir gün doğru bir yerlere getirirler.
Ben meseleye böyle baktığım için aktif sendikacılık dönemimde adaylık tekliflerini reddetmiştim. Biliyorsunuz 2,5 yıldır aktif sendikacı değilim. Kaldı ki genel başkanlığım dönemimde de bağımsız sendikacılık ilkesini hayata geçirmek için hiçbir partiyle üyelik ilişkim olmadı. CHP’ye üyeliğim de, emekli olduktan sonra, 2015’ten itibaren…
Bu dönem milletvekili olmak için bir düşüncem ve planım yoktu. Ancak birlikte görev yaptığımız, özellikle Sendikal Güç Birliği Platformu’nda yer alan ve şu an aktif konumda olan Tek Gıda İş sendikası, Kristal İş sendikası, Deriteks, Tümtis, TGS, Basın İş, Tez Koop İş, Belediye İş ve hatta bizim Petrol İş yöneticisi arkadaşlar aday olmam konusunda telkinlerde bulundular. Destek vereceklerini söylediler. Kendilerinden şu an aktif görev yapan hiçbirinin aday olmadığını, olmayacağını, beni aday göstermek istediklerini söylediler. Ben de gidip adaylık başvurusunu yaptım. CHP de beni İstanbul 1. Bölge 14. Sıradan listeye aldı.
Biz emeğin taleplerinin parlamenter siyasetin tamamen dışına itildiği bir dönemi de yaşadık. Ama son yıllarda her ne kadar partiler kimlik siyasetiyle tanımlansa bile asgari ücret gibi, taşeron çalıştırma gibi konularda emeğin taleplerinin iktidarından muhalefetine siyasi partilerin gündemine girdiğini görüyoruz. Bir taraftan da siyaset sınıf siyaseti dışı bir kutuplaşmanın hakimiyeti altında. Ülke bir ekonomik ve siyasi krize sürüklenirken bu seçimlerde sizce emeğin talepleri siyaset sahnesinde yeterince yer bulabiliyor mu?
Öncelikle CHP bir sınıf partisi değil, bir kitle partisi. Ama yüzünü emeğe dönük olarak tanımayan bir parti. Doğrusu bunun bir ölçüsü de yok. Ne kadar yüzünü emeğe dönüyor? Ne kadar o taleplerini yerine getirebiliyor ya da takipçisi olabiliyor? Bunlar tartışmalı konular.
Ama yine de, taşeron işçilerinin kadroya alınması, emeklilere iki maaş ikramiye, asgari ücretin yükseltilmesi, aile sigortası gibi sosyal devletin gereklerini yerine getiren birtakım taleplerini 2011’den bu yana dillendiriyor. Seçimlerde de bunları vaat olarak ortaya koydu. Bunun sonucunda da biliyorsunuz taşeron işçilerin önemli bir kısmı kadroya alındı. Emeklilere 1000 TL de olsa bir ikramiye verildi. Asgari ücret öngörülerin üstünde yukarıya çekildi. Demek ki bunların dile getirilmesi bu taleplerin gerçekleşmesinde önemli bir katkı oluyor.
Seçim vaatleri ve bu vaatler içerisinde genel olarak emeğe yönelik olarak partilerin vaatleri o partinin iktidara geldiği takdirde tercihlerinin hangi yönde olacağı yönünde bize önemli ipuçları verir. Yani bölüşüm tercihi nasıl olacak? Ekonomik yatırım tercihi nasıl olacak? Üretime yönelik mi, yoksa başka bir ekonomi mi? İşsizliğe yönelik, emeklilere yönelik talepler, o partinin iktidara geldiği takdirdeki tercihlerini de gösterir.
Bu bakımdan CHP’nin önemli vaatleri olduğunu görüyoruz. Bu vaatlerin hazırlanmasında hasbelkader bizlerin de katkıları oldu. Ancak sendikal alanın bütününe dokunan, örgütlenmeden toplu sözleşme hakkına, grev hakkına, iş cinayetlerine kadar birçok yakıcı sorunlarımızın dile getirildiği ve çözüm önerilerimizin yer aldığı, çok iyi diye tanımlayabileceğimiz bu vaatler seçim propagandalarında ne yazık ki çok fazla gündeme gelmiyor. Sadece birkaç başlık gündeme geliyor. Oysa mesela ücrette hiçbir indirim olmadan çalışma haftasının 45 saatten 40 saate indirilmesi gibi çok önemli bir vaat var. Kiralık işçiliğin sona erdirilmesi gibi, özel istihdam bürolarının kapatılması gibi çok önemli vaatler var. İzin sürelerinin artırılması gibi vaatler var. Kıdem tazminatının tamamen garanti altına alınması gibi vaatler var.
Bunların yüksek sesle dillendirilmemesi sermayeden gelebilecek tepkilerden çekinmenin, bunları yumuşatma çabasının bir sonucu mu?
Toplumsal en çok ne karşılık buluyorsa siyasette de en çok onun üzerinde duruluyor. Mesela mazotun 3 lira olması gibi. Böylesi bir taktiksel yaklaşımla söylemler belirleniyor. Tam olarak sizin dediğiniz gibi olduğunu düşünmüyorum. Çünkü esas olan yazılı belgelerde bu vaatler var. Hatta seçim bildirgesinde, sendikal örgütlenme nedeniyle işverenlerin yaptırımlarına karşı yaptırımlar da vadediliyor. Bu vaatlerin dile getirilmesi lazım. Şu anda CHP’nin seçim propagandalarında benim de gördüğüm en önemli eksikliklerden biri çalışma hayatıyla ilgili konular. Bunların dile getirilmesi lazım.
En azından siz dile getiriyorsunuzdur. Ne kadar karşılık alıyorsunuz?
Ben tamamen kendi alanımla ilgili propaganda çalışmaları yapıyorum. Bastırdığımız görsellerde de tamamen çalışma hayatına yer veriyoruz. Bunlar karşılık görüyor. Zaten CHP’nin oy aldığı önemli kesimler bunlar. Demokrat kesimler, eğitimli kesimler, emek kesimi, çalışan kesim…
Kaldı ki AKP çalışan kesimlerden Türkiye ortalamasının üzerinde bir oy alıyor. Ne yazık ki geçmişte de bu böyleydi. Bu seçimde ne olur, öngörmek biraz zor gibi. Ama geçtiğimiz seçimlere baktığımız zaman Türkiye ortalamasında yüzde 45-50’ye varan oylar alıyorsa çalışan kesimde ise yüzde 60-65 oranında oy alıyordu. CHP’nin çalışma yapması gereken alanlar zaten bu alanlar. Çünkü buradaki insanlar daha kolaylıkla kazanabileceği kesimler.
Çalışan kesimden kastınız sanayi işçisi mi. Çünkü sanayi işçisi ayrı bir profil, beyaz yakalısı ayrı bir profil, tarım işçisi ayrı bir profil… En genel tanımıyla ücretlilerin yüzde 60-65’inden mi söz ediyorsunuz?
Sanayi işçilerinin önemli bir bölümü, tarım işçilerinin önemli bir bölümü, hizmet kesiminin önemli bir bölümü… Eğitim düzeyi yükseldikçe, beyaz yakalı ya da yönetici pozisyonundakilerden AKP’nin daha az oy aldığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
OHAL döneminde Tek Adam yönetiminin grev yasaklarıyla metal sektörü vb bir dizi sektörde işçilerin karşısına çıktı. KHK’lerle sol kimliklerinden dolayı işinden olanlar olduğu gibi, kendisini mütedeyyin diye tanımlayan insanlar da işlerinden oldu. Emekçiler yaşadıkları birçok sorunda iktidarla doğrudan karşı karşıya geldiler. Bunlar siyasi tercihleri etkilemiyor mu? Bunlardan kaynaklanan oy kaymaları da bekliyor musunuz? Yoksa ne olursa olsun değişmez bir durum mu var?
Oy kaymaları kesinlikle bekleniyor. Bu, sahada da görünüyor. KHK’lerle biliyorsunuz on binlerce insan işinden oldu. Çok mağdur olan insanlar var.
Çalışanlara baktığımızda da 16 yıllık AKP iktidarında çalışanlar çok şey kaybettiler. İşsizlik diz boyu, 6 milyonu geçmiş durumda. Üniversite mezunu gençlerdeki işsizlik oranı yüzde 22 civarında. İş yok. Hadi diyelim iş buldunuz, işinizin güvencesi yok, sürekliliği yok. İşte çalışmaya devam ediyorsunuz, can güvenliğiniz yok. Yılda 1600-1700 civarında iş cinayetine çalışanlar kurban gidiyor. 16 yılın toplamında da iş cinayetinde ölen işçi sayısı 20 bini aşmış durumda. Kuralsız çalışıyorsunuz. Ücretleriniz son derece düşük. Örgütlenme hakkınız var ama bunu kullanamıyorsunuz. Özel sektörde ancak yüzde 5 oranında bir örgütlenme oranı var. İşyerlerinde eşitsizlik var. Kadın istihdamı çok düşük. Ücrette ayrımcılık var. Emeklilik yaşı 65’e çıktı. Dolayısıyla 16 yıllık AKP’nin çalışanlara yönelik yaptıklarına baktığımız zaman gerçekten de haklarımız bizim ileriye gideceğine gerilemiş durumda. Şimdi bütün bunların bir karşılığı var diye düşünüyorum. Keskin bir dönüş olacak mı? Öyle bir şey beklemiyoruz. Ama sahada AKP’nin bu kesimlerde ciddi bir oy kaybına uğrayacağını görüyoruz.
Özel bir örnek olarak Flormar direnişi üzerinden konuşalım. Direnişin başında işçiler “Bizim hakkımızı savunmayanı biz de savunmayız” diyerek, daha önceden AKP’ye oy vermiş olanlar bu kez vermeyeceklerini söyledi. Birkaç gün sonraki bir röportajda da Erdoğan’ın “güçlü lider” propagandasını tekrarlar gibi “Bizim sorunumuzu zaten güçlü biri çözer, önceki söylediklerimden dolayı pişmanım” diyen bir işçi profili görüyoruz. Bu bazı önyargılarla da örtüşen bir örnek. Nedir işçideki bu mütereddit halin açıklaması sizce? İşçi neden güvenceyi hala orada arayabiliyor? Direnişi ziyaret de ettiniz. Sizin gözleminiz nedir?
Sizler de gördünüz, yayımladınız; orada şöyle bir baktığınız zaman çalışanların çok farklı oy tercihleri olabileceğini, hatta bu tercihlerin önemli bir bölümünün mevcut iktidardan yana olacağını kestirmek zor değil. Ancak insanlar bir şeyi sadece duyduğu zaman inanmaz. Gördükleri ve birebir yaşadıkları insan hayatında çok radikal değişikliklere yol açar. Burada da bu arkadaşlar sadece ve sadece örgütlendikleri için, sendikal haklarını kullandıkları için işlerinden oldular ve tazminatsız bir şekilde atıldılar. Acımasızca işveren burada bu insanları işsizliğe ve açlığa terk etti. İşverenin arkasındaki esas gücün yasalar ve bu iktidarın yönetim felsefesi olduğunu bu insanlar açık bir şekilde görüyorlar. Her ne kadar içlerinden bazıları hala mevcut iktidardan yana siyasi aidiyetlerini sürdürseler de önemli bir bölümünün bu eylem içerisinde bilinçlendiğini söyleyebiliriz.
Ben emeğin birleştirici gücü kavramının birçok sorunun çözümünde, örneğin Kürt sorununun çözümünde dahi kullanan bir insanımdır. Orada bunu çok net görebiliyoruz. Orada çok farklı düşüncelere, inançlara sahip insanlar var. Fakat ne yapıyor bu insanlar? Ortak çıkarları için birlikte, dayanışma içerisinde bir mücadele içerisinde yer alıyorlar ve kendi çıkarları için mücadele ediyorlar. Dolayısıyla ben Flormar’da her ne kadar dediğiniz şeyler olsa da insanlarda ciddi bir bilinçlenme olduğunu görüyorum. O yumruklar havaya boşuna kalkmıyor.
Biraz da ekonomideki gidişat üzerine konuşalım. Bir süredir iktisatçılar ekonomideki olumsuz gidişata ilişkin, iktidarın güven vermeyişinin de rolü olsa da sorunun daha genel olduğunu, yıllar boyu izlenen neoliberal politikaların da artık bir eşiğe geldiğini, Türkiye’nin 2001’den de ağır bir krizle karşı karşıya olduğunu ve yeniden IMF kapısına gitmek zorunda kalacağını söylüyor. Sizin bu gidişata dair öngörünüz nedir? Türkiye işçi sınıfı seçimlerden sonra neyle karşı karşıya?
Şimdi herkes ekonomik durumun kötü olduğunu, bir krizin eşiğinde hatta içinde olduğumuzu, seçim dolayısıyla sanki kriz başlamamış gibi bir görüntü olduğu tespitini yapıyor. Tabii ki bunu zaten gözünüzle de görüyorsunuz, hayat pahalılığı, dövizdeki yükseliş… Dövizdeki yükselişten dolayı asgari ücret Ocak’tan bu yana dolar bazında yüzde 28 civarında bir değer kaybına uğramış durumda. 420 dolarlardan şu anda 347 dolara geriledi. Hayat pahalılığı ortada. Esnaf açısından baktığınızda çarkların dönmediğini, dükkanların kapandığını görüyoruz. Sanayinin dişlileri işlemiyor.
Emek kesimini temsil eden bütün örgütler, konfederasyonlar, meslek odaları bu kriz nedeniyle emekçilere kesilmesi muhtemel faturaya karşı şimdiden tedbir almalılar. Örgütlü bir şekilde hareket etmeliler. Eğer emek kesimi, sendikalar bunu yapamazsa, dünyanın her yerinde olduğu gibi bu krizin faturası gelir, yine en çok çalışanlara kesilir. Ne şekilde kesilir? Başta kitlesel işten çıkarmalar şeklinde kesilir. 2001 krizinde 1 milyonun üzerine işçi işinden oldu. Ücretlerin ödenememesi, dondurulması, geç ödenmesi şeklinde kesilebilir. Mesai ücreti ödenmeden uzun çalışma saatleri şeklinde kesilebilir. Emeklilerin maaşlarının ödenmemesi, aşağıya çekilmesi gibi birtakım faturalarla karşılaşılabilir. Dolayısıyla seçimden sonra kim kazanırsa kazansın yüzde yüz bu krizden çıkış için birtakım önlemler alınacak. Onun için biz çalışan kesime buradan bir kez daha seslenelim. Kriz geldi, faturayı ödememek için şimdiden örgütlenelim. Gücümüzü birleştirelim. Bu krizin faturasını geçmiş deneyimlerde olduğu gibi bir kez daha biz ödemeyelim. Hem 24 Haziran’da siyasi tercihlerimizde bunu gösterelim hem de 24 Haziran sonrasına yönelik kitlesel tepkilerin örgütleneceği birtakım etkinlikler yapalım.
Siz Meclis’e girdiğinizde, emek hareketinden gelen bir vekil olarak orada emekten değil de sermayeden yana tutum alınacağı durumlarla karşılaşacaksınız. Siz orada emekten yana bir tutum sergilenmesi açısından neler yapılabileceğini düşünüyorsunuz?
Tabii ki bu durumun farkındayım. Siz istediğiniz kadar farklı şeyler düşünseniz de mensubu olduğunuz partinin uygulayacağı birtakım politikalar vardır. Zaman zaman karşı çıkarsınız, zaman zaman belki uymak zorunda da kalırsınız.
Ama benim 16 yıllık Petrol İş Genel Başkanlığım var. 30 yıllık bir sendikacılık deneyimim var. Bugüne kadar hep doğru bildiklerimiz savundum. İlkeli bir şekilde hareket etmeye çalıştım. Bundan da hiçbir zaman taviz vermedim.
Milletvekili seçildiğim takdirde de bunu yapacağım. Büyük söz gibi gelebilir şu anda; siyasetin çarkına kaptırıp kendimi yok olup gitmeyi hiç düşünmüyorum. Geldiğim yeri, temsil ettiğim sınıfı asla unutmayacağım. Elbette sırtımızda bir siyaset ceketi olacak. Ama o ceketi zaman zaman çıkaracağım, eylemlerde olacağım, direnişlerde olacağım. Flormar işçilerine de söyledim. “Gelirim,” dedim “ben sizlerle burada günlerce otururum, yürürüm.” Bunları yapmaya çalışacağım.
Bunun çok zor olduğunu, hani yel değirmenleriyle savaşmak gibi bir şey olduğunu tabii ki tahmin ediyoruz. Ama her ne pahasına olursa olsun, kendi ilkelerimizden taviz vermeden ve beni buralara getiren sınıfın çıkarlarını korumak ve geliştirmek adına elimden geleni yapacağım.
Şimdi soracağımız soruyu az önce kısmen yanıtladınız ama yine de sormak istiyoruz. “Krize karşı ne yapılacak” sorusuna, iktidarı almaya belki de her zamankinden daha yakın bir partinin milletvekili adayı olarak, partinizin izleyeceği politikaları anlatmaktan çok emek güçlerinin rol alması gerektiğinden söz ettiniz. Asli rolü siz yine emekçilerin kendi öz örgütlerine mi veriyorsunuz?
Emek hareketinden çok az bir temsiliyet var. DİSK’in başkanı İzmir’den aday. Ben buradan adayım. Sendikal alandan gelen isimler diğer partilerde de çok yok. Fakat ben bu anlamda kendimi klasik bir siyasi partili olarak görmüyorum, görmeyeceğim. Gücüm neye yetiyorsa temsil ettiğim sınıfın çıkarlarını korumak adına onu yapacağım. Bunları dile getireceğiz. Tabii ki tek başına bir insanın gücü bunları yapmaya yetmez ama bunların dile getirilmesi bile bir alternatifin ortaya konması bile çok önemlidir diye düşünüyorum.
Yani sokakta güçlü bir emek hareketi olduğunda, bu, siyaset düzlemine ayrıca etkileyecektir…
Tabii ki siyaset o zaman krizin faturasını kesmedeki tercihlerini değiştirecektir. Tercihlerini öyle yapar ki faturayı sermayeye de kesebilir. Geçtiğimiz krizlerde sermayeye çok bir şey olmadı, daha ziyade emekçi kesimlere bu faturalar kesildi. Sokak hareketi, örgütlü kesimlerin duruşu, tepkileri, eylemleri tabii ki iktidardaki partinin tercihlerini etkileyecektir.
Bunu gerek şart olarak söylüyorsunuz yani…
Kesinlikle gerek ve bunun örgütlenmesi gerekiyor. Bizim sendikamızda çok değerli uzmanlar vardır, 2001 krizini önceden öngördüler. Biz de sendika olarak bütün yetkili kurullarımızı toplayıp “Gelecek olan krize karşı ne yapabiliriz?”i konuştuk ve en az hasarla o krizi atlatan sendikalardan biriydik biz. Belki de en birincisiydik. Dolayısıyla da siz önceden bunları görüp tedbirlerinizi alırsanız krizi de en az hasarla atlatma şansınız var. Aksi takdirde ağır bir fatura kesilecektir.
Bitirirken ne söylemek istersiniz?
Özellikle çalışma yaşamına bir kez daha dikkat çekmek gerekirse burada CHP’nin gerçekten iyi vaatleri var. Ama bunların hayata geçmesi için tabii ki Muharrem İnce’nin cumhurbaşkanı olması gerekiyor. Parlamentoda muhalefet bloğunun, bunu CHP-İyi Parti-Saadet-HDP olarak dörtlü bir blok olarak görmek lazım, çoğunluğu sağlaması lazım. Bunun içinde de CHP’nin milletvekili sayısıyla o muhalefet bloğuna yön verebilecek bir güce erişmesi gerektiğine inanıyorum.
Çalışan arkadaşlarımıza mesajımız CHP’nin vaatlerini iyi incelemelerini, bunları görmelerini, tamamen kendi çıkarlarının gerektirdiği şekilde seçimde tercihlerini kullanmaları gerektiğini bir kez daha söyleyelim. Eğer işçiler emekçiler yıllardır siyasete yön verebilselerdi. Siyaseti kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirebilselerdi bugün yaşadıkları sorunların önemli bir bölümü yaşanmayacaktı. Şimdi artık işçiler, emekçiler açısından siyasete ağırlık koymanın, o siyaseti işçilerin, emekçilerin hakları yönünde şekillendirmenin tam da zamanıdır diye düşünüyorum. Umarım siyasi tercihlerini bu yönde kullanırlar ve geleceğimizin daha aydınlık olduğu günlere bu şekilde bakabiliriz. Tabii ki demokrasi, toplumsal barış, eşitlik, özgürlük temel ilkelerimizdir. “Başka bir dünya mümkündür” diye çok güzel bir slogan var biliyorsunuz. Biz de “Başka bir Türkiye mümkün” diyoruz. O başka bir Türkiye’nin hikayesini ancak işçiler ve emekçiler yazabilir, başka hiç kimse yazamaz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.