Ücretlerin düşmesiyle ve çalışma koşullarının giderek kötüleşmesiyle geçen yılların ardından işçi sınıfının yeni bir biçimlenişiyle karşı karşıya olabilir miyiz?
Patronların ve “otoritelerin” gerçekten korktuğu şey, Batı Virginia ve Birleşik Krallık’ta gördüğümüz kendiliğinden örgütlenen işçi sınıfı hareketleridir. Bize sunulan sendika ritüelleri ve yapılarının dışına bir kere çıktıktan sonra tehlikeli hale geliriz, özellikle de daha çok işçi sürekli artan şekilde kendiliğinden örgütlenmeye dahil olma ihtiyacı duyduğunda
Ücretlerin düşmesiyle ve çalışma koşullarının giderek kötüleşmesiyle geçen yılların ardından işçi sınıfının yeni bir biçimlenişiyle karşı karşıya olabilir miyiz?
Savaş sonrası ekonomik patlama 1970’lerin başında sona erdiğinde, kapitalistler faturalarını dünya genelinde üretim artışı ve büyük ücret kesintileriyle bize ödetmeye çalıştı. İşçilerin direnişe geçmesiyle birlikte 1970’ler büyük sınıf karşılaşmalarının yaşandığı bir kesit halini aldı. İşçi sınıfının kararlı direnişiyle karşılaşan kapitalistler dünya genelinde ekonominin “hakim tepeleri”ni savunmayı bıraktılar. Kapital’de yazıldığı üzere 1979’da imalat yatırımları “gelişen dünya” denilen daha fazla kâr yapılabilen düşük ücretli ülkelere kaydırıldı. Bu da küreselleşmenin anahtar parçasıydı.
Örneğin Birleşik Krallık’ta, imalat alanında istihdam edilenlerin oranı yüzde 27’den yüzde 8’in bile altına düştü. Bu yalnızca “sanayileşen dünya”da düşük ücretin galip gelmesi değildi. İşçiler bugün için daha yaşlı kapitalist ülkelerde imalatta üretkenliğin korkunç hızla arttığı 1979’da aldığı gerçek gelirlerinin çok çok daha altında gelir elde etmekte. Patronların belgeleri dahi bunu doğrular nitelikte. Özellikle ağır sanayideki iş kayıpları, küreselleşme ve kapitalist yeniden inşayla geçen son kırk yıl içinde, daha yaşlı kapitalist ülkelerde işçi sınıfının “kimliğini kaybettiğini” düşünenlerin sayısı oldukça fazla.
Yeni bir sınıf kimliği mi?
Sınıfın kimliğinin değiştiğini söyleyebiliriz. Kapitalist tarih boyunca dönüşen işçi sınıfının biçimine baktığımızda, bu değişim de yeni bir şey değil aslında. Bugün Birleşik Krallık’ın işgücünün yüzde 83’ü, toplumsal olarak ihtiyaç olan eğitim ve sağlık sektörü dahil olmak üzere hizmet sektöründe. Sistem giderek daha derin ekonomik krizlere sürüklendikçe, bu sektörlere yeterince kaynak ayrılmaz hale geliyor. Sonuç olarak bir-zamanların-ayrıcalıklı, yıllar boyu eğitim almış ve talim yapmış “profesyonelleri” kapitalist saldırının ön cephesinde. Çalışma koşulları artan bir şekilde herhangi bir işçininkine benzemeye başladı. Doktorlardan avukatlara, metin yazarlarından öğretmenlere, her türlü profesyonel, işlerine ilişkin kararlarında yazılım şirketlerinin ve esnek ekonominin (sınıf direnişinin yükseldiği bir başka alan daha) kontrol ettiği “uygulamalar” kadar kontrol sahibi olmadığını fark ediyor.
Mesleklerin işçileştirilmesinin nasıl bir şey olduğunu Birleşik Krallık’ta iki sene önce doktorların grevinden ve Durham ve Derby’deki asistanların geçen seneki mücadelesinden biliyoruz. Şimdi ise sıra dünyadaki tüm eğitim emekçilerinde.
Bu satırlar yazılırken, Kentucky’de Kentuckyli ve Oklahomalı öğretmenler emekli maaşlarındaki kesintiye karşı greve gitmişlerdi. Oklahoma’da eğitim bütçesinde (vergilerin kesilmesiyle de birlikte) yüzde 28’e yakın kesinti sonucu bazı okullar haftada yalnızca dört gün açık kalabildiler. Arizonalı öğretmenler de hemen peşlerinden onları takip etti. Hiç kuşku yok ki onları cesaretlendiren şey sendikaları tarafından hiçbir destek almamalarına rağmen uzun süre direnen Batı Virginialı öğretmenler oldu. Kenya ve Zimbabwe’de okutmanların grevi haftalar sürdü. Kenya’da hemşireler borç ödemelerine karşı yaptıkları grevle öğretmenlerin yanında yer aldı. Genç Karl Marx’ı şaşırtmayacak şekilde proletaryanın içinde bulunduğu durumun kendisi böyle. Marx, kapitalist gelişmenin toplumu kutuplaştıracağını ve orta sınıfı yok edeceğini, büyük yığınların proleterlerin koşullarına gerileyeceğini öngörmüştü.
“Bugüne dek üstün değer verilen ve sofuca bir ürküntüyle bakılan ne kadar eylem varsa burjuvazi bunların hepsinin üstündeki kutsallık örtüsünü çekip atmıştır. Doktoru da, hukukçuyu da, rahibi de, şairi de, iktisatçıyı da, kendi ücretli emekçisi haline getirmiştir.” Komünist Manifesto
Birleşik Krallık üniversite grevleri
Birleşik Krallık’ta bu durumu yakından ve kişisel olarak gözleme şansı mevcut. Okutmanlar ve hizmetliler emeklilik maaşı çizelgelerinde yapılan değişikliğe karşı haftalar boyunca grevdeydi. Halihazırda UCU (Üniversite ve Kolej Çalışanları Sendikası) arkalarından gizlice yapılan kirli anlaşmayı baştan reddetmişti ve birçoğu mücadeleye hazırlanıyordu. Bu eylemler, bölgesel bir bataklıktan daha geniş bir hale dönüşerek öğrenciler ve hizmetliler tarafından büyük bir destek gördü.
Bu mücadelenin seyrinde bazı eğitim emekçileri sınıf bilincine ilişkin yeni bir sezgiye sahip oldular. Sonuç olarak okutmanların yarısı yarı-zamanlı, prekarya (güvencesiz) işçiler ise kısa süreli sözleşmeliydiler ya da sözleşmesiz çalıştırılıyorlardı. Bazı okutmanların işlerinin anlamı ve yaşadıkları toplumun doğasına ilişkin grevlerin yansımaları da oldu. Şu kesindir ki bu durum yalnızca radikal bir azınlık için geçerli olsa da, yine de bu, mezuniyet gerektiren işler her gün daha da azalırken, mezun sayısının arttığı bir sistem için tehlikesinin göstergesiydi. Eğer eğitim çevresinde eksik istihdam edilmiş mezunlar neler olduğunu sorgulamaya başlarsa, daha büyük bir şeyin, daha radikal bir işçi sınıfı hareketinin parçası olabilirlerdi. Böylesi bir hareket bize dayatılan ulus, ırk, cinsiyet, yetenek, meslek ayrımları ve sendikal ayrışmaları ortadan kaldırabilirdi.
Kaçınılmaz olarak meslek dalı ayrımlarının ve devletin sınırlarını çizdiği yasalcılığın sınırlarıyla karşı karşıya gelmek, sendikaların hazır olmadığı bir şeydi. Ücret ve çalışma koşullarına karşı gündelik olarak mücadele eden insanların tek silahı vardır ve o da işverenlerle yapılan işbirliğinden kolektif çekilme yeteneğidir. UCU’nun emekli maaşı üzerine süren grevinde de ve Batı Virginialı öğretmenlerin grevi de sıradan işçiler tarafından ortaya çıksa da sendika yöneticileri işçilerin arkasından çabucak anlaşma sağladı. Batı Virginia’da öğretmenlere otomatik mesajla valinin herhangi bir anlaşmayı imzalamamış olmasına rağmen grevin sonlandığı söylendi. UCU ise patronlara emekli maaşı kesintilerini bir yıl sonraya öteleme planını satmaya çalıştı, böylece sonraki sene gelecek raunda daha iyi hazırlanacaklardı. Sendika yöneticilerini iş kollarında ve grevlerde yapılan oylamalarla engellediler.Sendikanın bir sonraki adımı ise grevle dayanışmayı baltalayacak olan oylamaydı. Sorun yalnızca sendika bürokrasisinin güvenilmez olmasında değildi, ayrıca devletin çizmiş olduğu yasal alanın kendisi de sorundu. Tüm sendikalar sistem yararına, emekçi ücretleri üzerinde pazarlık yaparak var olur. İster uygulamada ister başka alanlarda olsun bunu sorgulamaya bile gerek yoktur.
Patronların ve “otoritelerin” gerçekten korktuğu şey, Batı Virginia ve Birleşik Krallık’ta gördüğümüz kendiliğinden örgütlenen işçi sınıfı hareketleridir. Bize sunulan sendika ritüelleri ve yapılarının dışına bir kere çıktıktan sonra tehlikeli hale geliriz, özellikle de daha çok işçi sürekli artan şekilde kendiliğinden örgütlenmeye dahil olma ihtiyacı duyduğunda. Geçmişte işçiler genellikle kendi kurdukları yapılarla, kendi elleriyle doğrudan mücadeleye girişirdi (komşu toplantıları, grev komiteleri, işçi konseyleri veya daha bağımsız işyeri örgütlenmeleri gibi). Her ne kadar kısa ömürlü de olsalar belirli mücadeleler ortaya çıktığı sürece kavga veren yapılar da bir ortaya çıkıp bir kaybolacaktır. Karar alma süreçleri, delegasyon, temsili olmayan işçilerin klasik örgütlenme yöntemleri Paris Komünü kadar eskiye dayanır. Bu devletler ve işverenler tarafından kabul edilebilecek bir şey değil ve sonuç olarak bizi sendikalar aracılığıyla kontrol etmeyi tercih ederler. Kapitalist krizin bir yere gittiği yok. Sistemin, giderek daha stresli, düşük ücretli ve esnek çalışma koşulları dışında bize teklif edebileceği bir şey kalmadı. Sistemin süregelen varlığı, (kapitalizmin, kâr edilebilir “büyüme” için bitmeyen arayışı dahilinde, herkes açısından gezegeni yok ediyor olması nedeniyle) bizzat insanlığın hayatta kalması ile giderek daha fazla çelişiyor. Sınıflı toplumdan kurtulmaya ve kâra göre değil ihtiyaçlarımıza göre düzenlenmiş bir insan topluluğu yaratmaya dönük ihtiyaç günden güne daha da acil hale geliyor.
* Bu yazı, International Communist Tendency [Uluslararası Komünist Eğilim] çevresinin Aurora adlı bülteninin 43. Sayısında yayımlanmıştır.
[Libcom’daki İngilizce orijinalinden Mert Arslan tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.