Marksizm üzerine yapılmış en geniş derlemelerden biri olan A.Pendakis ve I.Szeman editörlüğündeki Çağdaş Marksist Kuramda Tartışmalar kitabının editörlerinin kaleme aldığı önsözü paylaşıyoruz
2018 yılı, Karl Marx’ın doğumunun 200. yılı. Bu vesileyle, Marksizm üzerine bugüne kadar yapılmış olan en geniş derlemelerden biri olan Andrew Pendakis ve Imre Szeman editörlüğündeki Çağdaş Marksist Kuramda Tartışmalar kitabının editörlerinin kaleme aldığı önsözü paylaşıyoruz. Pendakis ve Szeman’ın önsöz metni, Marksizm’in Sovyetler Birliği’nin çözülmesinden sonra yaşadığı kuramsal ayrışmalara ve tartışmalara dair güçlü bir çerçeve çiziyor. Bu önsözü dört parça halinde yayımlıyoruz. Son parçası için buyrunuz. (Sendika.Org)
IV
Derlemeler aslında tedirgin kitaplardır ki bunun anlamı onlarsız da olabileceği ya da bir derlemeyle bir diğerinin tedirginlik türü arasında önemli farklar olmadığı değildir. Sorulması gereken soru, bir derlemenin başarısız olup olmayacağı değil, nasıl başarısız olacağıdır. Elinizdeki derleme de bir tuhaf yanyanalıklar kısaltılmış makaleler yumağı olması anlamında farklı değil. Kapsayıcılık ilkesinden hareket edildiğinde –ki bir alanın genişliğinin ve farklılıklarının bir tür tarafsız taraması söz konusudur– çeşitlilik açısından kazanılanlar genellikle tematik darlık ya da birlik açısından kaybedilir: parçalar bir çamaşır torbasına tıkılan eşyalar gibi tutarsız biçimde birbirine karışır. Fakat derleme ilkesi metinlerin birbirine uygunluğu değil de, alanın yapılandırıcı gerilimlerinin ve sorunlarının güçlü ve tutarlı şekillenişi ise şayet, tehlike, herkesin bir derlemede yer alması gerektiğini düşünebileceği çalışmaların ve kişilerin dışarıda bırakılması ve gözden kaçırılması biçiminde ortaya çıkacaktır. İlk seçenek (bir tür “ruh”tan ödün vererek) bir tür panaromik, belgesel genişlik kazanırken, ikincisi ise alanın zenginliği ve derinliği pahasına bir uyum yakalayabilecektir. Bu türden tehlikeler, üstbaşlığı [Çağdaş Marksist Kuram] kimileri tarafından sadece bir tür komedi ya da oksimoron olarak anlaşılacak olan bir çağdaş Marksist kuram kitabı için daha fazla dillendirilecektir. Marx ile Kuram’ı aynı cümlede dile getirmek halihazırda çelişkili konuşmak değil midir? Kuşkusuz Marksizm ile, belirli aralıklarla, düşünme eşiğinin altında olduğu, körelmiş pratikten ya da psikopatolojiden doğmuş bir siyaset olduğu üzerinden dalga geçilmektedir; aynen pek çok kişinin halen onun çağdaşlığının on dokuzuncu yüzyılda geçerli olduğunu sorgulamaları gibi. Biz ise burada yer verilen makalelerin her iki klişeyi de boşa düşürmekten fazlasını yapabileceklerine eminiz.
Bu derlemenin herhangi bir yaklaşıma kutsallık atfetmek gibi bir derdi yoktur. Derlemeye alınmayan makaleler, bir tür pasif saldırganlığa ve ismi dile getirilmeyen ekollere ve düşüncelere karşı ilan edilmemiş savaş hamlelerine maruz kalmış değillerdir. Bu hizip ritüellerinden, entelektüel açıdan meraksız ve siyasal açıdan zarar verici alışkanlıklardan sıkıldık. Bu kitaplarda* dünya-sistemi kuramı, Analitik Marksizm, kurtuluş teolojisi, Yeni Diyalektik, UMass ve Monthly Review çevresinin yanı sıra çağdaş Marksist araştırmaların ilginç çevrelerinin pek çoğunun temsilcileri dışarıda bırakıldı. Bunun nedeni bu düşünürlere dönük ilgisizlik ya da şüphe değil, bu kitabın üstbaşlığında “kuram” kelimesinin kullanılmasının sadece doğrudan düşünceye işaret etmesi değil, aynı zamanda felsefede Marx, Nietzche ve Freud’un bir arada anılmasıyla sahnelenen dönüşümün Kuzey Amerika’da artık dile düşmüş biçimde kullanılıyor hale gelmesi anlamında bir editoryal tercihtir. İstisnalar da söz konusu: Arif Dirlik’in makalesini derlemeye dahil etmek yönündeki tercihimiz, yeni konjonktürde “Çin’in yükselişi”nin oynadığı rolün açıklamasına dönük acil bir ihtiyacın olduğu düşüncemize denk düşerken, Alan Lipietz’in makalesi ise her ne kadar kıta geleneğine aşina değilse de günümüz kapitalizminin aşırı derecede prodüktivist dayatmaları bağlamında bize uygun göründü.
Bir düşüncenin “Marksist” olması ne demektir? Bu sıfatı hangi kriterler ya da kurallar geçerli hale getirir? Mesele, bir içerik, bir ampirik ekonomik önermeler ya da siyasal öğretiler setine bağlılık meselesi midir? Kaldırıldığında bir söylemin içeriğinde niteliksel değişimlere yol açacak biçimde eksenin kaymaması açısından olmazsa olmaz bir Marksist önerme ya da konum var mıdır? Yoksa mesele, bir noktanın ikna edici biçimde Marxiyen olmaktan çıkması sonrasında bir düşüncenin uç noktasına varması anlamında bir eşikler meselesi midir? Yoksa bir yöntem ya da biçim meselesi midir? Burada György Lukács’ın, Marx’ın imza attığı bütün ampirik önermelerin –kâr oranının düşme eğilimi, emek değer kuramı vb.– yanlış çıkması durumunda bile Marksizm’in “hakikat”inin bundan hiçbir şekilde etkilenmeyeceğine ilişkin sözlerini hatırlayabiliriz. Kuşkusuz Lukács’ın kast ettiği, diyalektik materyalizmin zenginliğinin, diyalektik kesinlikle belirlenmiş bir düşüncenin tanımı gereği sürekli ayakta kalması ve kendini aşması anlamında, doğru olduğu kabul edilmiş herhangi bir Marksist önermenin başarısız olması halinde de süreceğidir. Nihayet, bir düşünceyi, en azından kendisini ilginç bir uzmanlık karmaşasının ötesinde gördüğü sürece, Marksist kılanın ne olduğu sorusunu pek ilgi çekici bulmadığımızı itiraf etmemiz gerekiyor. Şüphesiz hepimiz, farklılıklar yaratmak ve bu farklılıkları belirginleşmeyi ve mantıksal bağlantıları savunmayı arzulayan kuramın hazlarına sıkışıp kalmış herhangi birinin bütün kategorik ve tanımsal dürtülerini deneyimliyoruz ve kuram ile pratiğin ayrılamazlığında etkin biçimde ısrar eden bir söylem bağlamındaki bu ayrımlar dahilinde daha fazlası da söz konusu olabilir. Fakat bu sorunun arka planında, yorgun bir devriye aracının, körü körüne savunulan toprakların hayaletinin olduğunu seziyoruz.
Bu konuda bir şeyler söyleyeceksek, şunları ileri sürebilirdik: Feminizmin davetinin kaderi, insanın kendisini patriyarka tarafından düşünce ve pratiğe dayatılmış sınırların ötesinde düşünme kapasitesini titizlikle korumak olduğunu söyleyebilirsek, o halde Marksizm’in davetinin kaderi ise kapitalizmin tarihsel varoluşu tarafından düşünce ve pratiğe dayatılmış sınırlara karşı aynı ölçüde mücadele etme ihtiyacına bağlıdır. Her ikisi de birer adalet sanatı ve adalet bilimidir; bir başka deyişle, her anlamda olmazsa olmaz analitik birer aygıt ve öngörülü birer siyasal uyarıdır. Bu derlemedeki yazarları bir araya getirme yönündeki kararlarımız, Marksizm’in kapitalizmin bize göre olan kurulumunun karmaşıklıklarına yanıt verme yollarına ilişkin genel bir bakış önerisidir. Bahsi geçen kurulum, kapitalizmin mantığının ve yapılarının ortadan kaldırılmasının gerektiği, hatta özgüveninin sorgulandığı ve ideolojilerinin artık onun geleceğini güvence altına almadığı ölçekte üstün, dokunulmaz ve başa çıkılmaz biçimde egemen olduğu bir kurulum; kapitalizmin, gündelik alemi kurarak inkâr edilemez biçimde güçlü olduğu ve fakat gezegeni hızla barınılamaz hale getirerek Keynesçi refahı bile sunmadığı yüzde 99 tarafından bir başka gerçeklik uğruna çöpe atılmaya fazlasıyla hazır durduğu bir uğraktır.
Marksist kuram, –ciddi ekonomi ya da siyaset işlerinin çeperlerinde meşgul olunan– tamamen yüzeysel felsefi ilgiler tarafından karakterize edilmekten ziyade, bizatihi felsefenin canlanması açısından gerekli bir vektör olarak işlemiştir. Sıklıkla esasen felsefi gelenekten kaçmaya ya da onu aşmaya dönük bir arzu etrafında örgütlendiği yorumunda bulunulan bir söylem açısından beklenmedik bir kaderdir bu. Görmüş olduğumuz üzere, özellikle Etienne Balibar, Negri, Badiou, Zizek ve diğer düşünürlerin Marksizmleri vasıtasıyla yeni bir öğrenci ve kuramcı nesli arasında felsefe tarihine dönük ilginin muazzam biçimde canlanması söz konusudur. Balibar’ın Locke’a dönük yakın tarihli kapsamlı yeniden değerlendirmesi, Negri’nin Descartes’ı ve Spinoza’yı, Zizek’in Hegel’i ve Schelling’i, Badio’nun Platon’u işleyişleri: her yerde, sadece kendi geleneklerinden belirli bir mesafeyle değil, zaman zaman klasik biçimde kendi geleneklerine karşı çıkarak da düşünürlerin temel kuramsal pasajlarını ve parçalarını ayıklayan Marksistler ile karşılaşıyoruz. Bu çoğulculuk kimileri açısından, hiç kuşkusuz, revizyonist çöküşün ve kafa karışıklığının en açık belirtisi, (Perry Anderson’ın Batı Marksizmi’nin karakterine ilişkin meşhur önermesini onaylayan biçimde) risksiz biçimde at koşturulabilecek biçimde bugün artık pratikten tamamen kopmuş bir kuram, diğerlerinin sonsuzluğu arasında güçsüz düşmüş bir dünya görüşü olarak görülebilir. Fakat bizler, felsefedeki bu Marx’a dönüşün, felsefenin zorlayıcı tarihsel koşullara verdiği gecikmiş bir yanıt değil, bazı durumlarda bizzat geleneğin kendi sınırları, yorgunlukları ve çıkmazları dahilinde yeşeren biçimde felsefenin kendi disipliner ve normatif uzamı dahilindeki gerçek bir diyalektik dönüş olduğunu hissediyoruz. Çağdaş Marksist düşüncenin bu her yerden beslenme halini, onun gücünün bir işareti, farklı konumlarla tartışmaya ve diğer düşünce yapılarından öğrendikleriyle melezlenmeye dönük bir arzu olarak görüyoruz. Çağdaş Marksist kuramın çeşitli patikalarını bir derlemede diyaloga sokarak, kolektif geleceklerimizi yaşayacağımız alemi, ağzına kadar sorularla ve tehlikelerle fakat aynı zamanda tan kızıllığının acemice güzel ışıltılarıyla dolu bir alemi yeniden şekillendirmeyi vaat eden o felsefi ve siyasal sorgulamaları ileriye taşımayı umuyoruz.
**
* Bu kitap İngilizce konuşulan dünyada beş farklı tematik bölümden oluşan tek ve hacimli bir derleme olarak yayımlandı; Türkçede ise her bir bölüm, nihayet bir dizi oluşturan biçimde tek bir kitap olarak yayıma hazırlanmıştır – e.n.
[Bu çeviri, Dipnot Yayınları’ndan 2017’de yayımlanan Çağdaş Marksist Kuram #1: Yapılar, Sistemler, Süreçler kitabının giriş bölümünün son kısmıdır. Çeviren: Soner Torlak]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.