Parlamenter mücadeleye uygun bir araç olarak kurulan partiler, bırakalım seçim başarısını, her seçimde haneye yazılan küsurat oylarla solun inandırıcılığını tartışılır kılmaktadır
Parlamenter mücadeleye uygun bir araç olarak kurulan partiler, bırakalım seçim başarısını, her seçimde haneye yazılan küsurat oylarla solun inandırıcılığını tartışılır kılmaktadır. Hatta gelinen noktada, parti olmanın asgari şartlarının bile yerine getirilemediği açığa çıkmıştır
Öncelikle başlıktaki soruya yanıt vereyim. Korkarım rüyadan hiçbir zaman uyanmayacak; korkarım bu rüya hiçbir zaman bitmeyecek. Elbette böyle düşündüren nedenler var.
ÖDP 1996’da kurulmuş. Sosyalist Türkiye Partisi’ni öncülü sayarsak TKP 1992’de siyaset sahnesinde yar almaya başlamış. EMEP ise 1996’da “merhaba” demiş. Onlar kadar eski olmayan HKP, EHP, TKH, HTKP gibi partileri de değerlendirmeye tabi tutarsak, seçim-sandık işlerinde solun bir bütün olarak pek de iç açıcı sonuçlar elde etmediği görülür. Hatta sol/sosyalist partilerin her seçimde bir öncekinden daha az oy aldığı da kayıtlarda yer alıyor.
Örneğin ÖDP, 1999 seçiminde 248 bin 555 oy almış. Katıldığı son seçim olan 2007’de ise 52 bin 145. Tam da bu noktada hatırlatayım: ÖDP 2007’den bu yana yapılan seçimlere katılamıyor. Neden katılamıyor? Bu sorunun yanıtı, her seçimin neden hayal kırıklığı ile sonuçlandığı sorusunun yanıtı ile paralellik arz ediyor. YSK’nın aradığı örgütlenme kıstasını yerine getiremediği için mi seçim dışı kalıyor yoksa daha özel bir nedeni mi bulunuyor bilemiyorum. Tek bir gerçek var: 11 yıldır ÖDP seçimlerde yok.
TKP’nin öncülü olan SİP’in 1999 seçimlerinde 37 bin oy aldığını görüyoruz. TKP ismini aldıktan sonraki ilk seçimde ise 59 bin 515. Komünist Parti 2015 1 Kasım seçimlerinde 53 bin 768 oy almaya muvaffak olmuş. TKP kurulduğundan bu yana hemen her seçime girmiş. Yani seçime katılmak için gerekli olan örgütlenme barajını her seçimde aşmış. Önümüzdeki seçimlere katılacak partiler arasında TKP yer almıyor. TKP hukuksuzluktan söz ediyor, YSK’yı eleştiriyor. Lakin sonuç değişmiyor. 2018 erken seçimlerinde TKP bulunmuyor.
1999’da aldığı 51 bin 752 oyla seçim serüvenine başlayan EMEP, 2011 seçimlerinde 31 bin 577 oyu hanesine yazdırıyor. Daha sonraki seçimlerde HDP’nin namı hesabına seçimlere katılmayan EMEP diğer sol partiler gibi 2018 erken seçimlerinde yok.
2005’te kurulan Halkın Kurtuluş Partisi’ne ise dikkat etmek gerekirse, 2005’te kurulduğunu, 2015 Haziran’da 60 bin 413, 2015 Kasım’da ise 85 bin 113 oy aldığını, önümüzdeki seçime girecek partiler arasında bulunmadığını biliyoruz.
Her seçim öncesi ‘baraj sorunlarının olmadığı’ iddiasında bulunan Vatan Partisi 2015 Kasım’ında 119 bin 196 oy almış. Öncülü olan İşçi Partisi, 1995’te aldığı 61 bin 428 oyla seçim serüvenini başlatmış. Diğerlerinden farklı olarak vatan Partisi 2018 seçimlerine katılmaya hak kazanan partiler arasında yer alıyor.
Sol/sosyalist partilerin Cumhurbaşkanı adayı gösteremeyeceği açığa çıkmış bulunuyor.
Bir başka ifade ile hemen bütün sol partiler örgüt barajına takılmış durumdadır ve Cumhurbaşkanı adaylığı için gerekli 100 bin imzayı toparlayabilecek gerçeklikleri yoktur.
Ancak rüya devam etmektedir.
Yukarıdaki verilerin mutlaka siyaseten izahı bulunuyor. Yani herkesin şapkasını önüne alıp düşünmesini gerektirecek yeteri kadar veri karşımızda duruyor. Bu durumun nedenlerini tartışmak elbette partilerin uhdesindedir. Bizim dışarıdan yorum yapmamız, partileri için emek veren insanlara saygısızlık olacaktır. En fazla birkaç noktaya temas etmekle yetinebiliriz.
Durum vahimdir; örgütsel, kadrosal, kitlesel açıdan geriliğe, güçsüzlüğe işaret etmektedir.
Parlamenter mücadeleye uygun bir araç olarak kurulan partiler, bırakalım seçim başarısını, her seçimde haneye yazılan küsurat oylarla solun inandırıcılığını tartışılır kılmaktadır. Hatta gelinen noktada, parti olmanın asgari şartlarının bile yerine getirilemediği açığa çıkmıştır. Daha da kötüsü, başka bir gerçeklik varmışçasına yaratılan algı –taraftarlarını güçlü olduğuna inandırma- çözümü iyice zorlaştırmaktadır.
En güçlü olduğu alanda –seçim- burjuvaziyle karşı karşıya gelmeyi göze almak açık ki tarifi zor bir taktisyenliktir. Gezi’de façasını aldığımız adamların, ilk seçimde façalarını düzeltmesi ve hatta bizim façamızı alması, bundan sonraki hayatımızın nasıl tanzim edilmesi gerektiğinin açık ifadesidir ki, bu ifadenin sol partiler üzerinde yeterli etkiyi yaratamamasını anlamak mümkün değildir.
90lı yılların ilk yarısını baz alırsak sol/sosyalist partiler hemen her seçime girmekte ve hepsinden hayal kırıklığı ile ayrılmaktadır. Kaldı ki, parti-seçim işlerine bulaşmayanların da örgütsel, kadrosal, kitlesel açıdan aynı kaderi paylaştığı aşikârdır. Bu nedenle sorunun salt mevcut sol partilerle sınırlı olmadığı bilinmektedir.
Sahici, meşru bir hareket yaratılmadığı sürece, seçimler sol açısından moral bozucu ve dağıtıcı olmaya devam edecektir.
O halde soru şu: Seçim-sandık işlerine uygun programın, kadro anlayışının ve mücadele tarzının terk edilip mahiri olduğumuz “işlere” yönelme yolunda neden adım atılmıyor?
Bu soru tabi ki önemlidir. Ama daha önce sorduğum ve ne yazık ki ikna edici yanıt alamadığım şu soru en az yukarıdaki kadar önemlidir: Türkiye tarihinin görüp göreceği en gelişmiş ve en yaygın kitle ve kadro ilişkisine sahip Devrimci Yol hareketi, neden sadece Fatsa’da –hatırladığım birkaç küçük örnek daha var- seçimlere girmiştir?
Devrimci Yol “işine” bakmış, haliyle de seçim formalite haline gelmiştir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.