Düşlediği bir geleceği olmayanın kuracağı bir gelecek de olamaz. Gelecek hayalini, geleceğin kendisinin yerine koymadan, fütürizmin enerjisinden yararlanabiliriz diye bir çözüme ulaşmak mümkündür bizce Fütürizme Soldan Bir Yaklaşım ve Gelecekte Sosyalizmin Olanaklarını Görmek Stephen Hawking ya da Michio Kaku gibi bazı tanınmış bilim insanlarının ve fütüristlerin yorumlarında ilk bakışta göze çarpan ortak iki tema yer […]
Düşlediği bir geleceği olmayanın kuracağı bir gelecek de olamaz. Gelecek hayalini, geleceğin kendisinin yerine koymadan, fütürizmin enerjisinden yararlanabiliriz diye bir çözüme ulaşmak mümkündür bizce
Stephen Hawking, Michio Kaku
Stephen Hawking ya da Michio Kaku gibi bazı tanınmış bilim insanlarının ve fütüristlerin yorumlarında ilk bakışta göze çarpan ortak iki tema yer almakta. 1) Özel mülkiyete dayalı kapitalist sistemin sonsuza dek var olacağı. 2) Dünyanın geleceğine dair sinir bozucu bir karamsarlık. Geleceği kuracak olanlara da bu gerçeklere göre hareket etmeleri bu görüş sahiplerince ısrarla salık verilmektedir.
Aslında ikinci temanın ilkinin sonucu olduğu düşünülürse dünyanın en önemli kafalarının tek bir gerçeklik eksenine hapsolduğunu söylemek mümkün: Burjuva ideolojisi. Bu ideoloji ve onun ekonomik sosyal ve kültürel yaşamımıza olanca ağırlığıyla yaslanmış hegemonyası günümüz aydın ve düşünürlerinin büyük bir çoğunluğunun yörüngesinde dolandıkları ana ekseni oluşturmaktadır.
Bu düşünce eksenindeki kahinler diyor ki: Dünya yakın bir gelecekte yaşanmaz olacak öyleyse kendimize yeni bir dünya bulalım. Neden? Çünkü kapitalist düzen (kaçınılmaz ve tek alternatif) aşırı kar hırsıyla dünyayı mahvediyor. İklim değişikliği ve giderek yaygınlaşan açlık, susuzluk ve kitlesel göçler bu hırsın ürünü. Fakat bütün ülkelerin temsilcileri bir araya gelip havanda su dövmekten öteye gidememekteler. Hatta bu sorunları daha da büyütecek politikaları uygulamaktan kaçınamadıkları, kaçınmadıkları gerçeğini de buna eklediğimizde geriye tek bir çözüm kalıyor; dünyayı terk etmek. Peki diyelim ki böyle bir seçenek kaçınılmaz oldu. Tüm insanlığın bu seçeneğe dahil olması mümkün mü?
2012 adlı sansasyonel Hollywood filmini bu soruya verilen bir yanıt olarak da düşünebiliriz,insanlığın kötü senaryoya alıştırılması olarak da.
Filmi izlemeyenler için kısa bir özet geçelim: Dünya Maya takviminde de öngörülen büyük bir iklim felaketiyle yüz yüzedir. Dünya üzerindeki tüm karalar okyanusların altında kalacaktır. Bunun farkına varan Dünya liderleri Himalayalar’da inşa edilecek birkaç devasa gemiyle medeniyetin devamını garanti altına almaya çalışmaktadır.Kurtarılabilecek olanların sınırlı olması yüzünden bu plan “karar vericilerin” izin verdikleri dışında tüm dünya halklarından gizlenmektedir.
Konumuza dönecek olursak; filme göre kurtarılacak olanlar yalnızca “elitler” çünkü ancak onlara yetecek kadar yer var. Değersiz olanların ayıklanması ise insanlığın bekası için elzem.(İşte size en uç uygulamalarının Hitler faşizminde gözlendiği Sosyal Darwinizmin en ala güncel versiyonu!)Ama işte “filmin koptuğu” yer de tam burası. Çözümün kurtarmayı öngördükleri kişiler sorunun bizzat mimarları iken (emeğin sömürüsü üzerinden geçinen kapitalistler ve onlara bu konuda yardımcı olan askeri ve sivil bürokrasi) sorunun oluşumunda en az etkisi olanlar ise çözümde akla dahi gelmeyenler: İşçi ve emekçiler. Senaryonun mantığını takip edecek olursak gemilerin inşasında yer alan işçilerin bile ancak belki küçük bir kısmına üçüncü beşinci sınıf kamaralarda yer verilecek ki gemilerdeki zenginlere hizmet edebilsinler. ABD başkanının gönüllü fedakarlığı (son ana kadar görevinin başında kalması ve ölümü kucaklaması) ve (her nedense) “Rus” asıllı bir sonradan görme milyarderin gemiye binememesi vb. ise tüm bu acı gerçeği gizlemek ya da olmadı yenir yutulur kılmak için senaryoda yapılmış bariz bazı rötuşlar.
Hadi diyelim ki bu film bir Hollywood klişesi. Elon Musk’ın insanlığın kurtuluşu için öngördüğü “Mars Kolonisi Projesi “de bundan farklı işleyebilir mi? Oraya gidecek ilk kolonistlerin belli bir alanda uzmanlaşması bir dereceye kadar kabul edilebilir tabii. Ama diyelim felaket anı yaklaşıyor ve gideceklerin listesi genişletilecek; ilk sıraya kim yerleşir? İşçi Michel mi? Milyarder Michael mi? Projenin sürdürülebilir olması açısından finansal desteği verebilecek olanlara öncelik verilmesi sizce de mantıklı değil mi?
Bütün fütüristler bu kadar karamsar tablolar çizmiyorlar elbette. Örneğin Michio Kaku yapay zekanın ve robotların yaygılaşmasının yol açacağı işsizlik sorununa dair öngörülerde bulunurken daha iyimser.
“Kendini tekrarlayan işler yani brokerlik, acentelik gibi meslekler robotlar tarafından yapılacak. Ama çöpçülük, bahçıvanlık, polislik, inşaat işçiliği gibi meslekler gelecekte hep olacak. Yaratıcılık, hayal gücü gerektiren konularda robotlar çalışamayacak”* diyor Kaku.
Rutin kafa emeğinin robotlara devredileceği öngörülürken rutin kol emeği nedense insanlara layık görülüyor. Nitelikli kafa emeği ise en ayrıcalıklı yere oturtuluyor. Oysa bugünkü otomatizasyon dikkate alınırsa kol emeğinin rutin uygulamaları robotlara devredilmeye başlandı bile. Seri üretimin olmadığı yerlerde kol emeği açısından; insan işgücünün, robot işgücünden daha ucuza geleceğini düşünüyor olmalı Michio Kaku. Plansız anarşik üretim tarzının hakim olduğu, emek arz ve talebinin vahşi piyasa koşullarınca belirlendiği bir ortamda (kapitalizm) çok da yanlış sayılmaz elbette bu çıkarım. Bay Kaku utangaçlığı bırakacak olsa; mühendislik, doktorluk, avukatlık gibi kafa emeğince icra edilen ama uygulama (tatbiki) yönü ağır basan mesleklerin de zamanla yapay zeka tarafından devralınacağını söyleyebilirdi ama bu noktada infial uyandırmak istemiyor belli ki.
Jacque Fresco’nun önderlik ettiği Venüs projesi gibi daha insancıl ve daha toplumcu yaklaşımlar da var elbette. Fakat bu yaklaşımlar da ister eylemsel bir örgütlülük sergilesin, isterse bir örgütsüz karamsarlık kaynağı olarak kalsın, insanlığın kurtuluşunun yalnız ve yalnız bilim ve teknolojide yattığını dolayısıyla tüm yönetimin teknokratlara bırakılmasını savundukları noktada toplumsal dönüşümün mantığını kavramaktan uzaklaşırlar. Dolayısıyla burjuva kültürünün bir zenginliği olarak kalmaya mahkumdurlar.
Tabii fütürizme “bilim ve teknoloji “ camiasınca yapılan bu katkıları sayıp da sanat cephesini unutmak haksızlık olur.
George Orwell‘in 1984 adlı romanı ve “Büyük birader seni gözlüyor” mottosuyla en geniş kitlelere ulaşma fırsatı yakalayan “Distopya Edebiyatı“ sanat camiasınca olaya en hatırı sayılır katkıların sunulduğu alandır. Bu edebiyatın ortak noktasını da geleceğe dair karamsar bir eleştirellik oluşturur.Ve iş, bilim ve teknolojinin inkarına kadar götürülür. Bilim kurgu filmlerine senaryo yazanların çiğnemekten asla vazgeçmeyecekleri bir sakızdır bu tema. Edebiyatla hiç alakalanmayacak,mümkün en geniş kitleye canhıraş bir şekilde servis edilmesi ise yalnızca kar güdüsüyle açıklanamayacak bir fenomendir. Hollywood’un elbet bir bildiği vardır.
Enseyi bütünüyle karartmayalım. Sınıfsal ayrımların ayrıntısıyla korunmasına özen gösterilen ve hatta çeşitli iktidar savaşlarıyla derinleştirilen, adeta binlerce yıl sonrasında galaksi düzeyinde yaşanan bir ortaçağı hatırlatan Star Wars** adlı bilim kurgu serisini bir kenara bırakalım. Savaş sonrası iyimserliği içerisinde ve sosyalizmin dünya çapındaki prestijinin henüz yıpranmadığı koşullarda çekilen Star Trek*** adlı bilim kurgu dizisine odaklanırsak; insanların her tür anlamsız savaşı geride bıraktığı, bilim ve teknolojinin tüm insanlığın refah ve mutluluğuna hizmet ettiği bir gelecek hayali ile bu dizi bir tür sosyalizme işaret etmekteydi.
Öte yandan MichioKaku ve diğer fütüristlerin dile getirmekten oldukça hoşlandıkları Kardashev ölçeğindeki Tip I, Tip II, Tip III türü uygarlıkların başlangıç noktası bir tür Gezegen Birliği’ne işaret etmektedir. Sınıfların varlığında bunun olabilmesi pek mümkün olmadığına göre (Birleşmiş Milletler bunun neden olamayacağının en bariz kanıtıdır.) sosyalist bir toplumu dolayımlamaktadır.
Fütürizm her ne kadar İtalya’da burjuva bir düşünce biçimi olarak doğsa ve yer yer faşizan tınılara bürünse de gelecek ile ilgili sosyalist bir perspektif ve iyimserliğin hüküm sürdüğü ekim devrimi koşullarında, ilk elde akla gelen Mayakovski gibi bir kısım sosyalist düşünür ve sanatçının da enerjisini besleyen bir akım oldu. Ancak belirtmek gerekir ki fütürizm tüm enerjik yapısına rağmen sosyalizmin anavatanında bir ana akım olamadı. Devrim ateşinin küllenmesiyle eşgüdümlü olarak da sönümlendi. Bunun nedeni sosyalistlerin geleceği düşlemekten çok onu inşa etmekle ilgilenmeleri olsa gerektir.
Yine de burada bir çelişki var gibidir: Düşlediği bir geleceği olmayanın kuracağı bir gelecek de olamaz. Gelecek hayalini, geleceğin kendisinin yerine koymadan, fütürizmin enerjisinden yararlanabiliriz diye bir çözüme ulaşmak mümkündür bizce.
Bu açıdan güncel gelişmeleri maddeler halinde kısaca irdelemek faydalı olacaktır.
A. İnternet, yapay zeka, robot teknolojisindeki gelişmeler temel bir çelişkinin çözümüne çok yaklaştığımıza işaret etmektedir: Kafa ile kol emeği arasındaki çelişkinin. Eğer konu kar eksenli değil genel toplumsal refahın gelişimi açısından düşünülürse eğitim, sağlık, ulaşım vb. alanların düşük maliyetli ve tüm topluma dönük nitelikli bir hizmete olanak verebilecektir. İyi bir şehir planlaması ve otomatizasyon ile kentsel hizmetler de (çöpçülük, tamir bakım vb.) insan kol emeğine bağımlı olmaktan çıkacaktır. Tüm bu gelişmelerin nihai noktası gerek kol gerekse niteliksiz kafa emeğinin bir artı değer ve sömürü aracı olmaktan çıkması ve zorunlu işlerin insan etkinliğinden dışlanmasına bağlı olarak insanın yalnızca gönüllü ve yaratıcı etkinliklerle ilgilenmesidir.
B. İlk maddeyle doğrudan ilişkili olarak, işin tanımını değiştirdiğiniz ve nitelikli insan profilini tüm insanlık sathına yaydığınız zaman; işsizliğin tamamen ortadan kalkacağı öngörülebilir. Ki bu da aslında, işsizliğin; buzdağının görünen yüzü olarak gizlemeye hizmet ettiği daha temel ve büyük bir soruna ”işgücüne katılım”daki düşüşe gerçek bir çözüm olacaktır. Türkiye koşullarında iş gücüne katılım oranı resmi verilere göre %50’lerin altındadır! Türkçesi nüfusun yarısı atıl durumdadır ve bir yarısı diğer yarısına bakmakla yükümlüdür. Büyük şehirlerde mesai saatlerinin ortasında bile gözlenen aylak insan kalabalığı bunun sonucu olsa gerektir. İşgücüne katılımın olası en yüksek seviyeye çıkarılabilmesi; işsizlik, yoksulluk gibi sorunlara da bu sorunlara beyhude bir çözüm gibi sunulan “temel vatandaşlık geliri” gibi çözüm arayışlarına da son verecektir.
C. Uluslararası kapitalist rekabet insanlığın maddi ve manevi olanaklarını oldukça sınırlamaktadır. Bunun ilelebet böyle gidemeyeceği, insanlığı ilgilendiren önemli ve büyük projelerde bu sınırlamaları aşmak için gösterilen gayretler, gidilmesi gereken yönü işaret etmektedir. Uluslararası Uzay İstasyonu, Atomik araştırmaların yapıldığı CERN, gökyüzü ve yeryüzüne kurulan büyük teleskop projeleri, Fransa’da kurulmuş olan Nükleer Füzyon Araştırma Reaktörü vb. girişimler yalnızca maddi külfetleri açısından değil ihtiyaç duydukları entelektüel sermaye açısından da bencil ulusal çıkarların bir tarafa bırakılmasını gerektirmiştir. Ama insanlığın ve hatta yaşamın geleceğini ilgilendiren konularda, daha hızlı ve daha verimli çözümler kapitalizmin mecbur kıldığı bürokratik engellerin aşılmasını beklemektedir
D. Özellikle iklim değişikliğinin insanlığı ve dünyayı tehdit ettiği günümüzde; enerji ve gıda gibi temel önemdeki konuların çözümü, dünya yaşanmaz olmadan olabildiğince etkin ve hızlı bir tutum almayı gerektirmektedir. Donald Trump yönetiminin politikalarında (Paris İklim Anlaşmasından çekilmek vb.) kristalize örneğini gördüğümüz, kapitalist düzene ait siyaset yapma tarzının belirlediği koşullarda bu konuya kalıcı ve hızlı çözüm üretilmesi mümkün görünmemektedir.
Son söz olarak; Gezi Direnişi’nin öğrettiği gibi mesele ne tek başına bir ağaç meselesidir ne de iklim meselesi. Mesele tüm bu sorunları da çözümünü de içinde barındıran bir sınıf savaşımı meselesidir.
Dipnotlar:
*Habertürk Gazetesi; Dünyaca Ünlü Fütüristten İnanılmaz Kehanetler (05.04.2016)
** İlk filmi 1977’de gösterime giren Bilim Kurgu film serisi.
***1966 yılında yayınlanmaya başlayan Bilim Kurgu Dizisi
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.