Oyuncular Sendikası’ndan Eda Çatalçam ve Taner Rumeli ile konuştuk
Oyuncular Sendikası’ndan Eda Çatalçam ve Taner Rumeli ile konuştuk: “Gel korkma. Gel, burası senin yerin; senin sendikan. Senin mücadele alanın. Senin haklarını korumak için var burası. Sen ne kadar dahil olursan burası da o kadar güçlenir”
Oyuncular Sendikası yönetiminden Taner Rumeli ve Eda Çatalçam ile sendikanın faaliyetleri ve Türkiye’de oyuncu olmak, oyuncuların hakları üzerine konuştuk. Rumeli ve Çatalçam, yıllardır oyuncuların da birer işçi olduklarının hem yasalarda hem de kamuoyunda kabul edilmesi için çalıştıklarını anlatıyor.
Oyuncuların çalışma koşulları ve hakları konusunda “Sözleşmeleri görseniz dudağınız uçuklar” diyen oyuncular, sendika olarak oyuncuların zaten var olan haklarını korumak için çalışmalar yaptıklarını anlatıyor.
Kadın tiyatro oyuncularının TBMM’de sahneye çıkmasının engellenmesi içinse Çatalçam “Tabii ki kadınlar sahnede olacak. Biz tabii ki sahnede olmaya devam edeceğiz. Ama bunu söylemek durumunda bırakılmak bile talihsizlik” diyor, Rumeli de ekliyor: “Burada benim en çok önemsediğim şey reaksiyon gösterebilme kabiliyeti. Biz korkmadığımızda, doğru tepki ile refleks gösterdiğimiz zaman bunun olumlu sonuçlarını da alıyoruz. Kadın eylemini de bu açıdan okuyorum.”
Oyuncular Sendikası kurulduğunda neyi hedeflemişti ve bu hedefler göz önüne alındığında şu an nerede?
Taner Rumeli: Yedinci yılı Oyuncular Sendikası’nın. Türkiye’de 1980 öncesi oyuncuların örgütlü mücadelesine ilişkin girişimler vardı. 1990 sonrası Türkiye’de özel televizyonların yayına başlamasıyla sektörde yeni dinamikler ortaya çıktı ve yepyeni bir sektörleşme oluştu. Bu sektörleşme içinde oyuncular uzunca bir süre sahipsiz kaldı. Mehmet Ali’nin (Alabora) katkılarıyla oyuncuların örgütlenmesi, sendikal mücadeleye girmesi ve işçi olmaları mücadelesi üzerinden bir hareket başladı. İlk başladığı dönemde çok ciddi bir talep gördü. O zamanın ünlü isimlerinden pek çok kişi sendika kurulur kurulmaz üye oldu. Sendika kurulduktan sonra ilk üç yıl epey bir yol alındı. Bunlardan bir tanesi setlerdeki çocuk oyuncular, çocuk işçiler meselesidir. Yine setlerdeki işçi sağlığı ve iş güvenliği meselesi ile ilgili, meslek tanımlarının yapılması ile ilgili çalışmalar da yapıldı. Şu anda da çocuk oyuncularla ilgili yönetmelik çıkarılması için çalışmalarımız devam ediyor.
Bunların dışında bizim için çok önemli olan bir başka konu da 4/A’lılık üzerine yaptığımız çalışmadır. Yani oyuncunun işçi olması sorunu. Ana problemlerimizden birisi budur; oyuncu işçidir. Türkiye’de şu anda mevcut uygulamaya göre biz oyuncular işçi sayılmıyoruz. Bir işveren gibi defter açmaya, serbest meslek erbabı gibi fatura kesmeye zorlanıyoruz.
Eda Çatalçam: Oyuncular bir Bağ-Kur’lu konumunda. Biz aslında bağlı çalışanken bağımsız işveren konumunda görülüyoruz. Biz işçilerin, hukuki ve maddi sorumluluğunu alması gereken işverenler, bize serbest meslek makbuzu açtırarak bu sorumluluklarından kurtuluyor. Böylece de İş Kanunu’nda yer alan haklarımızdan faydalanamıyoruz. Aslında Taner’in bahsettiği setlerdeki işçi sağlığı ve iş güvenliğiyle ilgili olarak önceki dönem yönetim kurulunda olan arkadaşlarımızın ciddi çalışmaları sonucunda sendika setlerde çalışan biz oyuncuların tehlikeli sınıfta çalışan işçiler olduğunu kabul ettirdi. Bu sektörümüz açısından önemli bir başarıdır.
T. R.: Sendikadan önce, sektörümüz iş güvenliği açısından az tehlikeli sınıf olarak tanımlanıyordu. Sendikamızın kapsamlı çalışmaları neticesinde sektör tehlikeli sınıfına alındı. Bu gerçekten önemli bir kazanımdır ve ayrıca Türkiye tarihinde ilk kez setler çalışma koşulları açısından kapsamlı denetime tabii tutuldu. Bu da sendikamızın verdiği mücadelenin bir sonucudur. Şimdi Çalışma Bakanlığı bir rapor hazırlıyor. Ancak o rapor bize henüz ulaşmadı; beklemedeyiz. Bir taraftan da çalışmalarımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Örneğin Çalışma Bakanlığı, denetmenler, sektör temsilcileri, Uluslararası Çalışma Örgütü ve meslek örgütleri ile beraber bir çalıştay gerçekleştirdik. Bu çalıştaya katılan tüm bilirkişiler, uzmanlar tespit ettiğimiz koşullar altında oyuncu işçidir, bağlı çalışandır görüşünde uzlaştı. Bilirkişiler oyuncu işçidir diyor, yasalar oyuncu işçidir diyor ama hala oyunculara serbest meslek makbuzu açtırılmaya devam ediliyor.
E.Ç.: Burada en kritik şey şu: Biz oyuncuların temel haklarını savunmak için kurulmuş bir sendikayız ve bunun için mücadele ediyoruz. Oyuncuların işçi olarak kabul edilmesi, setlerde işçi sağlığı ve iş güvenliğinin sağlanması, çalışma saatlerinin iş kanununa göre düzenlenmesi gibi pek çok başlık bizim için çok önemli. Neredeyse herkesin oyuncu olabildiği bir dönemde yaşıyoruz. Oyunculuğu, bir meslek olmaktan ziyade kaba tanımıyla “köşeyi dönme” kapısı gibi gören bir algı var. Sendika olarak bizim değiştirmeye çalıştığımız bir algı bu. Mesela oyuncuların çok az bir kısmı için geçerli olan, dizilerden ne kadar çok para kazanıldığı meselesi konuşuluyor. Bizim son yaptığımız araştırmaya göre 15 bin oyuncu var ve bu oyuncuların hepsi kamera önü veya başrol oyuncusu değil. Tiyatro oyuncusu, seslendirme oyuncusu, dansçılar, balerinler, operacılar tüm bunları düşündüğünüzde sektörün 15 bin paydaşının olduğu bir yerde 10 kişilik bir örneklem üzerinden mesleğin değerlendirilmesi mesleğe yapılan en büyük haksızlık. Emeklilik haklarımız, sağlık güvencemiz, çalışma koşullarımız, tek taraflı sözleşmeler gibi gündeme getirilmesi gereken çok daha önemli sorunlarımız var. Ayrıca telif sorunu da var.
T.R.: Daha önce bahsettiğim çalıştayımızda, çalışma ekonomisi ve iş hukuku uzmanı bir profesör çok güzel bir şey söylemişti, hiç unutmuyorum. Serbest bir tartışma ortamında bizi dinledikten sonra baktı ve dedi ki “Arkadaşlar hayretle sizi izliyorum. Bu iş çok kolay aslında. Yasada bu çok açık. Yasa der ki, biri eğer bir yere şu saatte geleceksin diye çağırıyorsa, şu kostümü giyeceksin, şu senaryoyu okuyacaksın, şu saatte yemek yiyeceksin gibi çalışma koşullarını belirliyorsa, üstelik şirketin payına da ortak olmuyorsan yasaya göre açıkça işçisiniz. Bağlı çalışansınız.” Son tahlilde bağımsız bilirkişinin vurguladığı nokta buydu. Yasada bu çok açıkça belirtilmiş. Ülkemizde iş kanunu aslında işçileri koruyan bir kanun ama maalesef bu kanun sektörümüzde pratikte uygulanmıyor. İşverenlerimiz de yasadışılığa başvuruyor ve yasadışılığı normalleştirmeye çalışıyor. Gördüğümüz en büyük problemlerden biri de bu yasadışılığın normalleşmesi durumu. Öyle ki işçinin, oyuncunun kendisi bile bunu içselleştirmiş durumda. Bunun yasadışı bir şey olduğunun farkında değil. Mesleğin bir normu, normal, yapılması gereken bir şey olduğunu düşünüyor. Biz aynı zamanda sanat üretiyoruz. Şöyle bir tartışmanın içinde kalıyoruz: Sanatçı mıyız işçi miyiz? Bu aslında aynı zeminde yapılacak bir tartışma değil. Bizim işçi olduğumuzu belirleyen az önce bahsettiğim çok basit yasal kurallardır. Fakat biz bunu başka bir yerinden değerlendiriyoruz. Bunun nedenini de ben şahsen sınıf bilincinin olmamasına bağlıyorum.
T.R.: Mesela Netflix, Türkiye’ye pazarına giriyor ve diğer ülkelerde uyduğu uluslararası standartları bir kenara bırakıyor. Türkiye’ye gelince buranın standartlarına göre iş yapmak istiyor. Ama seslendirme oyuncusu arkadaşlarımızın Netflix’le çalışan stüdyolar ile yaptığı görüşmeler sonucunda şu anda çok ciddi bir mesafe kat edildi. Seslendirme alanı için Netflix taban ücreti belirlendi.Aslında yine patronun, sermaye sahibinin işine gelir şekilde işliyor düzen. Bunu da bize “Ama işçi misiniz canım siz!” diyerek yansıtıyorlar. Bu tuzağa hem kamuoyu hem tabanımız, oyuncular, düşüyor. Çünkü biz gerçekten manevi yönü yüksek bir iş yapıyoruz. Mesleğimizi icra edebilmek için her türlü gönüllülüğe, her türlü zorluğa, zaten razıyız. Fakat bizim bu razı olma halimiz sanki bir gereklilikmiş gibi kullanılıyor. Bizi maddi olarak sömürüyorlar ama bunu bir gönül sömürüsünün arkasına saklayarak yapıyorlar. Aslında bizim daha çok gönlümüzü sömürüyorlar. Sonraki aşamada da emeğimiz sömürülüyor. Neredeyse fark edemiyoruz bile hangisinden sömürüldüğümüzü.Çünkü “Bu iş böyledir” diyoruz. Ama şunu kaçırıyoruz. Biz işçiyiz!
Peki sendikanın bu yöndeki çalışmalarının faydası oldu mu? Bu algı değişti mi sizce?
T. R.: Bunun sürekli hatırlatılması gerekiyor çünkü sektörde sürekli bir sirkülasyon var. Hatta bu, daha eğitim aşamasında, üniversite aşamasında oturtulması gereken bir algı.
E. Ç.: Hedeflerimizden birisi de konservatuarlardaki oyunculuk bölümü öğrencileriyle bir araya gelmek ve onlara öğrenciyken bu bilinci aşılamaya çalışmak. Bizler, mevsimlik işçi gibiyiz.Belli bir dönem içerisinde çalışıyoruz. O çalıştığımız dönemde yaptığımız iş sürekli ölçülüyor ve bu ölçülen şeyin de tam olarak ne olduğunu bilmiyoruz.O ölçüme göre bir anda aylar boyunca hazırlandığınız bir projenin üç bölüm sonra yayından kaldırılmasıyla karşı karşıya kalıyorsunuz. Bu noktada geliriniz de bitmiş oluyor. Bir sonraki projenin ne zaman olacağı da beli değil. İşini kaybediyorsun, hiçbir güvencen yok.
T. R.: Bir diğer problem de sözleşmelerin yapımcılar tarafından tek taraflı hazırlanmasıdır. Sözleşme örneklerini görseniz dudağınız uçuklar. Kişinin galaksideki haklarını dahi (!) işin süresi boyunca yapımcısına devrettiği, orada bulunmasına ve yapımcının kendisine verdiği talimatlar dışında varlığına ve haklarına dair hiçbir madde bulunmayan sözleşmelerden bahsediyorum. Kölelik sözleşmesi! Bunu abartan bazı yapımcılar var. “Sette ölürsen ve senin ölmen işi aksatırsa doğan zararı mirasçılarından tazmin ederiz” gibi bir maddeyi içeren sözleşmeler var.
E. Ç.: Sendika ve sendikalı olmaya dair olumsuz bir algı var ve biz sendika olarak bunu değiştirmeye çalışıyoruz.
T. R.: Bu yaratılmış bir algı. Türkiye’de sendikalılaşma kabiliyeti zayıflatılmak isteniyor. Örgütlenme her alanda bir problem gibi gösterilmeye çalışılıyor. Sendika göz önünde ve etki alanı geniş bir kurum olduğu için “Bunlar muhalif” vs. denilerek daha da çok hedef gösteriliyor.
Setlerde çalışan diğer işçiler de Oyuncular Sendikası’na üye olabiliyor mu?
T. R.: Sendikamıza performans alanında çalışan herkes üye olabiliyor, figüranlar hariç. Onların alanı başka. Şu konuya geri döneyim, biz temel haklar üzerinde çabalıyoruz ve bunu kendi tabanımıza daha çok anlatma gayesindeyiz. Çünkü onlar bu farkındalığa eriştikçe bir şeylerin değiştiğini görecekler.
E.Ç.: Oyuncu arkadaşlarımıza hep söylediğimiz çok önemli bir şey var. Sektörde haksızlığa uğradıkları zaman biz sendika olarak bunu göremeyebiliriz her zaman. Bu noktada bir sendikaları olduğunu bilmeliler; başvurabilecekleri bir kurum var. Oyuncular Sendikası, sadece haksızlığa uğradığında kendisini evinde yalnız hisseden oyunculara öyle hissetmemeleri gerektiğini söylemek için kurulmuş bir yer belki de… Bir haksızlık karşısında birlikte olabilmek için. Bütün oyunculara tekrar sesleniyorum, sendikanız var burada yaşanılan tüm haksızlıklara dur diyebilmek, ortadan kaldırabilmek için var. Gelin, tüm oyunculara kapımız açık.
T. R.: Tam olarak böyle. Bir korku yaratılıyor ve bunun yıkılması lazım. Yasalar zaten bizi koruyor. Biz olmayan, geçerliliği olmayan bir hakkı talep etmiyoruz. Hakkımız zaten yasal. Gel korkma. Gel, burası senin yerin; senin sendikan. Senin mücadele alanın. Senin haklarını korumak için var burası. Sen ne kadar dahil olursan burası da o kadar güçlenir.
Dizi, sinema, tiyatro oyuncuları çalışma koşullarının yanı sıra politik atmosferden de nasibini alıyor. Kimi zaman hedef gösterilirken kimi zaman da oyunları, filmleri yasaklanıyor. Hatta şimdi kadın oyuncuların TBMM’de sahneye çıkmasının engellendiği, iktidarın propaganda şovlarına katılmayan sanatçıların itibarsızlaştırıldığı bir noktaya geldik. Tüm bu yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz ve bu durum karşısında ne yapılmalı?
E. Ç.: Biz göz önünde olan ve kamuoyunu çok etkileyebilen bir kesimiz. Bu, baktığımızda tarihin her döneminde de görülebilen bir şey. Dünyada her dönemde zorluklarla karşılaşıldığında tiyatronun ne kadar etkili bir güç olduğunu özellikle sanatçıların bu anlamada kitleleri ne kadar etkileyebileceğini biliyoruz. Kadınların sahneye çıkarılmama meselesinin talihsiz bir durum olduğunu düşünüyorum. Buna dair söyleyeceğimiz şeyleri sahnede “100 kadın 100 replik” etkinliğimizle de dile getirdik. Tabii ki kadınlar sahnede olacak. Biz tabii ki sahnede olmaya devam edeceğiz. Ama bunu söylemek durumunda bırakılmak bile talihsizlik. Ben bunun neden olduğunu ya da niye bu şekilde yapıldığını bilemem. Çok parametre var.
T. R.: Bunu iyi niyetle mi kötü niyetle mi yaptılar tartışması var evet. Ama son tahlilde bu bizi ilgilendirmez!
E. Ç.: Evet, bir hata da yapılmış olabilir. Ama bu iyi ya da kötü bir sonuç doğuruyorsa bu sonucu üstlenmek, etkilerini fark edip buna göre davranmak gerekiyordu.
T. R.: Ama bunun için aydın bir bakış açısı, ideolojik bir farkındalık, felsefi anlamada da daha geniş bir bakış açısı gerektiğini düşünüyorum.
E. Ç.: Eğer kadın oyuncular buna dair bir tepki gösteriyorsa burayı bir düşünmek gerekiyor. Ortada rahatsız olunan bir durum var. Bunu dikkate almak gerekiyor. Çünkü bizlerin, hem sanatçılar hem de bu ülkede yaşayan kişiler olarak sonuçlarının bizi etkilediği yerde dikkate alınmayı talep etme hakkımız var.
T. R.: Diğer taraftan, ben bir yanlış anlaşılma, talihsizlik olduğunu da düşünmüyorum. Bazı şeyler göründüğü gibidir. Bu iş de göründüğü gibi. Ne görüyorsak o. Yaşanan olayın görüntüleri var. Bütün teyitleri aldık; bilgileri de paylaştık. Eda’nın bahsettiği nokta gerçek bir sosyal devlette herkesin üstüne düşen bir sorumluluktur. Bunun için zaten bir aydınlanma gerekiyor. O aydınlanmanın halihazırda yaşanmadığı bizim gibi ülkelerde sonuçlar herkesi etkiliyor. Burada benim en çok önemsediğim şey reaksiyon gösterebilme kabiliyeti. Biz korkmadığımızda, doğru tepki ile refleks gösterdiğimiz zaman bunun olumlu sonuçlarını da alıyoruz. Kadın eylemini de bu açıdan okuyorum. Durumun sonuçlarına baktığımız zaman mutlaka tepki gösterilmesi gerekiyordu ve çok ciddi bir toplumsal refleks oldu. Çok seviniyorum, kadın sorunlarına ilişkin bu hep de böyle oluyor. Müthiş bir şey. Dünyayı kadınlar kurtaracak bana sorarsanız! Taner Rumeli olarak benim beyanım bu yönde. Dünyayı kadınların örgütlenmesi ve bu kalabalık mücadeleye katılması değiştirecek.
E. Ç.: Kadınlar ya da korkutularak toplumun gerisinde bırakılması istenen bütün o toplam için söylüyorum: Korkmayalım, oturalım tartışalım. Benim dört yaşında bir kızım var. Kızım üzerinden pek çok şeyi yorumlayabiliyorum. Ben ona ne kadar çok yasak koyarsam kızım o yasakları delmenin başka bir yolunu buluyor. Ama ben onunla gerçekten aynı düzlemde, eşitlikte, ona nedenleriyle birlikte bir şeyi açıklamaya başladığım anda bunu anlıyor. Anladığı yerde benimle bir dil kurmaya başlıyor. Diyeceğim şu: Aynı seviyeye gelmemiz, aynı düzlemde olmamız gerekiyor.
T. R.: Ben de öyle düşünüyorum. Ama burada da artık şöyle bir şey yapmak gerekiyor. Benim gibi olan bir sürü insan var. Benim gibi olan insanlarla temas edersem, yalnız olmadığımı anlarsam korkacak bir şey olmadığını da anlarım. Ben korkmazsam bir şeyleri değiştirme kabiliyetim olduğunu da görürüm. Bunlar kademe kademe olacak şeyler; hemen olacak şeyler değil. Biz tabii istiyoruz ki mesela bu tip talihsiz vakalar bir daha yaşanmasın. Nasıl yaşanmayacak peki? Reaksiyon göstereceksin, yaşanmayacak. Yalnız olmadığımızı görebileceğimiz çok sayıda sivil toplum kuruluşu, sendika, çalışma alanı türlü türlü örgütlenme biçimi var. İnsanların mutlaka bunu değerlendirmesi gerekiyor. Biz de burada, kendi alanımızda buna çağırıyoruz. Bugün en çok yalnız olmadığımızı hissetmeye ihtiyacımız var. Tartışmayı buradan bir daha başlatmak gerektiğini düşünüyorum. Bir gelin, tanışalım, tutunalım, bir arada olduğumuzu görelim. Kaç kişiymişiz bir bakalım ve beraber hareket edelim. Örgütlenmenin güzelliği, lezzeti ve gücü çok şeyi değiştirebilir. Bazı kavramlar, bazı söylemler tarafından kirletilmiş. Bunlardan biri de örgütlenme. Ancak gerçek elbette böyle değil. Örgütlenme çok basit bir kavramdır. Kendin gibi olanı bulduğun, onunla beraber ortak bir amaç için beraber mücadele ettiğin, onun zevkini, keyfini yaşadığın, sıkıntısı olduğunda sıkıntısını paylaştığın bir toplamdır örgütlenme. Bunu tekrar anlatmak lazım. Biz kendimiz gibi olanın ihtiyacına bakıyoruz ve bunlar örtüştüğünde o paylaşım, iyilik ortaya çıkıyor zaten. Biz daha mutlu nasıl oluruz diye düşünüyoruz. Oyuncu arkadaşımızın iyiliğini, güvencesini, emekliliğini, hasta olduğu zaman sahip çıkılabilmesini, sette başına bir kaza geldiğinde yanında olunmasını düşünüyor ve örgütlüyoruz.
E.Ç: Hani haber bültenlerindeki dramlar var ya; “Yeşilçam’ın ünlü oyuncusu şimdi…” diye. Bunları yaşamamak için çalışıyoruz.
T.R: Gerçek bunlar elbette. Biz bu ülke için de iyi şeyler olsun istiyoruz. Talebimiz, hepimiz için ortak iyinin peşine düşmek. Hani eşitlik ile adaleti anlatan bir karikatür vardır ya, kimse bizim göz hizamıza inmiyorsa biz altımıza bir tabure koyalım, onların göz hizasına çıkalım. Korkmaya gerek yok
E.Ç: Bizim işimiz insanı anlamak, biz oyuncuyuz. Biz insanın bir davranışının ardındaki nedeni sorgulamaya çalışıyoruz. Biz insana “senden nefret ediyorum” derken aslında bunun insanın iç dünyasında nasıl bir his uyandırdığını anlamaya çalışıyoruz. Belki de “en çok beni sev” dediğini anlamak için bu işi yapıyoruz. Biz insanı tanımak, algılamak, yargılamadan anlamak için buradayız. Bedenimizle, var oluşumuzla. O nedenle biz, kendimizden farklı insanla eşit olmaya çalışıyoruz. Bize zarar verene tepkimizi gösterirken de tek amacımız eşitlik.
T.R: Ortak iyinin tarihi böyle olagelmiştir. İnsanın iyiliğini düşünüyorsan, zaten bir kere meseleye önce sadece kendin için bir şey istemeyerek başlaman gerekir. Eşitlemeye buradan başlamak gerek. Sendikanın söylemlerinden biri de bu. Karşı taraf “başroller, şu kadar para alıyorlar” diye yürütüyor tartışmayı. Gerçekten o paraları alan 10 kişi vardır. Diyorsun ki, “oyuncu işçi olmalıdır” buna karşı çıkanlar da “şu kadar parayı alamazsın o zaman” diyor. Yahu hayatını bu sektörden kazanacağı küçük miktarlara bağlayan milyon tane oyuncu var. Bu bir algı yönetimi işte. Ortak iyilik böyle bir şeydir. Başkası için bir şey yapabilme, elini taşın altına koyma gerekliliği. Gerçek ezilenin duygusundan başlamak ve oradan yukarı çıkmak lazım.
E.Ç: “Komşun açken tok yatamazsın”. Biz ortak iyiliğin kendisinden başkasını fark edebilmek olduğunu düşündüğümüz için, “keşke herkes o noktada ortaklaşabilse” dediğimiz için mücadele veriyoruz.
T.R: Biz bugüne kadar milyonlarca defa konuşulmuş bir şeyi konuşuyoruz aslında ama algı operasyonlarıyla kirletilmeye çalışılıyor bu mesele. Her şey retorikle yakından ilgilidir. Bazı şeyleri ise sürekli söylemek gerekir. Kadınların özgür olduğunu sürekli söylemek gerekir örneğin. Bunun için kadınlar yıllarca mücadele etti, öldü, kan aktı, bedel ödedi. O insanların sorumluluğunu almak bugün bizim de sorumluluğumuz. Sendikal mücadele de öyle. Yüzbinlerce insan bunun için öldü, savaştı, mücadele etti. Bizim sorumluluğumuz tekrar hatırlatmak. Yarın biz burada olmadığımızda, biz gidip yerimize biri geldiğinde, bunlar yine hatırlatılacak. Dünya hep bu düzende akmış. Birileri hep hak istemiş, diğerleri hep pasta yemiş, pastadan pay vermemek için diğerlerine baskı kurmuş. Terazi ters döndüğünde kan dökülmüş, bedel ödenmiş. Bunu sürekli hatırlatmak da aydın sorumluluğumuzdur. Herkesi de iyi olan için emek koymaya, asgari yaşamsal bir ortaklaşma için emeğini koymaya çağırıyoruz. Bir de bu mücadelede omuz omuza vermek öyle keyifli ki. Bu ortaklaşmanın basit yolları var. Örneğin, korkmamak ve otosansür uygulamamak.
E.Ç: Hepimizin içini titreten Yaşar Usta’yı neden seviyoruz? Çünkü erke aynı mesafeden, aynı göz hizasından bakabiliyor. Kimseden korkusu yok. Ne diyorsa onu diyecek kadar cesur. O yüzden seviliyor. Aslında ihtiyacımız olan tek şey aynı mesafeden konuşabilmek, korkmadan haddini bilmeden.
OYUNCULAR SENDİKASI: 1 MAYIS’TA SETLERDE, SAHNELERDE, STÜDYOLARDA DEĞİL, MEYDANLARDAYIZ!
Fotoğraflar: Hakan Bintepe
Söyleşi: Aylin Kaplan
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.