Bağımsız gazeteci Mickaël Correia, yayımladığı Futbolun Popüler Tarihi adlı kitabında, meşin yuvarlağın bir yüzyılı aşan bozguncu ve siyasi öyküsünü anlatıyor
19.yüzyılda, futbol İngiliz burjuva gençliğine birtakım değerler aşılama aracı olarak devlet okulları tarafından kodlanmıştır (rekabetçilik ruhu, erkeklik, otoriteye saygı). Bu gençler sonra futbolu işçileri oyalamak için bu değerleri de aktararak öğrettiler fakat sonra bu kendi aleyhlerine döndü
Futbolun Popüler Tarihi ile M. Correia meşin yuvarlağın alternatif ve siyasi bir günlüğünü sunuyor. Yazar, futbol-sektörünün aksine, bu sporun bir yüzyıldan fazladır nasıl dünyanın dört bir köşesinde bir özgürleşme ve protesto aracı olageldiğini anlatıyor.
Bu kitap futbola basmakalıp görüşlerle bakan ve futbolu “halkın afyonu” olarak ele alanlara karşı bir tür top çalma gibi görünüyor.
Mickaël Correia: 1970’li yıllarda, radikal toplumbilimci Jean-Marie Brome tarafından desteklenen ve özgürlükçü çevrelerden kaynaklanan eleştirel bir kuram, küçümser bir şekilde, işçilerin futbolda fabrikada var olan işbölümünü gördüklerini açıklıyordu. Fakat hayır, işçiler futbol oynuyordu çünkü bundan zevk alıyorlardı. Daha genel olarak, gevşek, şoven, kavgayı seven bir taraftar ve milyonlar kazanan aptal oyuncu tasviri de söz konusu. Bu basmakalıp tasvirler, uzun yıllar boyunca sayısız akademik çalışmada, sporun toplumsal ve siyasi işlevi üzerine yapılan tartışmalarda ve futbol kültürü üzerine yayımlanan dergilerde tüketilegeldi. Futbol özünde bir popüler kültür ve bir toplumsal etkinliktir.
Futbolun “sanayinin önde gelenleri tarafından işçileri denetlemek ve onları toplumsal mücadelelerden uzak tutmak için tasarlandığını” söylüyorsunuz.
19.yüzyılda, futbol İngiliz burjuva gençliğine birtakım değerler aşılama aracı olarak devlet okulları tarafından kodlanmıştır (rekabetçilik ruhu, erkeklik, otoriteye saygı). Bu gençler sonra futbolu işçileri oyalamak için bu değerleri de aktararak öğrettiler fakat sonra bu kendi aleyhlerine döndü. 1874’den itibaren işçiler cumartesi öğleden sonra çalışmama hakkı elde ederler. Genelde kırsal göçten kaynaklanan işçi sınıfı toplumsal birtakım göstergelere gereksinme duyar. Cumartesi öğleden sonranın tatil olmasıyla, işçiler “pub”lara gider gibi statlara giderler. Fabrikasını temsil eden kulübü desteklemek gurur ve aidiyet duygusunu geliştirir ki bu da sınıf bilincini oluşturarak 19. ve 20. yüzyılın toplumsal mücadelelerinin fitilini ateşleyen şeylerden biri olur.
Paradoks ise futbolun ticarileşmesinin ilk ölçülerinden biri olan profesyonelleşmenin işçilerden gelmesidir.
Doğru. Küçük bir bilet karşılığında patronlar işçileri işe alırlar. İşçiler 1871’den itibaren İngiltere Kupası ve 1880’den itibaren de 1. Lig için giderek daha fazla antrenman yapmak zorunda kalırlar. 1907 yılında Manchester’da bir sendika kurulur ve futbol işçileri kendilerinin bir ücret, sendikalaşma hakkı ve yardımlaşma sandığı karşılığında çalışanlar olarak ele alınmasını isteyerek greve başlarlar. İngiliz Futbol Federasyonu bundan korkar çünkü Manchester United en iyi takımlardan biridir. Amatörler ile profesyoneller arasındaki bu bölünme 1930 yılına kadar hep tartışılır. Kulüp ve federasyonu elinde tutan aristokratlar için, futbol amatör kalmalıdır ve bir ücret ödemek kirli bir iştir. Sonra, kişisel onuru öne çıkaran şövalyelikten kaynaklanan fair-play etiği vardır. Oysa işçiler için ise bir halk etiği söz konusudur ve pas ile yarışma ve kolektif dayanışma üstlenilir. Pas, işçi dünyasına özgü yardımlaşmanın hareketidir.
Taraftarlar da toplumsal bir rol oynuyorlar. 2011 Arap Baharı’nda, Ahlawy takımının sadık taraftarları [ultralar] Mısır devriminin tam da merkezindeydiler.
1970 yıllarında İtalya’da otonom aşırı sol gruplardan doğan ultra kültürü, kulüp yönetimine karşı sert bir bağımsızlık kültürü, finansal özerklik, anonimlik kültürü ve statları harekete geçirme kapasitesiyle kendini gösteren radikal bir taraftarlıktır. Bu uygulamalar yoluyla, ultralar Arap baharının önemli öğelerinden biri olurlar. İlk zamanda, Mübarek rejiminin sıkı denetiminden kurtulurlar ve statlarda onu düşmanca sloganlarla eleştirirler. Tunus’ta da durum aynıdır ve Türkiye’de 2013 yılında Taksim’de Gezi olaylarında da durum aynıdır. 2011 yılında, Mısır’da Tahrir Meydanı’nda olaylar başladığında, ultralar halkı protesto gösterilere çağırdılar. Sürekli olarak baskı altında olan ultralar özsavunma uygulamalarına sahip bir gruptur ve diğerlerine kendilerini nasıl savunacaklarını öğretirler. Toplu şarkı söyleme kültürleri ve alaya alma sanatları hem hareketi ve hem de rejime karşı düşmanlık sloganlarını besler.
Kitabın diktatörlükler üzerine olan bölümünde, 3 Nisan 1938’de Viyana’daki Anschlussspiel (ilhak maçı) ile ilgili öykü inanılmaz….
Bu dönemde, Avusturya Wunderteam takımı (rüya takım) Avrupa’nın en iyi ekiplerinden biridir ve Moravya (Çek Cumhuriyeti’nin bölgesi) kökenli olan ve Der Papieerene (Kağıttan Adam) lakaplı Matthias Sindelar takımın çelimsiz santraforudur. 0-0 beraberlikle biteceği önceden ayarlanan bir propaganda maçı sırasında, Sindelar, Wundwerteam takımının daha zayıf bir Alman ekibi tarafından satın alınmasından önce son kez Avusturya formasıyla oynamayı elde eder. Ama Avusturalyalıların gol atması yasaklanır. Her şey öngörüldüğü gibi giderken, Avusturyalılar o kadar üstündür ki maç kaba bir güldürüye dönüşür. 78. dakikada, Sindelar ilk golü atar ve Nazileri kızdırmak için golün sevincini yaşar. Hemen sonra, Polonya kökenli ve Gros lakaplı Karl Sesta bir gol daha atar. Propaganda makinesini aryen standartları dışında kalan iki oyuncu kırar. Sindelar ölüm kararını imzalamıştır ve ama o kadar popülerdir ki yetkililer onu Reich ekibi içine almak isterler. Her keresinde, oynamamak için sakat olduğunu ya da artık yaşlandığını ileri sürer. Sevgilisi Yahudidir. Gestapo tarafından “Yahudi hayranı” olarak fişlenmişlerdir ve 23 Ocak 1939 yılında oturdukları apartmanda gazdan zehirlenmiş olarak bulunurlar. Cenazeleri Viyana sokaklarında 15.000 kişi eşliğinde taşınacaktır.
[Humanité gazetesindeki orijinalinden İsmail Kılınç tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.