ABD’deki insanların Latin Amerika’nın durağan siyasal kültürünün boğuculuğundan nasıl kurtulduğuna ilişkin örneklerden öğrenecekleri çok şey var, bu dünyanın dört bir yanındaki insanlar için de böyle
ABD’deki insanların Latin Amerika’nın durağan siyasal kültürünün boğuculuğundan nasıl kurtulduğuna ilişkin örneklerden öğrenecekleri çok şey var, bu dünyanın dört bir yanındaki insanlar için de böyle
2010 yılında “Dancing with Dynamite: Social Movements and States in Latin America (Dinamitle Dans Etmek: Latin Amerika’da Toplumsal Hareketler ve Devletler)” kitabını yayınlayan Benjamin Dangl ile bir röportaj gerçekleştirdim. Toplumsal hareketlerinin bolluğu ve arapsaçı siyasetiyle Güney Amerika ona dışarıdan bakan gözler için oldukça şaşırtıcı görünüyor. Benjamin Dangl’ın buna dair berrak tartışmalar yürüttüğü kitabı, bu konudaki karmaşıklığı düzenlemek adına uzun bir yol kat etmemizi sağlıyor. Son yıllarda yeni siyasal güçler her ne kadar muazzam zeminler kazandılarsa da kendilerini solda tanımlayan rejimlerden yeni taleplerde bulunmaları ölçüsünde yeni mücadele başlıklarıyla da karşı karşıya geliyorlar. Parlak ve sağgörülü bir gözlemci olan Dangl ise toplumsal hareket aktivistlerinin karşılaştıkları pratik çıkmazları ele alırken, bu dinamiği de değerlendirmeye çalışıyor – Nikolas Kozloff.
Nikolas Kozloff: Okura Güney Amerika’yı bir ucundan diğerine kat ettiren oldukça iddialı bir kitap yazdınız. Çalışmanız hakkındaki en etkileyici şeylerden biri ikincil bir araştırma yapmak yerine doğrudan taban örgütlenmelerindeki siyasal katılımcılarla olan kişisel görüşmelerinize dayanıyor olması. Bu araştırmayı yapmak ne kadar zaman aldı ve sizi en fazla etkileyen ülke hangisiydi?
Benjamin Dangl: Kitap Latin Amerika’nın dört bir yanındaki araştırma, gezme ve söyleşme faaliyetlerimin sekiz yıllık bir ürünü. Bu zaman, bölgenin mevcut solcu liderlerinin çoğunun iktidara geldiği dönemle çakıştı ve doğal olarak kitapta yer alan röportajlar da buralardaki toplumsal hareketler arasındaki başlardaki umut ve ardından gelen hayal kırıklığına ilişkin pek çok örnek içeriyor. Çalışma yürüttüğüm en ilginç yer kesinlikle, taban hareketlerinin gücünün en muazzam seviyelerde olduğu ve bu hareketlerle Evo Morales hükümeti arasındaki etkileyici ilişkinin sürekli handiyse saat başı değiştiği Bolivya’ydı.
Güney Amerika’da böylesi bir çalışma yürütmenin zor olduğunu düşünüyorum. Bu meseleye dair ilginizi körükleyen neydi ve bu yolda karşılaştığınız zorluklar nelerdi?
Beni Latin Amerika’daki siyasal ve toplumsal konular hakkında yazmaya iten şeyler, ABD dış politikasının ve faaliyetlerinin bölgeye etkisi ile yaşanmakta olan umut verici ve görece pek az haberdar olduğumuz toplumsal mücadelelerdi. Bir tarafta uyuşturucuya karşı savaş diye adlandırılan durum dâhilinde ABD ile olan bağlantı ve doğal kaynakların müşterek biçimde yağmalanması olgularından dünyadaki herkesin haberdar olması gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca bölgedeki toplumsal hareketlerin incelikli örgütlenme taktikleri, taban stratejileri ve kazandıkları zaferler de farkındalık, dayanışma ve alınacak dersleri ortaya koymak üzere duyurmak ve üzerine ayrıntılı biçimde yazmak istediğim hikâyeler. Bu araştırmayı yaparken önüme çıkan esas engel seyahatin maliyeti oldu. Araştırmayı yürütmek ve alandan yazmak için Latin Amerika’ya gitmek üzere aldığım uçak biletlerinin parası karşılayabilmek için yıllardan bu yana inşaat, çiftçilik ve çeşitli el emeği işleri dahil olmak üzere bir sürü geçici işte çalıştım.
Amerika Birleşik Devletleri’nde ve dünyanın birçok yerinde Venezüella devlet başkanı Chavez idealleştiriliyor ve siz ise görünürde solcu olan bu rejimlerin bugünün toplumsal hareketlerinin enerjisini tükettiğini öne sürüyorsunuz. Bu nasıl oluyor ve bunlar göz önüne alındığında, bu rejimlerin kendi ülkelerinin yerel siyaseti açısından eninde sonunda bir karşı-üretici ya da hatta zararlı bir etkiye sahip oldukları söylenebilir mi?
Bu ilişkinin yolunun her bir ülkede farklı çizilmekte olduğunu söyleyeyim. İktidarda bulunan bazı Latin Amerikalı devlet başkanları, kendilerini iktidara taşımakta yardımcı olan toplumsal hareketlerle işbirliği yapmak konusunda diğerlerinden daha istekli ve yetenekli oluyor. Bu anlamda Venezüella ve Bolivya’daki ilişki muhtemelen en sağlıklı olanlar. Başkan Lula, ardından şimdiyse Roussef ve Topraksız Köylü Hareketi’nin (MST) bulunduğu Brezilya’daki ve başkan Rafael Correa ile yerli hareketinin bulunduğu Ekvador’daki ilişki ise, hükümetlerin mümkün olduğunca toplumsal hareketlere baskı yapması, kriminalize etmesi ve hareketsiz kılması nedeniyle çok daha sıkıntılı durumda.
Dancing with Dynamite adlı kitabım da bu ilişkinin, bu dansın yedi farklı ülkede nasıl yapıldığını inceliyor. Kitabım başkanların ve büyük baş siyasetçilerin ne yaptığı ya da söylediğinin ötesini anlatıyor ve son on yıllık tarihe taban örgütlenmelerinin perspektifinden bakmaya odaklanıyor. Nihayet bu aşağıdan bakış açısı ABD ve dünyanın geri kalanındaki insanların, son on yılda ne gibi ciddi değişimlerin yaşandığına ilişkin resmin tamamını görmek istiyorlarsa oldukça faydalanabilecekleri bir bakış açısı.
Ele aldığınız bütün Güney Amerika ülkeleri içinde Bolivya en fazla devrimci potansiyele sahip ülke gibi görünüyor. Bu neden böyle ve gelecek yıllarda Bolivya’da ne gibi yeni radikal gelişmeler yaşanabilir?
Bence bu potansiyel kısmen ülkedeki yerli hareketinin mirası ve gücünden kaynaklanıyor. Bolivyalıların yüzde 60’ından fazlası kendisini “yerli” olarak tanımlıyor ve bu kimlik kendisini, doğal kaynaklara erişime ve ülkedeki siyaseti daha katılımcı ve erişilebilir kılmaya dönük kilit önemdeki seferberlikler dâhilinde güçlü biçimlerde gösteriyor. İşçi, öğrenci, çiftçi ve diğer aktivist hareketlerinin zengin tarihi de bugünün taban dinamiklerine katkıda bulunuyor.
Güney Amerika’nın en yoksul ülkesi olan Bolivya’daki pek çok insan hayatta kalmak için siyasal aktivizm ve toplumsal örgütlenmeye dâhil olmak durumunda kalıyor ve bu bazı topluluklarda suya erişim için mücadele etmek, yolsuzluğa batmış bir valiyi kovmak, koka yaprağı yetiştirme hakkını savunmak gibi günlük yaşamın parçaları olan mücadeleler olarak ortaya çıkıyor.
Bu seferber olabilme kapasitesi, yapılanlar Morales’i kor alevlerde yürümeye zorlayacak da olsa, gerektiğinde harekete geçmeye hazır ya da sağcılara ve yabancı şirketlere karşı seferber olmaya hazır bir hareket çeşitliliğine tercüme oluyor. Bu dinamik ve sıklıkla değişen siyasal manzara nedeniyle gelecek yıllarda Bolivya’da neler olacağını söylemek çok zor.
Siyasal ve ekonomik bir perspektifle bakarsak, Brezilya diğer Güney Amerika ülkelerinin yanında bir dev gibi duruyor. Bu röportajın yapılmasından önce, İşçi Partisi’nde Lula’nın halefi olan Dilma Rousseff başkanlık seçimlerinden galip çıktı. Bu da Rousseff’in Güney Amerika’daki solcu rejimleri rahatsız edecek gibi görünmemesi nedeniyle Correa, Morales ve Chávez açısından iyi haber sayılabilir. Nihayet sizin de işaret ettiğiniz üzere Brezilya, ülke sınırlarının içindeki ve dışındaki yoksul köylüleri soya endüstrisi kanalıyla topraklarından etmek pahasına bir tarım tanrısı haline geldi. Bolivya, Venezüella ve Ekvador’dan oluşan radikal blok Brezilya’nın bölgedeki jeopolitik hegemonyasıyla nasıl başa çıkmayı düşünüyorlar?
Acı gerçek o ki, yoksul köylüleri topraklarından kovan, doğayı yok eden ve zehirli ilaçlar kullanan bu imha edici tarım endüstrisi ve özellikle soya endüstrisi Latin Amerika’nın dört bir yanında hızla genişliyor. Paraguay, Bolivya, Uruguay ve Arjantin’in bazı bölgelerinin tamamı soya ekimine tahsis edilmiş durumda. Bölgenin solcu ya da merkezde yer alan liderlerinde ise bu eğilime karşı çıkacak bir siyasal irade var gibi görünmüyor. Brezilya’nın bölgedeki gücü ne kadar büyük olsa da, bence Lula pek çok ilerici bölgesel alternatif ve diplomatik yaklaşım açısından yolun döşenmesine yardım eden isimdi. Rousseff de yine bu geleneği sürdürecek gibi görünüyor. Eğer Bolivya, Venezüella ve Ekvador Brezilya’nın gücüyle rekabet etmek istiyorlarsa, bu emperyal komşularına karşı kendi başlarına değil hep birlikte işbirliği içinde hareket etmek durumundalar.
Güney Amerika’daki toplumsal hareketler daha devrimci bir dışa politikaya dönük öyle çok büyük bir enerji sarf etmiyorlar, bunun yerine günlük ekonomik sorunlara yoğunlaşmayı tercih ediyorlar. Sizce bu ülkeler başka türlü bir dış politikayı daha yüksek sesle savunmalılar mı ve eğer savunmalılarsa bu dış politika neye benzemeli?
Bence toplumsal hareketler hâlihazırda daha devrimci bir dış politika için bastırıyorlar. Kıta çapındaki taban örgütlenmelerinin Bush’un Amerikalar Serbest Ticaret Antlaşması’na karşı kurdukları baskı tarihi bir şeydi. Bölgenin son zamanlardaki devlet başkanlarının çoğunun anti-emperyalist duruşu, çoğunlukla taban örgütlenmelerinin ABD’nin uyuşturucuyla savaş adı altındaki militarizasyonuna, ABD askeri üslerine, Washington’un müdahalelerine, doğal kaynaklar ve ekonomi üzerindeki yabancı egemenliğine karşı yaptıkları baskıya bir yanıt teşkil ediyordu.
Eğer daha ilerici bir dış politikaya dönük herhangi bir seferberlik eksiği varsa, bence bazı hareketlerin görece bu anlamda kendi başkanlarının politikalarıyla hemfikir olmaları nedeniyledir. Örneğin Brezilya’daki Topraksızlar Hareketi Lula’nın dış politikasını alkışlıyor ama cılız kalan toprak reformunu eleştiriyor. Ekvador’daki Correa yönetiminin en ilerici faaliyetlerinden biri dış politika gibi görünüyor. Yani bölgedeki toplumsal hareketler açısından ABD’den bölgesel olarak bağımsız olmayı güçlendirmek halen temel hedef olarak kalacak gibi görünüyor.
Sizin de işaret ettiğiniz üzere, bazı solcu liderler çevrecilik karşıtı politikalar yürütüyorlar. Kaynakların ulusallığına bağımlı olmaları onları, bölgenin yükselen çevresi partilerinin eleştirdiği modası geçmiş yirminci yüzyıl kalkınma modeline geri götürüyor. Bu röportajın yapılmasından kısa süre önce, Brezilya’da Yeşiller Partisi’nden Marina Silva ülkedeki başkanlık seçiminin ilk aşamasında yüzde 19 gibi yüksek bir oy aldı. Çevreci siyasetin kıtadaki siyasal etkisi nasıl olur ve toplumsal hareketler artmakta olan çevresel bilinçlenmeyi devrimci bir değişime nasıl dönüştürebilirler?
Toplumsal hareketlerden bazıları, solcu hükümetler tarafından yürütülen çevreyi tahrip eden madencilik/sondaj endüstrilerini, özellikle de madencilik, petrol ve doğalgaz endüstrisini eleştiriyorlar. Bu irade, sosyalist eğilimli hükümetler ile bu endüstrilerden etkilenen toplumsal hareketler arasındaki bir çekişme alanı olacak gibi görünürken, liderler arasında da küresel çapta iklim değişikliğinin ve çevresel tahribatın nedenlerinden söz etmek konusunda büyüyen bir eğilim mevcut. Evo Morales’in hükümeti bu durumu iklim değişikliği tartışmalarına ve konferanslarına olan katılımıyla gösteriyor. Bölgenin yerli hareketlerince savunulan “İyi Yaşam” kavramına dayanan sürdürülebilir politikalar ise bütün uluslar ve halklar açısından izlenebilecek uygun bir model sunuyor.
Kitabınızda özellikle ABDli aktivistlere de sesleniyor gibi görünüyorsunuz ve kitabın en ilginç bölümlerinden biri ise Güney Amerika ve ABD toplumsal hareketlerinin bağlantılarını tartışıyor. 2008 yılında Arjantinli işçilerden etkilenerek fabrikalarını işgal eden Chicagolu işçilerden bahsediyorsunuz. Nihayet her iki toplumun farklı tarihlere ve farklı kültürlere sahip olmaları nedeniyle Güney Amerika deneyimlerinin ABD’de uygulanmasının işe yaramayacağını da kabul ediyorsunuz. Bu doğruysa, özellikle ABD solu sınırın güneyindeki radikal siyasetlerden ne tür fikirler devşirmeli?
Bence ABD’deki pek çok aktivistin Latin Amerika’daki hareketlerden öğreneceği pek çok şey var. Kitabımda da tartıştığım üzere ABD’de, örneğin Brezilya’daki Topraksızlar Hareketi’nden ve Bolivya’daki su hakkı aktivistlerinden taktik ve stratejiler devşiren birkaç hareket ve eylemlilik mevcut. Temel taktiklerden birisi, aktivistler olarak bütün faaliyetlerin sağı güçlendirdiği korkusuna kapılmamaktır. Bunun ABD’deki insanlar açısından özellikle faydalı olacağını düşünüyorum. Brezilya’da Topraksızlar Hareketi bir yandan hayatta kalabilmek adına kullanılmayan toprakları işgal eder ve işletirken, toprak reformunun hükümet tarafından ayak sürüyerek uygulanmasına aldırmaksızın seçimlerde ehven-i şeri desteklemeye devam ediyorlar. Bolivya’daki toplumsal hareketler bir yandan Morales’e tabandan baskıyı sürdürerek onun politikalarını radikalleştirirken diğer yandan ise Morales hükümetinin ilerini politikalarını savunabiliyorlar. Kitabımda çerçevesini çizdiğim bu taktikleri örneğin ABD’deki siyasal zemine tercüme etmek her bir mücadele zemini açısından farklı farklı olacaktır. Latin Amerika son on yılda hükümet daireleri ve sokaklarda tarihsel bir sola kayışa sahne oldu. ABD’deki insanların Latin Amerika’nın durağan siyasal kültürünün boğuculuğundan nasıl kurtulduğuna ilişkin örneklerden öğrenecekleri çok şey var, bu dünyanın dört bir yanındaki insanlar için de böyle!
[Huffington Post’taki İngilizce orijinalinden Soner Torlak tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.