Son protestolar, Tunus’un ülkenin bağımsızlığına yönelik neoliberal ve yeni-sömürgeci saldırılara karşı halen daha kaynayan bir halk direnişi kazanı olduğunu gösteriyor
Tunus’taki direniş hareketi, siyasal açıklıktan yoksun olabilir ve yine, somut, devrimci alternatiflere gereksinim duyuyor olabilir fakat bu hareketin yeniden doğuşu, Tunus’un halen daha kendi egemenliğine yönelik neoliberal ve yeni-sömürgeci saldırılara karşı halen daha kaynayan bir halk direnişi kazanı olduğunu gösteriyor
Ocak ayında iki hafta boyunca Tunus’u sallayan protestolarda yaklaşık 800 kişi tutuklandı, düzinelerce kişi yaralandı ve polisin şiddetli saldırıları nedeniyle en az bir kişi öldürüldü. Çok çeşitli toplumsal ve ekonomik arka planlara sahip protestocular, hükümetin ilan ettiği 2018 bütçesine karşı sokaklara çıktılar. Bu bütçede yer alan yeni bir sıkı kemer sıkma dalgasının, temel gıdalar, benzin ve enerji fiyatlarını arttırması ve sağlık ve eğitim gibi kritik önemdeki kamu hizmetlerinin daha da zayıflatılması bekleniyordu.
Tunus’ta 2010-sonrası dönemdeki diğer seferberlikler ile karşılaştırıldığında, yaşanan son olaylar, daha geniş bir coğrafyaya yayıldı ve 24 şehrin 16’sında insanlar sokağa çıktılar. Ocak protestoları, güvencesiz orta sınıflardan toplumun en alt kademelerindeki en fazla dışlanan gruplara kadar çok geniş bir toplumsal gruplar çeşitliliğinin katılımına sahne oldu. Protestolar, solcu Halk Cephesi koalisyonuna öncülük eden Fech Nestennaw? (“Neyi bekliyoruz?”) adlı gençlik hareketi tarafından başlatıldı fakat bu gençlere, protestoların en şiddetli biçimde bastırıldığı Tunus’un kent merkezlerinin çeperlerindeki yoksul mahallelerde ve ülkenin iç kesimlerindeki ihmal edilmiş bölgeler yaşayan pek çok başka genç de katıldı.
Peki, Halkı isyana teşvik eden doğrudan tetikleyicileri neler? Bu kısa ömürlü ayaklanmanın altında yatan nedenler ne? Tunus’ta son birkaç yıl içinde protestoların, toplumsal hareketlerin, işgallerin sayıca katlanışını ve huzursuzluk ile direnişin yoğunlaşmasını analiz etmek için nasıl bir çerçeve belirleyeceğiz? 2010 devriminin kaderine ve elitlerin nasıl da haince ağızlara sakız olmuş “demokrasi” ve “iyi yönetişim” günlerine “geçiş”i idare etmelerine ağıt yakmakla mı yetinmeliyiz? Arap isyanlarının vaatlerine gerçekten ne oldu?
2018 maliye yasasının doğrudan tetikleyici niteliğinin, iyice sünen kemer sıkma önlemlerinin ve sürekli artan gıda fiyatlarının ötesinde, bu çok-boyutlu krizin daha derinde yatan nedenleri var. Bu nedenleri ortaya koymak, en son protestoların, iniş çıkışlarıyla, radikalleşme dönemleriyle, geri çekilme ve karşı-devrimleriyle sürüncemedeki bir devrimci sürecin parçası olduğunu ortaya koyacaktır. Bu süreç, Tunus sivil toplumunun yeni hareketliliğini ve dinamizmini de kısmen açıklayan bir biçimde, kitlelerin siyaset sahnesine çıkmalarında önemli bir rol oynamıştır.
Nihayet bu durum, Tunusluların, emperyalist tahakküme ve (yeni-)sömürgeci iktidar yapılarına direnerek ve mücadelelerine devam etmeye ve egemenliklerini yeniden kazanmaya dönük kararlılıklarını göstererek kendi devrimlerini tekrar rayına koymak üzere seferber olmalarıyla ilgilidir.
Ülke, –iki Batılı gücün kendi emperyalist tasarımlarını uygulamaya koymak üzere kullandığı esaslı emir kulları olan– IMF ve Dünya Bankası’nın dayattığı biriken borcun ve bunlara dönük hizmetlerin ağırlığıyla ezilmiş durumdadır. 2016’da, IMF Tunus’a 3 milyar dolarlık kredi vermeyi kabul etti ve 2018 itibariyle, temel talepleri haysiyet ve bağımsızlık olan Tunusluların büyük kısmının çıkarlarına karşı dalkavuk yerli elitlerin dayattığı siyasi ve ekonomik bir zorunluluk olarak borç ödemeleri, beklenmedik bir rekor kırarak toplam kamu harcamalarının yüzde 22’sine ulaştı.
Bu en son seferberlik dalgasının, Ben Ali’nin iktidardan düşürülmesinin ve Kuzey Afrika ve ötesinde ciddi değişimlere yol açan Arap isyanlarının yedinci yıldönümüne denk gelmesi de tesadüf değildir. Bir dereceye kadar, Tunus deneyimi bölgede bir istisna gibi görünmektedir çünkü Tunus, Arap isyanlarından bugüne komşu ülkelerin içine yuvarlandıkları kaosa ve şiddete sürüklenmemiştir. Gelgelelim, bir barışçıl “demokratik geçiş” olarak tarif edilen şey, aslında, halkın devrimci ruhunu ezen dinamik bir süreçten başka bir şey değildir.
İşin aslı, Tunus’un “demokratik geçiş”i, halkı ilk elden başkaldırmaya ve isyan etmeye iten yıkıcı ekonomi politikalarını daha fazla uygulamak üzere “Batılıların desteklediği bir dönüşüm”ü maskelemeye yarayan bir tabirden başka bir şey değildir.
2010-2011 devriminin öne sürdüğü haysiyet, ekmek, ulusal bağımsızlık ve toplumsal adalet talepleri, serbest piyasa dinine hiç olmadığı kadar tapan neoliberal elitler tarafından bir kenara atılmakta ve görmezden gelinmektedir. Bu “komprador elitler”, ekonomiyi sermayeye ve çok-uluslu şirketlere peşkeş çeken ve kendi tahakkümlerini genişletmek ve kaynakları yağmalamaya dönük çabalarında yardım almak adına emperyalistlerin “teröre karşı savaş” söylemiyle coşkulu bir biçimde işbirliği yaparak yabancı çıkarlarına hizmet eden şakşakçılardır.
Yönetici elitler, halktan alınan meşruluktan vazgeçmekte ve bilinçli bir şekilde sırtlarını ülkenin berbat haline daha fazla çevirmektedirler. Yönetici elitler, IMF’ye ve Dünya Bankası’na ardı ardına taviz vermeye devam etmekte ve –diğer şeylerin yanında– muazzam miktarda suyu tüketerek ve yüzey-suyu tabakasını kirleterek nüfusu ve çevreyi tehlikeye atacak şekilde ülkeyi yağmaya açmayı planlamaktadırlar. Bu durum, ciddi su sıkıntısı çeke ve yeniden kuraklıklarla karşı karşıya kalan bir Doğal kaynaklar üzerinde devlet egemenliğini kayıt altına alan Tunus anayasasındaki yeni maddeye karşın, petrol ve gaz şirketleri akıllara zarar kârlar elde etmeye ve sistemli yolsuzlukları için dokunulmazlıklarının keyfini çıkarmaya devam ederken, yerel topluluklar ise, bu sanayinin dışsallaştırılmış toplumsal ve çevresel maliyetlerinin yükünü omuzlamaktadırlar. Görünen o ki, 2010’dan bugüne göreve gelen her hükümet, sadece halkı ve halkın doğal kaynaklarını sömürmekten elde ettikleri muazzam kârları ihraç etmekle meşgul olmuştur. Hükümetler, çok-uluslu şirketlerin ekonomideki hakim rolünden gayet memnundurlar. Ülkenin en üretken gaz imtiyazının yüzde 100’üne sahip olan Shell-British Gas’ın öğretici örneğine bir bakın! Bu basit gerçek, bu hükümetlerin egemenlik ve demokrasi laflarıyla alay etmek demektir.
Bu yetmediyse, Tunus’un bugünlerde Avrupa Birliği ile derin ve kapsamlı bir “serbest ticaret” anlaşması için müzakere ettiğini söyleyelim: Derin ve Kapsamlı Serbest Ticaret Bölgesi (DCTFA). “Serbest ticaret” anlaşmaları –her şey olabilen fakat “serbest” olamayacak olan anlaşmalar– açıkça adaletsiz uluslararası işbölümü sürdürür ve tahakkümü imparatorluğun merkezinden bu dünyanın çeperlerine yaymaya yarar.
Neoliberal “serbest ticaret” doktrini, sürekli büyümenin şirketleri devralmanın yolunu açtığına ve kaynakların süregiden yağmalanmasını meşrulaştırdığına yönelik kör inanç ile birlikte işler. Bu, kendisine “piyasa demokrasisi” süsü vermiş bir yeni-sömürgeciliktir.
Cezayirli devrimci düşünür Frantz Fanon’un muhteşem analizi, bütün bunlara bir anlam vermeye çalışırken bize en fazla yarayacak analizdir. Fanon, bu ulusal-karşıtı burjuvazinin görevinin, ulusu dönüştürmekle bir ilgisi olmadığını, aksine, kendisini gizleyerek şahlanmış olan ev bugün de yeni-sömürgecilik maskesi takan kapitalizm ile ulus arasındaki bir iletim kayışı olduğunu” söylemişti. Fanon, bu burjuvazinin kitlelere ihanet edeceğini, kurtuluşu sakatlayacağını ve sömürgeci seleflerinkini andıran bir ulusal tiranlık ve sömürü sistemi kuracağını tahmin ediyordu. Bu kasvetli durum, devrimden bugüne değişmiş değildir.
1950’lerin sonundaki Cezayir devrimi sırasında Tunus’ta yaşamış olan Fanon, burjuvazinin bu akılsız açgözlülüğünden tiksiniyordu. Yabancı sermayeyi tatmin etmek adına emperyalizme ve budalalığa nasıl boyun eğeriz ki?
Bugünkü ağır hayal kırıklığı durumu, baskıcı bir statükoyu sürdürmeye, toplumu siyaset-dışılaştırmaya ve aşağıdan gelen taleplerin radikalleşmesi potansiyelini engellemeye yönelik süregiden çabalardan ayrı düşünülemez. STKlaştırma olgusu da işbu iktidarsızlaştırma gündemine katkı sunmaktadır. STKlaştırma, sözüm ona “sivil toplumu güçlendirirken”, her türden gerçek bağımsızlıktan yoksun ve sadece “toplumsal olanın piyasalaştırılmasını ve özelleştirilmesini” derinleştirmek açısından kullanışlı yapay bir sivil toplumun yaratılmasına katkı sunmakla sonuçlanmıştır. Bu durumu anlatmak üzere, Hindistan’daki benzer durum üzerine yorumunu yazan Arundhati Roy’unki kadar anlamlı bir alıntı düşünemiyorum:
[STKların] Gerçek katkısı, siyasi öfkeyi yatıştırmak ve halkın hakları üzerinden sahip olmaları gereken şeyleri yardım ya da hayırseverlik adına sadaka olarak dağıtmaktır. STKlar kamusal aklı değiştirirler. Halkı bağımlı kurbanlara dönüştürürler ve siyasi direnişin eşiklerini törpülerler. STKlar, idare ile kamu arasında bir tür tampon oluştururlar. İmparatorluk ile tebaası arasında. Arabulucu, yorumcu, hızlandırıcı haline gelirler.
Tunus’taki Ocak protestoları, kitlelerin, ülkenin acınacak haldeki ekonomik durgunluğunu yok saymakta ısrar eden ulusal-karşıtı ve steril elitlere yönelik birikmiş öfkesini ifade etmektedir. Son yedi yıl boyunca, ülkenin dört bir yanındaki gençler, oturma eylemleri, protestolar ve işgaller düzenlediler; –kilit önemdeki sanayilerin üretimlerini kesintiye uğrattılar; iş, kamulaştırma, zenginliğin eşit bölüşümü, hesap verilebilirlik ve salgın hale gelmiş yolsuzluğun sona erdirilmesini talep ettiler. Devletin bir yandan kamu hizmetlerini zayıflatmaya devam ederken, diğer yandan bu taleplere kulak vermekteki başarısızlığı ile birlikte bir de devletin acımasız şiddeti, hepsi de, Tunus halkının uzun zamandan bu yana karşısında mücadele verdiği felakete götüren aynı neoliberal reçeteyi uygulamaktaki pervasız ısrarın sonucudur.
Bu felakete gebe durumun ortasında, Tunus’taki umutsuz olmayı ve vazgeçmeyi reddeden kitleler ve sefalete sürüklenmiş sınıflar, kendi hakları için mücadele etmeyi sürdürmeye dönük dirençliliklerini ve iradelerini bir kez daha ortaya koymuşlardır. Onlar da, dünyanın diğer yerlerindeki gibi, onlara sefaletten, dışlanmadan ve çoğunluğun ezilmesinin ve lanetlenmesinin pahasına bir avuç insanın zenginleşmesinden başka bir şey sunmayan bir sisteme karşı yaratıcı yollarla başkaldırmaktadırlar. Nihayet, tarihi yapanlar ve belirleyenler kitlelerdir; devrimci uğraklara yol açan şey, kitlelerin kararlı uyanışıdır.
Direniş hareketi, siyasal açıklıktan yoksun olabilir ve yine, somut, devrimci alternatiflere gereksinim duyuyor olabilir fakat bu hareketin yeniden doğuşu, Tunus’un halen daha kendi egemenliğine yönelik neoliberal ve yeni-sömürgeci saldırılara karşı halen daha kaynayan bir halk direnişi kazanı olduğunu gösteriyor. Tunus direniş hareketinin devrimci coşkusu, zayıflamış olsa da, yine de canlılığını koruyor. Bu coşku, toplumsal hareketlerin, yeni oluşan devrimci hareketlerin, gençlik kolektiflerinin, kadınların hak derneklerinin, sendikaların, işsiz üniversite mezunlarının, küçük çiftçilerin ve kalabalık turistik bölgelerden uzak olan iç bölgelerdeki ve işçi sınıfı mahallelerindeki dışlanmış toplulukların süregiden mücadelelerinde ve direnişinde yaşıyor. Bütün bu toplumsal kesimler, hep birlikte, dönüştürücü değişimi ve adaleti özlemle bekliyorlar.
Önümüzdeki yol, bu konuda açık olmamız gerekiyor, sadece Tunus için değil, bölgedeki ve Küresel Güney’in dört bir yanındaki baskı altına alınmış diğer ülkeler için, yeni bir özgürleştirici düzene doğru sömürgelikten boşanma yolunda sağlam bir biçimde yürümektir. Filistin’deki yerleşimci sömürgeciliği ve Batı Sahra’daki yasadışı işgalin sonu –diğer pek çok mücadele ile birlikte– bu çabalardan ayrı düşünülemez.
Mağrip’in, Afrika’nın, Batı Asya’nın ve ötesinin Frantz Fanon, Amilcar Cabral, Thomas Sankara ve Corc Habbaş gibi büyük zihinler tarafından emperyalist-kapitalist sistemden kurtuluşun arandığı 1960’ların tutkulu projelerini canlandırmak üzere geliştirilen devrimci mirasını yeniden keşfetmemiz gerekiyor. Emperyalizm tarafından dayatılan hiyerarşiler, ayrımlar ve bölgecilikler ile bağını koparmak isteyen ve bunlara meydan okumak üzere bölgesel ve uluslararası dayanışmalar inşa etmek için çalışan Cezayir’deki ve Mısır’dakine deneyimlerden ders alabiliriz.
Bu devrimci mirasa dayanmak ve bu mirasın sömürgecilik-karşıtı icraatlarını bugünün bağlamına uygulamak, Tunus ve genel olarak bölge açısından en büyük öneme sahip şeydir. Tunus’ta bugün gerçekleşen olaylar, ezen ve ezilenin Manişeist coğrafyalarına karşı, küreselleşmiş kapitalist-emperyalist sistem tarafından dayatılan coğrafyalara karşı halkın baş kaldırmakta olduğunun bir göstergesidir. Adalet ve egemenlik mücadelesi sürüyor.
[RoarMag’daki İngilizce orijinalinden Soner Torlak tarafından çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.