Türkiye siyasal yelpazesinde açığa çıkan boşluk, sosyalist hareketin çok parçalı yapısıyla ya da bu parçalı yapıyı basitçe ve bir öncekilerin tekrarı niteliğinde olacak birlik modelleriyle doldurulamaz. Oluşturulacak yeni siyasal harekette sosyalist örgütlerin nasıl konumlanacağı, nasıl işlevleneceği asıl olarak “pratik çözümlerle” halledilebilir. Başlangıç için; asgari güven ilişkisinin bir hukuk çerçevesinde tesis edilmesi, dayatmacı anlayışların yerine karşılıklı […]
Türkiye siyasal yelpazesinde açığa çıkan boşluk, sosyalist hareketin çok parçalı yapısıyla ya da bu parçalı yapıyı basitçe ve bir öncekilerin tekrarı niteliğinde olacak birlik modelleriyle doldurulamaz. Oluşturulacak yeni siyasal harekette sosyalist örgütlerin nasıl konumlanacağı, nasıl işlevleneceği asıl olarak “pratik çözümlerle” halledilebilir. Başlangıç için; asgari güven ilişkisinin bir hukuk çerçevesinde tesis edilmesi, dayatmacı anlayışların yerine karşılıklı anlayışın geçirilmesi ve benmerkezci kimlik yerine de “gizli özne” olabilmeyi kabul etmek yeterli olacaktır
Türkiye siyaseti yeniden şekilleniyor, şekillenmek zorunda bırakılıyor. Bunun nedeni (ne yazık ki) üretici güçlerin zorlaması değil. Sadece ekonomik ya da toplumsal nedenler de böylesi bir şekillendirmeyi zorlamıyor. Bilindiği üzere bunun temel nedeni Tayyip Erdoğan’ın rejim değişikliği zorlamasıdır. Üstelik bunu Olağanüstü Hal koşullarında ve anti demokratik yöntemler kullanarak zorlamasıdır.
Bu koşullar siyasal öznelerin (partilerin, toplulukların, şahsiyetlerin) eski tarzda siyaset yapmalarını artık imkânsız hale getirmektedir/getirecektir. Bu somut arayış ya da bir başka ifade ile değişim tüm düzen içi partilerde açıkça görülmekte. Devlet Bahçeli liderliğindeki MHP neredeyse tüm varlık koşullarını ve tarihsel misyonunu(!) terk edip vadedilen yeni düzene kapağı atmış durumdadır. Benzer durum BBP için de geçerlidir. Meral Akşener’in İyi Parti’si ise Erdoğan’ın yeni düzeninde eski pozisyonlarını kaybedecek kontrgerilla artıklarının zorlamasıyla siyasal yelpazede yer tutmaya çalışmaktadır. MHP’nin boşalttığı yer onlara önemli fırsatlar ve güçlü olanaklar sunmaktadır. (Açıktır ki Bahçeli, Erdoğan’ın kayığına binmese bu girişim, ya hiç başlamazdı ya da çok sınırlı kalırdı.)
Yeni düzen zorlaması; köhnemiş bürokratik yapısına, kökleşmiş siyasal tarzına, klasikleşmiş devletçi zihniyetine rağmen CHP’yi bile siyasal çizgisini ve hatta eylem tarzını değiştirmek zorunda bırakmaktadır. CHP’nin siyasal çizgisi, yeni düzene geçişi engellemek üzerine yeniden kuruluyor, Tayyip Erdoğan’a yüzde 51 aldırtmama amacına göre dizayn oluyor. Bu da “doğal olarak ortalamayı bulmak” anlamına gelmekte; laiklik, eşitlik, özgürlük, barış kavramlarının yerine adalet, demokrasi, huzur tercih edilmektedir. Normal zamanlarda CHP önderliğinden beklenmeyecek “Adalet Yürüyüşü” gibi eylem tarzlarına yönelinmekte ancak bunun ortaya çıkardığı sol potansiyel sümen altı edilmektedir. Bir başka ifade ile CHP, Tayyip Erdoğan’a karşı muhalefetin toplam politik şemsiyesini oluşturmak (bünyesinde toplamak değil) adına on yıllardır siyasal yelpazede “işgal ettiği” yeri terk etmektedir.
Bu gelişmeler içerisinde HDP’nin durumu kuşkusuz daha farklıdır. Çift taraflı “basınç” HDP’yi siyasal olarak etkisizleştirmiş durumda. Erdoğan’ın doğrudan uygulattığı milletvekilliği düşürme, gözaltına alma, tutuklama furyası HDP’li siyasetçileri fiili olarak siyaset yapamaz hale getiriyor. Ancak bundan daha etkili olan ise yine doğrudan Erdoğan tarafından uygulattırılan, HDP’li herhangi bir bireyin bile toplumda kendisini siyasal olarak ifade edemeyeceği bir hezeyan dalgası oluşturan taktiklerdir. Bu “örgütlendirilmiş yıldırma politikası” aynı zamanda destek anlamında yorumlanan her girişimi kapsadığı gibi, Erdoğan’a karşı olabilecek her sözü, her girişimi hedefler biçimde ilerliyor.
Diğer yandan Kürt siyasi hareketinin neredeyse tamamen Ortadoğu’ya odaklanması HDP topluluğunun bir bütün olarak tek bir siyasal hedefe yönelmesini engelliyor. HDP’ye başkan seçimi, bu tercihler arasında gidip gelindiğinin açığa yansımış bir göstergesidir.
Tüm bu nedenlerden dolayı HDP, Kürt halkının siyasal temsilcisi olmanın getirdiği faaliyetleri bile yapamaz hale gelirken, bir süre önce zaman zaman denediği hatta Demirtaş’la birlikte en üst seviyesini zorladığı “CHP’nin solunda bulunan herkesi” kapsama ve onların siyasal temsiliyetini oluşturma gerçekliğinden uzaklaşmış (uzaklaştırılmış) durumda.
Tekrar etmek gerekirse, Erdoğan’ın rejim değişikliği zorlaması Türkiye siyasal yelpazesindeki konumlanışı da köklü bir biçimde değiştirmeye zorluyor. Bu zorlama, CHP ve HDP’nin siyasal yelpazedeki yerini de değişime uğratıyor. Ve ortada sol kitlelerin ihtiyacı olan ve sol siyasetin üretildiği ve temsil edildiği muazzam bir boşluk nesnel olarak açığa çıkmış durumda!
Türkiye sosyalist hareketi, çok çeşitli parçalarla kendini var ediyor olsa da temel olarak köklü değişiklikleri barındırmayan bir ortak özelliğe sahip. 80’den sonraki yaklaşık 40 yıllık süreç içerisinde sosyalist harekette yaşanan en ciddi değişiklik; 80 öncesinin en büyük sol yapılarının yasal partiler haline dönüşmesi oldu. Bu yasallaşma süreçleri, solun tamamını kapsama, sol adına bütünsel politikalar üretme amaçlarını taşısa da (ne yazık ki) bu hedefin çok uzağında kaldılar. Tüm bu süreç boyunca aynı amacı taşıyan, çeşitli birlik denemeleri, birleşme denemeleri ve ortak cephesel modeller üretildi ancak (yine ne yazık ki) bunlar da solun tamamını kapsama, sol adına bütünsel politikalar üreterek potansiyel sol kitleleri kapsama (onların siyasal temsiliyetini yapma) hedefinin çok uzağında kaldılar. Ve her yeni deneme “bir öncekinin” yeni bir tekrarı haline geldiği, onu aşamadığı, yeni hayal kırıklıkları yarattığı gibi iç güvensizlikleri derinleştirdi.
Türkiye siyasal yelpazesinde açığa çıkan boşluk (şimdiye kadar olmadığı kadar nesnel olanaklar sunsa da), sosyalist hareketin çok parçalı yapısıyla ya da bu parçalı yapıyı basitçe ve bir öncekilerin tekrarı niteliğinde olacak birlik modelleriyle doldurulamaz. Hele hele böylesi birlik modelleri oluşturup, meşruluğunu sadece kendinden alan (yani sadece katılımcılarıyla sınırlı tutan) ve karar mekanizmalarını daraltan ilişki biçimleri geniş sol kitleler tarafından hiçbir şekilde kabul görmemektedir.
Diğer yandan sosyalist örgütlerin fiilen ve fikren olmadığı bir siyasal hareket de elbette düşünülemez. Çünkü örgütlenmiş sosyalist fikir kendini geliştirebilir ve geniş kitlelerde kendini “test edip” yenileyebilir ve elbette yayılabilir. Sosyalist aklın ve bu aklın örgütlenmediği toplumların gelişmesi hep sınırlı kalacaktır.
Oluşturulacak (oluşturulması zorunlu) yeni siyasal harekette sosyalist örgütlerin nasıl konumlanacağı, nasıl işlevleneceği asıl olarak “pratik çözümlerle” halledilebilir. Başlangıç için; asgari güven ilişkisinin bir hukuk çerçevesinde tesis edilmesi, dayatmacı anlayışların yerine karşılıklı anlayışın geçirilmesi ve benmerkezci kimlik yerine de “gizli özne” olabilmeyi kabul etmek yeterli olacaktır. Elbette böylesi bir sürecin her aşaması yeniden ve yeniden karşılıklı “teatiye” ihtiyaç duyacak ve “ince işçilik” gerektirecektir.
Tüm bunlarla birlikte oluşturulması gereken yeni siyasi hareketin “en azından” başlangıç prensiplerinin birkaç tanesini sıralamak yaralı olacaktır.
İlk olarak böylesi bir siyasi girişim, bir “baskı gücü” oluşturmak ya da basitçe bir “siyasal akım” oluşturmak gibi iddialar yerine çok daha büyük bir iddiayla ortaya çıkmak durumundadır, en kestirmeden söylemek gerekirse siyasal hedefi ve örgütü olan bağımsız bir hareket iddiasını en güçlü bir biçimde sahiplenmelidir. Açıkçası CHP’yi ya da HDP’yi etkilemek, değiştirmek gibi davranış biçimleri bir yana bırakılmalı, tamamen bağımsız bir hareket amaçlanmalıdır. Böylesi bir amaç ancak CHP’den ve HDP’den beklentileri karşılanmayan geniş ilerici potansiyel için bir çekim merkezi olabilir.
Bununla birlikte böylesi bir hareketin temelini oluşturacak “asgari siyasal ilkeleri” de başlangıç aşamasında belirlemelidir. Eşitlik, özgürlük, laiklik, barış, yurtseverlik gibi. Hatta bunlara eklemeler de yapılabilir. Burada önemli olan sol/sosyalist hedefin ve içeriğin başından itibaren açıkça gösterilmesidir.
Gerek başlangıcın gerekse de ilerleyişin nasıl olacağı açık, samimi değerlendirme ve önerilerle ilerletilebilir. Bu noktada bitmiş, tamamlanmış bir süreçten (belki de hiçbir zaman) söz edilemeyecektir.
Ancak bildiğimiz kesin olan bir şey var;
Tarihsel bir eşikteyiz! Bu tarihsel eşiği tek bir cümle çok rahatlıkla ifade ediyor; “Ya Sosyalizm, Ya Barbarlık!” Karşı karşıya olduğumuz seçenek tam da bu. Ya kendi ülkemizi yeniden kuracağız ya da diktatörlüğe mahkûm olacağız.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.