Tutuklama denilen mekanizma, insan öldürmek ve çocuk istismarının önüne geçmek için kullanıldığında mı daha işlevsel yoksa Erdoğan’a hakaret eden biri için kullanıldığında mı
Tutuklama denilen mekanizma, insan öldürmek ve çocuk istismarının önüne geçmek için kullanıldığında mı daha işlevsel yoksa Erdoğan’a hakaret eden biri için kullanıldığında mı? Diyelim ki, Erdoğan’a hakaretin çok hayati bir öneme haiz olduğunu, insan hayatına kast ve istismar kadar önemli olduğunu düşünüyorsun; bu durum, insan öldürme ve istismardan tutuklanmamayı mı gerektirir? Yani, en azından bu iki suçu aynı kefeye koymak bile mi caiz değil
Geçtiğimiz hafta Gülay Mübarek adlı kadın arkadaşımızın yaşadıklarına ilişkin bir kısım haberler okuduk. Haber şöyle; Erdoğan Küpeli isimli şahıs, hiçbir şekilde yüz yüze tanışmadıkları bir kadını Gülay Mübarek’i, kendisiyle birlikte olmadığı için ölümle tehdit etmeye başlıyor. Mübarek, bir süre bu sorunla baş etmeye çalışıyor fakat adam son raddede onu, dört yaşındaki yeğenine gözünün önünde tecavüzle tehdit etmeye başlayınca, bardak taşıyor ve savcılığa başvuruyor.
Savcılık yaklaşık iki yıl boyunca hiçbir girişimde bulunmuyor. Hatta dosyaya sunulan delillerin çok fazla olduğu ve işin içinden çıkamadıkları gerekçesiyle, soruşturma işlemlerini sürekli erteliyorlar. Bu esnada Gülay Mübarek bir gün dahi rahat bir uyku uyumuyor, her daim baskı ve tehdit altında hissediyor, her an tedirgin…
Neticede, çareyi hukukun dışındaki yöntemlerle sesini duyurmakta buluyor ve Melis Alphan’a ulaşıyor. İnsanların tepkisi üzerine yakalanarak gözaltına alınan Küpeli adli kontrol şartıyla serbest bırakılıyor; fakat hemen akabinde Erdoğan’a hakaret suçundan tutuklanıyor!
Burada iki skandal var:
1- Bir kadını ölümle ve küçük yeğenine tecavüzle uzunca bir süre tehdit eden potansiyel bir katil ve istismarcının serbest bırakılması,
2- Bu derece ağır suçları işleme ihtimali oldukça yüksek bu kişinin, ‘cumhurbaşkanına hakaret’ten tutuklanması.
Binlerce kişinin cumhurbaşkanına hakaret suçundan yargılandığı bu istibdat döneminde, öyle şeyler gördük ki, artık hukukun ibresinin tamamen saptığı apaçık ortada. Bu aralar sadece şunu düşünmeye başladım; hukuk kişileri ve muktedirler, tüm hukuk kurallarını kaldırıp atsalar ve yalnızca vicdanlarının sesini dinleseler, adalet daha çok yerine gelirdi bu ülkede.
Bizim amacımız ne? Daha az suç işlenmesi ve suçluların cezasını çekmesi mi, yoksa birtakım hukuki işlemler yapmış olmak mı?
Hukuk kurallarının, toplum düzenini sağlamak için olduğunu daha kaç kez ve nasıl anlatabiliriz ki?
Tutuklama denilen mekanizma, insan öldürmek ve çocuk istismarının önüne geçmek için kullanıldığında mı daha işlevsel yoksa Erdoğan’a hakaret eden (hatta hakaret edip etmediği dahi belli olmayan) bir kişi için kullanıldığında mı?
Diyelim ki, Erdoğan’a hakaretin çok hayati bir öneme haiz olduğunu, insan hayatına kast ve istismar kadar önemli olduğunu düşünüyorsun; bu durum, insan öldürme ve istismardan tutuklanmamayı mı gerektirir? Yani, en azından bu iki suçu aynı kefeye koymak bile mi caiz değil?
Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun Tutuklama başlıklı 100’üncü maddesinin çeşitli bentleri insan hayatına kast ve istismar için uygulanamazken, Erdoğan’a hakaret için daha mı uygulanabilir?
Ben Erdoğan olsam ve şu olayı bilsem gözüme uyku girmezdi mesela. Utancımdan ölürdüm. “Yahu” derdim; “Bir kadın, benim vatandaşım, iki sene boyunca uyumamış, ölümle tehdit edilmiş, yeğeninin istismar edileceği korkusunu yaşamış, ülkemdeki hukuk mekanizması çalışmamış, saçma sapan gerekçelerle kadını başından savmış durmuş, kadın çaresizlikten sosyal medyaya başvurmuş, gazetecilerle iletişime geçmiş, sadece bunun bile onca ağır yükünü taşımak zorunda kalmış, adam artık bir zahmet yakalanmış ve oracıkta serbest bırakılıvermiş, hemen ardından BANA hakaretten tutuklanmış. Yuh ya!” derdim, “Bak anlatması bile o kadar cümle tutan davranışlardan adam serbest kalıyor ama BANA hakaret gibi bir şeyden tutuklanıyor, olacak iş değil!” derdim. “Bana karşı işlenen bir hakaret suçu, bir kadının hayatından ve küçük bir çocuğun istismarından bu kadar mı değerli yani?” diye düşünürdüm. Küçülürdüm, küçülürdüm, yerin dibine girerdim. Ben Erdoğan olsam o kadından da çocuktan da binlerce kez özür dilerdim.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.