Vibratör, sürtük, orgazm 8 Mart’a yakışır. Çünkü kadınların evlerinde ve cinsel hayatlarında da özgür olmasını istemedikçe örgütlediğimiz hareket gerçek anlamda özgürlükçü bir karaktere sahip olmayacaktır
Vibratör, sürtük, orgazm 8 Mart’a yakışır. Çünkü kadınların yalnızca sokakta, işyerlerinde değil evlerinde ve cinsel hayatlarında da özgür olmasını istemedikçe örgütlediğimiz hareket gerçek anlamda özgürlükçü bir karaktere sahip olmayacaktır
8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü’nün ardından yürüyüşte öne çıkan bazı döviz ve sloganlar beraberinde bir “sol içi” tartışmayı getirdi. Kadınların kimi döviz ve sloganları “sulu”, “müstehcen”, “ahlaksız” bulundu. 8 Mart’a dönük bu eleştirileri iktidara yakın bir kısım çevre de dile getirdi. Ama onlar mücadelenin karşı cephesinde yer aldığı için bu yazının konusu değil.
Türkiye solu, Gezi’de yaşanan kırılma ve ardından AKP’nin kadın düşmanı politikalarının bir sonucu olarak kadın mücadelesini öncelemiş görünse de anlaşılan kadın mücadelesini, iktidar ve onun inşa ettiği toplumla çarpışmanın bir cephesi olarak görüyor fakat bu çarpışmanın AKP’nin kamusal alana yönelik müdahale ve yaptırımlarıyla sınırlı kalmasını istiyor ama feminizmi feminizm yapan “özel alan”ın bir mücadele konusu olmasını istemiyor. Eleştiri yöneltenler sanırım sokakta her türden gericilik karşısında kadınlar ve hatta kadınlarla beraber “solcu” erkekler mücadele etsin ama bu mücadeleyi evlerimizin içine, aşklarımıza, “aile” ortamımıza taşımayalım istiyor (olabilir mi?).
Anladığımız kadarıyla talepler şu: Sevgililerimizle eşlerimizle ya da ailemizdeki kadınlarla sokakta AKP’ye karşı eşitmiş gibi mücadele edelim ama evde kadın ve erkek olarak toplumsal cinsiyet rollerimizi oynamaya devam edelim. Hayatımızdaki kadınlar eylemlerde en önde olsun, kürsülerde konuşsun hatta alsınlar temsiliyet de onların olsun. Ama çorbamızı yapmaya sınırları çizilmiş bir cinsellikle yaşamaya devam etsin, kadınlık ve erkeklik kimliklerimiz eskisi gibi sürüp gitsin ve bunlar sorgulamanın, yüksek sesle konuşmanın ve asla ama asla sokak mücadelesinin konusu haline gelmesin. “Ahlak”, “değerler” dediğimiz yazısız kurallar tartışma konusu olmasın. Böylece hane içinde ya da mücadele örgütlerimizde yaşanılan “istismar”, “cinsel şiddet”, “erkek lehine eşitsiz ilişkiler” sorun olarak tartışılmasın. Bu sorunlarla karşılaşınca çözüm olarak ceza-teşhir mekanizması işletilsin ama bu sorunların altında yatan erkek egemen zemin, sorgulamanın mücadelenin konusu olmasın. Elbette bunu böyle açıkça yazınca kimse kabul etmeyecektir. Eleştiriler hafifletilip “Bunlar da gündem olmalı ama her şeyin bir usulü var, biraz daha adaplı olunabilir” denecektir. Oysa “sulu” buldukları içeriğin başkaldırının kendi özgürlüğü ve özgünlüğü olduğunu görmezden gelmek de azımsanacak bir kusur değil. Sonuçta erkeklerin yarattığı düzene karşı itirazın niteliğini belirleme, sınırlarını çizme hakkı da erkeklerde olsun isteniyor.
8 Mart’taki “vibratörlü”, “orgazmlı”, “sürtüklü” slogan ve dövizleri müstehcen bulanlar, bunu apolitik olarak yaftalayanlar AKP politikalarının evlerimize, yatak odalarımıza hatta döl yataklarımıza kadar girdiği bir ülkede bizim bu sorunlara karşı kendi söylem ve eylemimizle yanıt vermemizin bal gibi de politik olduğunun farkında.
Bu görüş ayrılıkları ve eleştirilerin başta karma sol örgütler olmak üzere kadın mücadelesinde gelecekte daha da belirginleşecek ayrışma ve çatışmaların işareti olduğuna inanıyorum. Kadınların özgürlük ve eşitlik talepleri için mücadelenin hedefi ve sınırı ne olacak? Yürünen feminist yolun sınırı AKP’ye kadar olsun ama feminizmin alameti farikası olan özel alanın politik olduğu gerçeği es mi geçilsin isteniyor? Bu durumda gerçek anlamda eşitlikçi bir mücadele verilebilir mi? Bu sorunun yanıtı “Hayır”sa o zaman ortaya çıkan öz deneyimlerin politik olma ölçütü ve sınırı/sululuğu hakkında erkeklerin/erkek yol arkadaşlarımızın ahkam kesme hakkı olacak mı? Olacaksa ne kadar olacak? Olmayacaksa, yani bu eleştirilerin haksız olduğuna inanıyorsak bu eleştirileri sıralayanların bilincinde feminizan bir aydınlanma nasıl yaratılacak? Biz solcu kadınlar özel alanda gerçek anlamda eşitlikçi olunacak bir hesaplaşmaya girmeden AKP’ye karşı mücadele etsek bile bu mücadelenin bir ayağı eksik kalmayacak mı? Evlerin içindeki özel alandaki erkek egemenliğini ifşa edip yıkma hedefi olmadan bugün AKP’de simgelenen bu erkek egemen gerici iktidarlarla ve onların inşa ettiği toplumla mücadele etmek mümkün mü? Etsek bile başarılı olmak mümkün mü?
Sözün özü 8 Mart, AKP’nin özel alan kamusal alan ayrımı yapmaksızın evlerden, yatak odalarından başlayarak okullara, işyerlerine ve yaşamın her alanına erkek egemen gerici bir anlayışla müdahale ettiği bir dönemde kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesini kamusal alandaki gericilikle sınırlayan bir mücadele aktüel duruma uygun reaksiyoner ve uzun süreli olmayacak bir kadere sahip. Sokakta “yobaz”ların kıyafetlerimize, tercihlerimize, hareketlerimize yönelik baskılarına yanıt verirken evlerimizde sevgiyle, bilmişlikle, kibarlıkla hatta yoldaşlıkla örülü manipülasyonlarla/ince baskılarla karşı karşıya kaldıkça gerçek anlamda asla özgür olamayacağız.
Bu nedenle vibratör, sürtük, orgazm 8 Mart’a yakışır. Çünkü kadınların yalnızca sokakta, işyerlerinde değil evlerinde ve cinsel hayatlarında da özgür olmasını istemedikçe örgütlediğimiz hareket gerçek anlamda özgürlükçü bir karaktere sahip olmayacaktır.
8 Mart’ın emekçi kadınlar bağlamında ele alınmadığı konusuna gelince 8 Mart Dünya Kadınlar Günü müdür, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü müdür? Bu sorunun tarihsel ve politik olarak bir cevabı var. Tarihsel bağlamda 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün ortaya çıkışını anlatan Çiğdem Çidamlı’nın şu yıllar geçse de eskimeyen yazısı aslında kadın mücadelesinin sınıf hareketinin tam da bağrında nasıl doğduğunun ve bu günün adının tarihsel öyküsünü anlatıyor.
Politik kısmına gelirsek; sınıfı ne olursa olsun, emekçi olmayan kadın var mıdır? Feminist teorisyenlerin literatüre kazandırdığı, kadın hareketinin ilerici unsurlarının mücadeleyle belleklere kazıdığı “emeğin yeniden üretimi” kavramı aslında bu soruya yanıt üretti. Kadınlar evde sarf ettikleri karşılıksız emekle ve doğurganlıklarıyla emeğin yeniden üretimini karşılıksız olarak gerçekleştirdikleri sürece emekçidir. Ve ev içi işbölümü de cinsellik ve doğurkanlık da emeğin özgürleşme mücadelesinin konusu olmak zorundadır. Bunun en güncel örneğini oluşturan kadınları çok çocuk doğurmaya teşvik eden, onu her fırsatta annelikle eşitleyen ve aile ile sınırlayan anlayışın uygulayıcısı AKP olsa da bunun ardında yatanın sermayenin yeni istihdam rejimi olduğunu anlatmak da başka bir yazının konusu olsun.
8 Mart Dünya Kadınlar günü döviziyle adıyla ve geçmişten bugüne ortaya çıkarttığı enerji ile yaratıcıdır, gerçektir ve kimsenin sınırını çizip etiketleyemeyeceği kadar kadınlara aittir. Son söz Sezen’den gelsin; “Beni kategorize etme!”
https://www.youtube.com/watch?v=s-XLCbWh3yU
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.