Doğan Medya, iktidarın hakikatini büyük sermayenin şekerleme kâğıtlarına sarıp “nesnel gerçek” gibi sunuyor olsa da, bu medyanın izleyicileri, Doğan Medya’yı göreceli olarak iktidardan bağımsız bir enformasyon kanalı olarak görüyorlardı
Doğan Medya, iktidarın hakikatini büyük sermayenin şekerleme kâğıtlarına sarıp “nesnel gerçek” gibi sunuyor olsa da, bu medyanın izleyicileri, Doğan Medya’yı göreceli olarak iktidardan bağımsız bir enformasyon kanalı olarak görüyorlardı
Yüzlerce gazetecinin hapislere tıkıldığı, sürgünlere salındığı bir ülkede basın özgürlüğünü varmış gibi göstermeye yarayan Doğan Medya havuza satıldı. Satış aslında kafalarda çok önceden olup bitmiş, Aydın Doğan “amiral gemisi”nin başına (Milliyet’in havuz medyasına geçiş sürecini yöneten) Fikret Bila’yı getirerek ruhunu Mefistofeles’e teslim etmeye hazır olduğunu ilan etmişti. Erdoğan’ın, satışın ilan edilmesinden kısa bir süre önce yaptığı “28 Şubat’ın sivil ayağından hesap sorma” çıkışı, muhtemelen fiyat pazarlığına ilişkindi.
Doğan Medya’nın havuza satışının 2019 (Tek Adam diktatörlüğüne geçiş) sürecinin önemli adımlarından biri olduğunun altını çizmek gerekir. Tabii ki kimse sahneyi terk ederken “Artık dayanacak gücüm kalmadı” repliğini kullanmasına kanıp Aydın Doğan’ın arkasından gözyaşı dökmeyecek. Ama önemli olduğu hissedilen bu hamlenin bizim için en çok neden önemli olduğunu da doğru saptamak gerekiyor.
Doğan Medya’nın anaakım medyanın ayrık otu olmadığı zaten biliniyor. Bütün dönemlerde faşizmin borazanı olarak iş görmüş olan bu yayın grubunun, bu açık faşizme geçiş sürecinde de karanlık geleneğini sürdürdüğü, gereken hiza ve istikameti aldığı ortadaydı. Doğan Medya, aldığı hiza ve istikametle düzen içi muhalefeti iktidarın yörüngesine sıkı sıkıya bağlayan halatlardan biri olarak da görev yapıyordu.
Öyleyse Erdoğan’ın Doğan’ı, faşizmin bu sadık hizmetkârını, anaakım medyadan “sürüp çıkarması” ne anlama geliyor?
Doğan Medya, kendisini “büyük sermayenin sözcüsü” olarak sunan ve bu sunumuyla siyasi bağımsızlık iddiasında bulunan bir yayın grubuydu. Hem büyük sermayenin hakikat algısına denk düşen bir yayın çizgisi izlemek hem de “bağımsızlık” iddiası elbette bir oksimorondu. Çünkü Türkiye’de büyük sermayenin devletle ve iktidarla olan ilişkilerinin, gerçeği iktidarın hakikatine dönüştürmeyi zorunlu hale getirdiği ortadaydı.
Ancak Doğan Medya, iktidarın hakikatini büyük sermayenin şekerleme kağıtlarına sarıp “nesnel gerçek” gibi sunuyor olsa da, bu medyanın izleyicileri, Doğan Medya’yı göreceli olarak iktidardan bağımsız bir enformasyon kanalı olarak görüyorlardı. (Tıpkı, seçmenleri olarak CHP’yi Erdoğan diktatörlüğünü engellemeye odaklanmış en rasyonel iktidar alternatifi olarak gördükleri gibi!) Bu algının yanlışlığı elbette su götürmez. Ama burada önemli olan, Erdoğan iktidarına karşı olan (ve medya izleyicisi olan) halkın büyük bir çoğunluğunun iktidarın hakikatine esir düşmemek için bağımsız bir enformasyon kanalına sahip olma ihtiyacında olması ve Doğan Medya’yı bu ihtiyacını tatmin etmenin kendisine ulaşan (TV’yi açınca karşısına çıkan, gazete stantlarında en üst sırada yer alan) en makul aracı olarak görmesidir.
Erdoğan’ın Doğan Medya operasyonunun hedefinde işte bu kitle bulunmaktadır. Bu, Erdoğan’ın Tek Adam diktatörlüğüne karşı gözünü kelimenin geniş anlamıyla düzen içi alternatiflere dikmiş olan bir kitledir. Bu sürecin emperyalist merkezlerin, büyük sermayenin, “devletin muhayyel sahiplerinin” müdahalesiyle durdurulmasına umut bağlayan, talepkâr ama politik bakımdan pasif bir kitledir bu. Bu yaklaşım Türkiye toplumunun laik, liberal, modern yaşam tarzını benimseyen (ve de çoğunluğu CHP seçmeni olan) eğitimli ve vasıflı/yarı vasıflı nüfusu içerisinde güçlü bir etkiye sahiptir1.
Erdoğan, iktidarına yönelik düzen içi tehdidi bertaraf edebilmek için bu kitleyi paralize etmesi gerektiğinin farkındadır. Çünkü bu kitle, AKP ve MHP’nin kitle tabanına da nüfuz gücüne sahip bir kitledir ve AKP’ye karşı düzen içi siyasi alternatif arayışlarının toplumsal karşılığını sağlamaktadır. Doğan Medya’nın havuza satılması, bu kitlenin iktidarın doğrudan araçlarla ürettiği “Reisin hakikati”yle kuşatılmasını sağlayacaktır. Erdoğan bu kitleyi içinde yaşadığı gerçekliği algılamak için kendisine ulaşan bir mecradan yoksun bırakarak, Tek Adam rejimine geçiş süreci karşısında önce kendisini yalnız, güçsüz ve çaresiz hissetmesini, sonra umutsuzluğa kapılmasını, sonra da yılgınlığa ve teslimiyete sürüklenmesini beklemektedir.
Erdoğan benzer bir politikayı CHP kurmayına yönelik olarak da izlemekte ve sonuç almaktadır. Ancak “medya”, hele de “endüstriyel medya” kitle iletişiminin en manipülatif kanalı olmakla birlikte tek kanalı değildir. Halkın diktatörlüğe karşı direnişi belirli bir kritik kütleyi aştığı anda, kitle iletişiminin hareket içinden fışkıran kanalları, hakikati perdelemeye çalışan “penguenleri” komik duruma düşürür. Halkın çoğunluğunun Tek Adam diktatörlüğüne karşı olduğu gerçeğinden hareket eden ve her muhalifi kendisini görünür hale getirmeye yönelten bir direniş hareketi “çakma bağımsız medya”nın havuza intikalinden doğan boşluğu yeni bir hakikat sunumuyla doldurabilir. Bu nedenle diktatörlüğe karşı halk direnişinin özgür, bağımsız ve demokratik bir Türkiye’nin kuruluş hareketi olarak yeni bir iletişim ortamını da, bu ortama denk düşen kitle iletişim araçlarını da kuran bir hareket olarak gelişeceğinin farkında olmalıyız.
*
[1] Bu eğilimin Türkiye nüfusunun laik-demokrat-bağımsızlık yanlısı kesimleri içerisinde hegemonya kurmasında, CHP kurmayının yıllardır izlediği emperyalizme ve oligarşiye endeksli iktidar perspektifi belirleyici olmuştur.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.