Aforoz rejimi, ancak tüm aforoz edilenlerin birleşmesi ile yenilebilir. Böylesi bir birleşmenin ekseninde sosyalizmin olması ise “cumhur ittifakı” çatısı altında duran gerçek aforoz edilmişlerin, işçi ve yoksulların kazanılmasını da mümkün kılacağı için kazanmak için bir zorunluluktur İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın belediye çalışmalarının öncelikle AKP’ye oy verenlere yönelik olacağını açıklaması, KHK’li akademisyenin avukatlık stajının bitimine iki […]
Aforoz rejimi, ancak tüm aforoz edilenlerin birleşmesi ile yenilebilir. Böylesi bir birleşmenin ekseninde sosyalizmin olması ise “cumhur ittifakı” çatısı altında duran gerçek aforoz edilmişlerin, işçi ve yoksulların kazanılmasını da mümkün kılacağı için kazanmak için bir zorunluluktur
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın belediye çalışmalarının öncelikle AKP’ye oy verenlere yönelik olacağını açıklaması, KHK’li akademisyenin avukatlık stajının bitimine iki ay kala sonlandırılması, taşeron işçilerin kadroya alınması için yapılan sınavda AKP ve Erdoğan ile ilgili sorular sorulması, bir ilçe milli eğitim müdürünün okullarda hala başı açık öğrenciler görmeye katlanamadığını açıklaması kurulmasıyla ilgili son hamlelerin gerçekleştirildiği rejimin bir aforoz rejimi olduğunu gösteriyor. Aforoz rejimleri eşit vatandaşlık hakkına dayalı rejimler değildir. Cumhuriyet gayrimüslimler, Kürtler ve Aleviler için hiçbir zaman bir eşit vatandaşlık rejimi olmadı. Ancak Saray rejimi, vatandaşlık ile siyasi bağlılık arasındaki ilişkiyi sıkılaştırma, içerisi ile dışarısının sınırlarını çok daha keskin bir biçimde çizme konusunda ısrarcı. Eski bir Genelkurmay başkanının ifadesiyle “sözde vatandaşlar”ın kapsamı AKP eliyle giderek genişletiliyor. Modern Türkiye tarihi, böylesi aforozlara ve aforoz edilenlerin sermaye, konum ve imkanlarının bir ilkel sermaye birikimi amacıyla yeniden dağıtılmasına dair örneklerle doludur. Gayrimüslim komprador burjuvazinin kaynaklarının, yerli sermayenin temel zenginleşme olanağı haline dönüşmesi egemenler açısından genetik kodlara dönüşmüş bir davranış tarzı yaratmıştır. Ermeni Soykırımı tam da böylesi bir ilkel sermaye birikimi arayışının nasıl akıl uçurucu sonuçlara varabileceğinin en belirgin örneğidir.
Saray, bu kadar geniş kesimlerin temel vatandaşlık haklarının ortadan kaldırılmasına dayalı bir rejimin salt burjuva rasyonalitesinden doğan bir meşruiyetle kurulamayacağını bildiği için kendisini kurucu bir irade olarak yansıtmak zorunda olduğunun farkında. Herkesin bildiği bir sırrı ifşa ettiği için görünürde “aforoz” edilen bir AKP’li yönetici tam da bunu söylemişti: “Yeni bir devlet kuruluyor, onun kurucu lideri de Erdoğan’dır”. AKP Başkan Yardımcısı’nın deyimiyle iki başkomutan Mustafa Kemal ve Erdoğan’dır ve (şimdilik!) “kimse bu ikisinin kavga etmesini sağlayamaz”. Saray rejimi, kendisini kurucu bir irade noktasına taşıyarak, beka sorununu yeni bir devlet kurarak aşmış bir önderlik durumuna ulaşmak, böylece iktidarına bağlılık ile ülkeye ve topluma bağlılığı eş anlamlı hale getirmek istiyor. Saray rejiminin arayışı bir kurucu irade hüviyetine bürünerek, “aşırı meşruiyet” hakkını ele geçirmektir. Aşırı meşruiyet bir devrimle iktidara gelmiş, seçimle değiştirilmesi “ideolojik” olarak mümkün olmayan bir iktidarın sahip olduğu iktidarı tanımlamak için kullanılabilir. AKP 15 Temmuz’u böylesi bir “devrim” olarak mitoslaştırmaya çalıştı. Ancak olayın hala aydınlanmamış birçok boyutunun olmasından ve aydınlatılmaya çalışıldıkça da ortada bir mitosun kalmayacağı anlaşılınca şimdilik rota dış savaşa ve fethe çevrildi. Afrin’e girişin 18 Mart’a denk getirilmesi bu mitos arayışının aciliyetini göstermesi açısından da öğreticidir.
Kılıçdaroğlu’nun dediği gibi “%60 ile CHP adayı Cumhurbaşkanı olsa” bile şurası açık ki “emperyalizmin bu oyununu bozmak ve Reis’i yedirmemek” için harekete geçecek geniş bir kesim olacağı görülüyor. “Kurucu iktidar” hüviyetine bürünen bir anlayışın doğal refleksi budur. Boykot, muhalefet açısından 2019 seçimlerine giderken geliştirilecek en iyi yöntem olmayabilir ancak boykotun tartışılması toplumun zihinsel sağlığı açısından olumlu bir belirtidir. Ortada yaşananın sıra dışılığının anlaşılmaya başlandığının ve bunun aşılması için yollar arandığının göstergesidir. İlk ele alınan seçenekten sonuç alınamayabilir ancak arayışın başlaması kıymetlidir. Toplumu bir başka tür seferberliğe itmeyecek, yan yana gelemez gibi görünen tarafların yakınlaşması gerektiğinin anlaşılmasını sağlamayacak her tercihin yenilgi anlamına geleceği ancak bu şekilde bilinçlere çıkarılabilir.
Aforoz rejimi, ancak tüm aforoz edilenlerin birleşmesi ile yenilebilir. Böylesi bir birleşmenin ekseninde sosyalizmin olması ise “cumhur ittifakı” çatısı altında duran gerçek aforoz edilmişlerin, işçi ve yoksulların kazanılmasını da mümkün kılacağı için kazanmak için bir zorunluluktur. Ortalama işçi ücretinin 1800 lira olduğu, her gün 6 işçinin iş cinayetinde öldüğü, toplu sözleşmeden yararlanabilen işçi oranının %4,5 ile sınırlı olduğu, toplam 6 milyon işçinin işsiz olduğu bir ülkede bu gerçeği unutmak faşizm karşısında çaresizleşmenin temel gerekçesidir. Ekonomideki dalgalanma ister istemez bu gerçeği daha fazla gözlere sokacak önümüzdeki günlerde. 7,5 milyar dolarlık aylık cari açığa sahip bir ülke olarak doların geçtiğimiz hafta diğer para birimleri karşısında değer kaybederken sadece Türk lirasına karşı değer kazanması Çarşamba günü açıklanacak FED kararını daha da dikkate değer bir hale getiriyor. Doların hızla yükseleceğine dair beklentiler ile yabancı para cinsinden döviz mevduat hesapları Ocak ayında 201 milyar dolardan 206 milyar dolara çıktı.
Afrin’den gelen ilk fotoğraflardan biri Demirci Kawa heykelinin önce kurşunlanıp sonra da yıkılmasıydı. Böylece aforoz politikası, insanlık tarihinin en yıkıcı savaşlarından birisi olan Suriye Savaşı’nın ilk 7 yılında şiddetten kaçanların sığınma noktası olagelmiş bir kadim Kürt kentine de ulaşmış oldu. Afrin’deki gelişmeler gereğinden fazla esnek ittifak politikalarının sınırlarını göstermesinin yansıra Kürt olarak yaşamaya çalışan Kürt’ün nasıl bir aforoz ile karşı karşıya bırakıldığının da nişanesi olarak okunmalı. Bundan sonra daha da hızlanacağı anlaşılan Suriye Savaşı’nda yer alan tüm güçler son iki ayda yaşananların deneyimiyle davranmaya mecburdurlar.
İnsanlığın kurtuluşunun tüm sorumluluğu, neo-liberalizmin, milliyetçiliğin, dinciliğin, erkek egemenliğinin aforoz ettiği ezilenlerin birleşmesini sağlayacak “çoklu” siyasi aktörün omuzlarındadır. Her açıdan giderek hızlanmakta olan tarihin akışı her yönüyle buna işaret ediyor.
Newroz Piroz Be!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.