Özkan Atar, metal işçisinin grev yasağına, OHAL’e, savaşa rağmen engellenemeyen mücadelesini ve son toplu sözleşme sürecinin ayrıntılarını Sendika.Org’a anlattı
Birleşik Metal İş Sendikası Genel Sekreteri Özkan Atar, metal işçisinin grev yasağına, OHAL’e, savaşa rağmen engellenemeyen mücadelesini ve son toplu sözleşme sürecinin ayrıntılarını Sendika.Org’a anlattı
AKP devleti bir taraftan yoksulların ve emekçilerin büyük çoğunluğu üzerinde ideolojik hegemonyasını sürdürürken diğer taraftan bu hegemonyayı zaafa uğratacak bütün siyasal ve sivil öznelere saldırmaya devam ediyor. OHAL’i, Afrin operasyonunu iktidarını güçlendirmek için kullanmaktan çekinmiyor ve kendi çizgisinde arkasında dizilmeyen herkesi fütursuzca hain ilan ediyor.
Kuşksuz bu, açık bir faşizmin kurumsallaşması halidir. Türkiye çok partili siyasi yaşama geçtiğinden bu yana ilk kez böyle bir şey yaşıyor. Korku ve çaresizlik toplumun tüm kesimlerine yayılmaya çalışılıyor.
Tam da böyle bir ortamda Ocak ayında Birleşik Metal İş Sendikası, MESS ile yürüttüğü toplu sözleşme görüşmeleri uyuşmazlıkla sonuçlanınca greve gitti. Bundan bir anormallik yok, zira metal işçisi ve MESS zaten sürekli bir mücadele içinde… OHAL korkusu da zaten önceki yıl metal işçisi tarafından aşılmıştı.
Ancak bu yıl daha özel bir durum vardı. Cumhurbaşkanı Erdoğan haftalar öncesinden ilan ettiği ve her fırsatta tekrarladığı “Afrine gireceğiz!” söylemi 20 Ocak’ta gerçek oldu. Türkiye tam bir bataklık halindeki kimin eli kimin cebinde belli olmayan Suriye’ye girdi ve muhalif olan herkes PYD ya da PKK ile aynı safa konulmaya çalışıldı.
İşte Afrin’e müdahalenin sadece 2 gün sonrasında metal işçileri sanki böyle bir şey yokmuşçasına grev ilan ettiler, bundan 2 gün sonra hükümet grev yasağını Resmi Gazete’de yayımladı ve Birleşik Metal İş sendikası grev yasağını tanımadığını ilan ederek greve çıkacağını bir kez daha ilan etti.
Savaş ortamında AKP devleti metal işçilerinin mücadelesine doğrudan müdahale ediyor ve fakat metal işçisi bu müdahale karşısında dik duruyor ve bunun sonucunda zafer elde ediyor.
Türkiye sınıf mücadelesi tarihini bilenler olarak bu kararlı duruşun son derece kıymetli olduğunu ve tarihe not etmek gerektiği düşüncesindeyiz. Bu maksatla, Birleşik Metal İş Sendikası Genel Sekreteri Özkan Atar’la bir söyleşi yaparak sürecin nasıl yaşandığını daha yakından görmek istedik.
MESS görüşmeleri neden bu kadar gergin geçiyor?
Özkan Atar: Metal sektörü ülke ekonomisi açısında çok kilit bir sektör. Otomotiv başta olmak üzere, demir çelik, beyaz eşya ve yan sanayi ülke imalatının ve ihracatının önemli bir parçası. Sözleşmenin kapsamında 130 bin işçi var ve özel sektörün en büyük sözleşmesi. Bunun yanında bu işkolundaki işveren sendikası MESS kuruluşundan beri en sert işçi düşmanlığı yapmış çok keskin bir işveren örgütüdür. Bunu sadece toplu sözleşmelerdeki tavrıyla değil doğrudan siyasete müdahalesiyle biliyoruz. 1980 askeri darbesinden daha 20 gün sonra Vehbi Koç darbeci general Kenan Evren’e mektup yazarak izlenecek politikalar konusunda akıl verecek kadar cüretkardı. Darbe sonrasında iktidara gelen Turgut Özal da keza yine MESS yöneticiliği sırasındaki performansının meyvelerini toplamıştı.
Bu sözleşme dönemini öncekilerden ayıran önemli bir unsur var mıydı?
Bu dönemin en önemli ayırıcı özelliği metal sektöründeki ciddi büyüme, karlılık ve işçi başına düşen verimliliğin artmasına karşılık işçilik ücretlerinde yaşanan gerilemeydi. Ortalama işçi ücretleri asgari ücretin yüzde 10 kadar üzerinde seyrediyor ve haftalık çalışma saatleri ortalama 55 saat düzeyindeydi. Böyle bir dönemde MESS OHAL’i de fırsat bilerek karlılığını sürdürmek ve daha da arttırmak için bu sözleşmeyi kazançla kapatmak istiyor ve fakat biz de bu büyüme ve kazançtan metal işçileri olarak payımızı almak istiyorduk. Zira bu büyümenin gerçek yaratıcılarının metal işçileri olduğunun farkındaydık.
Diğer bir ayırıcı özellik ise 2010 yılından bu yana biriktirdiğimiz mücadele deneyimi artık çok güçlü bir potansiyeli biriktirmişti. 2010 yılına kadar sarı sendika Türk Metal’in MESS’le anlaşarak işçilerin aleyhine imzaladığı toplu sözleşmelerle metal işçisi çok şey kaybetti. Ancak 2010 yılında yine benzer koşullardaki bir sözleşmeyi metal işçisine dayatmak isteyen Türk Metal ve MESS’e karşı Birleşik Metal İş tavır aldı ve bu sözleşmeye boyun eğmeyeceğini ilan etti. Bunun üzerine örgütlü olduğumuz işyerlerinde greve çıktık ve 2 hafta süren grev sonucunda önemli kazanımlar elde ettik. 12 Eylül sonrasında bu işkolunda devam eden dayatmacı ve tekelci toplu sözleşme düzenini yıktık. Aradan geçen bir sözleşme sonrası 2014’te MESS grubunda yeniden ve çok güçlü bir grev uyguladık.
Bunun ardından 2015’te Metal Fırtına olarak tarihe geçen bir olay yaşandı. Türk Metal’in üyelerine yaptığı ihanet metal işçisinin canına tak ettirdi ve 40 bine yakın işçi Türk Metal’den istifa ederek işyerlerini işgal ettiler. Diğer yandan biz 2017 başında EMİS (Elektro Mekanik İşverenler Sendikası) işyerlerinde anlaşma sağlanamayınca greve gittik. Hükümet OHAL’e dayanarak grevi yasakladı ve fakat biz grev yasağını tanımadığımızı söyleyerek grevi sürdürdük. Grev devam ederken EMİS sözleşme koşullarımızı kabul ederek grevi sonlandırdı.
Dolayısıyla bu sözleşme döneminde ortaya çıkan tabloyu şöyle özetleyebiliriz: Metal sermayesinin karlılığı artıyor ve bundan taviz vermek istemiyor ama aynı zamanda metal işçisinin çalışma koşulları giderek kötüleşiyor ve beraberinde hükümet OHAL ile sermayeye destek oluyor ama aynı zamanda metal işçisi de 2010’dan beri biriktirdiği mücadele pratiğini artık zirveye taşımak istiyor ve ürettiği artı değerden hak ettiğini almakta kararlı.
Ekim ayında görüşmeler başladı ve siz bu sürecin grevle sonuçlanacağını tahmin ediyordunuz. Nasıl hazırlandınız?
Evet, büyük olasılıkla greve çıkacaktık. Bunun için 10 bin üyemizle birlikte bu sürece hazırlandık. Hemen hemen hepsiyle yüz yüze toplantılar yaparak bu süreci tartıştık. Ama esas yük işyeri komitelerimizdeydi. Fabrika örgütlülüklerimizi çok sağlam kurmuştuk ve hepsi bahsettiğim mücadele deneyimlerini yaşamış arkadaşlarımızdı.
Ekim ayından itibaren işyeri toplantılarıyla bu sürecin bütün detaylarını konuştuk. Kent yürüyüşleri ve basın açıklamalarıyla halkımıza derdimizi anlattık ve kamuoyu desteği sağlamaya çalıştık. Bir yerden sonra haftanın 2 günü ya işbaşı saatinde ya da sonunda 2 saatlere varan iş bırakmalarla sermayeye bu süreci ne kadar ciddiye aldığımızı gösterdik. Bütün bu eylemlilik sürecinde ne niceliksel katılım ne de kararlılık olarak en ufak bir fire vermedik.
Bu şekilde Ocak ayına geldiniz. Ocak ayında ne oldu?
Artık anlaşma olmayacağı iyice netleşmişti. 12 Ocak’ta Genişletilmiş Başkanlar Kurulu’nu toplayarak aldığımız kararları kamuoyuyla paylaştık. Kararlarımızda özet olarak metal sermayesinin bu kadar büyüdüğü bir dönemde metal işçisinin haklarının geriye götürülmesine izin vermeyeceğimizi bunun için ne yapılması gerekiyorsa yapacağımızı ilan ederek eylemliliklerimizi arttırarak sürdürme kararı aldık.
13 Ocak’ta Grev Yasakları ve Sendikal Haklar Konferansı düzenledik. Bu konferansın sonuç bildirgesinde “Grev yasaklamak anayasaya aykırı ve gayri meşru bir eylemdir oysa işçilerin grev mücadelesi meşru ve haklıdır. İşçiler gerektiğinde grev hakkını çekinmeden kullanacaktır” diyerek bir süre sonra karşımıza çıkacak olan “grev yasağı” engelini aşmakta kararlı olduğumuzu bir kez daha ilan ettik.
19 Ocak’ta Merkez Toplu Sözleşme Kurulumuzu toplayarak eylemlerimizin devam edeceği kararını alarak 21 Ocak’ta Başbakanlığa yönelik “greve müdahale etmeyin” çağrısı yapan bir telgraf eylemi yapma kararı aldık.
22 Ocak’ta grev kararı alarak 2 Şubat’ta greve çıkacağımızı ilan ettik.
Siz bu işleri yaparken bu arada çok önemli bir şey oldu. Türk Silahlı Kuvvetleri Afrin harekatını başlattı. Cumhurbaşkanı zaten bir süredir bu harekatın başlayacağını ilan etmişti. Afrin harekatı başlayalı 1 ayı geçti ve biz gördük ki başından itibaren hükümet bu olayı biraz da ülke içindeki otoritesini güçlendirmek için kullanıyor. Herhangi bir sebeple kendi çizgisi dışına çıkan herkesi vatan haini ilan ediyor vs.
Siz bu olay karşısında özel bir tartışma yaptınız mı? Yani hükümet bu işi milli bir mesele haline getirmeye çalışıyor, milliyetçi bir atmosfer yaratarak hükümetin bu dönemde rahatsız edilmemesi gerektiği, hükümetin işine gelmeyen bir şey yapan herkesin PKK ile işbirliği yapıyor anlamına geleceği algısı yaratmaya çalışıyor, grev kararı almaktan vazgeçelim mi acaba, diye düşündünüz mü? Ya da üyelerinizden bu yönde bir itiraz geldi mi? MESS’le kavgayı sonraya bırakalım şimdi hükümeti güçsüz bırakacak bir şey yapmayalım gibi…
Doğrusunu isterseniz bu mesele bizi çok meşgul etmedi. Zira hükümet zaten bizim grevlerimizi yasaklıyordu. O güne kadar yasaklamayıp o gün Afrin hadisesi nedeniyle ilk kez yasaklamış değil ki. 2014’te, 2016’da 2017’deki grev yasaklamalarında Afrin yoktu. Ama ne sendika yönetim kurulumuzda ne de üyelerimizin büyük çoğunluğunda böyle bir tereddüt yaşandı. Zira biz hep zaten grev yasaklarına karşı mücadele ediyorduk.
Ülkenin Cumhurbaşkanı bir sermaye örgütü toplantısında “OHAL’i sizin için kullanıyoruz, kimseye grev yaptırmıyoruz” diye konuşma yaptı. Bizim böyle bir açık tavır karşısında tereddütlü durmamız düşünülemez. Bu durumu üyelerimize de çok net anlattık.
Biz ülkemizi seviyoruz ve ülkemizin geleceğini düşünüyoruz ama sermayenin de bizim kadar ülkesini ve işçilerini sevmesini istiyoruz. Kimsenin OHAL, savaş gibi olayları fırsata çevirerek işçileri gayri insani yaşam koşullarına mahkum etmesine asla rıza gösteremeyiz.
Siz grev kararı aldınız ve 2 gün sonra hükümetin grevinizi yasakladığı Resmi Gazete’de yayımlanarak ilan edildi. Bunun sizin için bir anlamı var mıydı?
Dediğim gibi özel bir anlamı olamazdı, zaten bekliyorduk. Biz üyelerimizle greve çıktığımızda, grevin ertelendiğinde ne yapacağımızı en ince ayrıntısına kadar konuştuk. Buna hazırlanmıştık zaten. Eğer greve çıktığımızda buna hükümetin doğrudan bir müdahalesi olsaydı bundan herkes zarar görürdü. Sermaye zarar görürdü, çünkü üretimin tekrar başlatılması, toparlanması çok daha zor, hatta olanaksız hale gelirdi, hükümet zarar görürdü çünkü bu kadar haklı bir mücadeleye saldırarak gayri meşru konuma düşer ve halkın gözünde de işçi düşmanı yüzü daha da açık yansırdı. Kuşkusuz biz de zarar görebilirdik, biz de bu kararlılığımızın bedelini öderdik. Ama açık söyleyeyim ki en az zararı Birleşik Metal İş Sendikası ve metal işçileri görürdü. Çünkü biz haklıydık ve onurlu bir mücadele veriyorduk ve kazanacağımıza inanıyorduk.
Peki sonra ne oldu? 24 Ocak’ta hükümet yasak kararı aldı ama sonra 30 Ocak’ta MESS’le anlaşma sağlandığı açıklandı. Yani 6 gün sonra.
Hükümet grev yasağını açıkladıktan hemen sonra biz tereddütsüz hükümetin grev yasağını tanımayacağımızı ve 2 Şubat’ta greve çıkacağımızı bir kez daha ilan ettik. İşyerlerinde de bu kararlılığımızı sergiledik, aynı gün fabrikalarda üretimi belli bir süre durdurma eylemi yaptık. MESS bu tablo karşısında çok fazla direnemezdi. Tekrar görüşme talep etti. Biz kendilerine talep ettiğimiz koşulların dışında bir sözleşmeye imza atmayacağımızı söyledik.
MESS’in geçmiş teamüllerine göre sözleşme öncelikle en çok üyeye sahip sendikayla imzalanıyor. Bu da şu anda Türk Metal. Biz MESS’e dedik ki “Eğer anlaşmak istiyorsanız bizim kriterlerimiz bunlar bunlar” yani 2 yıllık sözleşme, ortalamada net 500 TL maaş artışı, zam yöntemi olarak iblağ+seyyanen zam+kıdem zammı ve tabii ki MESS’in kazanılmış haklara yönelik karşı tekliflerini geri çekmesi vb. bazı diğer ayrıntılar. Sonrasında MESS Türk Metal ile bizim sözleşmemizi imzaladı. Aynı gün içersinde biz imzaladık ve bizden sonra da Çelik İş sendikasıyla imzalanarak süreç sonuçlanmış oldu.
Yani bu dönem Birleşik Metal İş üyelerinin kararlı duruşu sayesinde bütün metal işçileri kazandı, diyebilir miyiz?
Evet kesinlikle öyle.
Bu dönemde Türk Metal’in tavrı nasıldı?
2015 Metal Fırtınasından sonra Türk Metal artık o kadar açıktan eskisi gibi sermaye yanlısı, ihanetçi bir tutum almaktan korkuyor. Bu nedenle sanki mücadeleden yanaymış gibi bir tavır sürdürmeye gayret etti, diyebiliriz.
MESS anlaşma kararını tek başına mı almıştır yoksa hükümetten siyasi bir müdahalesi olmuş olabilir mi? Yani bu kadar meseleyle uğraşırken bir de metal işçisiyle uğraştırmayın bizi, kabul edin şartlarını, diye MESS’e baskı gelmiş olabilir mi?
Bunu bilemeyiz. Doğrusunu isterseniz bizi de çok ilgilendirmiyor. Biz Ekim ayında görüşmeler başladığında bir yol çizdik ve oradan sapmadan yolumuzda yürüdük. Bizim için önemli olan budur. Sermayenin veya hükümetin ne yaptığına bakmayız. Ama eğer böyle bir anlaşma olmasaydı başlatacağımız fiili grev hem sermayeyi hem de hükümeti çok zora sokacaktı. Muhtemelen bunları hesap etmişlerdir.
Bundan sonrası için sınıf mücadelesine ilişkin ne düşünüyorsunuz?
Artık çok açık ki yasal prosedürlere uyarak bir işçi mücadelesi, grev mücadelesi yürütmek neredeyse imkansız. İşçi mücadelesini, sendikalaşmayı yasa maddelerinin arasına sıkıştırmak devlet bürokrasisinin labirentlerinde dolaştırmakla hiçbir sonuç alınamıyor. Özgücümüze, yani üretimden gelen gücümüze dayanan, yasalcılıktan uzak, tamamen haklı ve meşru zeminde, kitlesel ortak mücadeleye odaklanmak lazım. Ülkemizin geleceği için de işçi sınıfının refahı ve mutluluğu için de bu mücadeleyi inatla ve kararlılıkla sürdürmemiz şart.
Söyleşi: Tufan Sertlek
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.