Boykotlar, ister tamamen akademik isterse BDS hareketi gibi geniş kapsamlı olsunlar, tek başına Filistinliler için adaleti ve özgürlüğü getirmeyecekler. Burada kilit rolü, Filistin halkı oynayacak
Mesele, bilimin, tıpkı diğer insani faaliyetler gibi, bilim yapan kişiler bunun farkında olsunlar ya da olmasınlar, tarafsız olmamasıdır. Yine, eğer bilim insanları Filistinli meslektaşları ile dayanışma içinde olmak istiyorlarsa, o halde, Filistinli meslektaşlarının bu mesele üzerine, aşırı ağırlıklı bir biçimde akademik boykottan yana ve İsrailli kurumlar ile her türden işbirliğine karşı olan düşüncelerine kulak vermeleri gerekiyor. Aksi takdirde, her türden Filistin’de bilime yardımcı olma düşüncesi, Batılı-kurtarıcı zihniyetinden kaynaklanan bir hayırsever egzersiz olmaktan öteye geçemiyor
Filistinli bilim insanları tarafından İngiltere’nin Cambridge şehrinde yakın zaman önce organize dilen Filistin’de Bilim İçin Uluslararası Toplantı, yüksek öğrenim ve araştırma konularında Filistin’deki gerçekliği teşhir etmenin yanı sıra Filistin’de bilimin gelişmesine yardımcı olma çabalarına dönük adım atmaya yönelikti.
Toplantı, işgalden bahsetmeksizin Filistin’de bilim (ya da herhangi bir şey) hakkında konuşamayacağımız düşüncesinin aksini kanıtlamak açısından oldukça etkiliydi.
Filistinli katılımcıların hem kişisel hem de uzaktan ortaya koydukları tanıklıklar, işgalin eğitim ve bilimsel araştırma üzerindeki etkisinin açık bir resmini sundu. Kontrol noktalarıyla kuşatma hareketinde öğrenci yurtlarının basılmasına, üniversitelerin keyfi biçimde kapatılmasına, işgalin Filistinli kurumlarda bilimin geliştirilmesine yönelik temel engel olduğu açıktır.
Durum, günde sadece birkaç saat elektriğin verildiği ve bırakalım bilimsel araştırma ekipmanlarını hiçbir şeyi dışarıdan getirtmenin neredeyse imkansız olduğu kuşatma altındaki Gazze Şeridi açısından daha da kötüdür.
Gazzeli öğrenciler, yurtdışındaki eğitim olanaklarını değerlendirmelerine ya da bu olanakları tamamen kaybetmelerine yol açacak şekilde Refah sınır kapısının açılmasını aylardır beklemelerinden kaynaklanan ıstırabı da anlattılar.
Kaçınılmaz bir biçimde, bu toplantıda tartışılan konulardan biri de, İsrail’in akademik boykotu ve bilimin tarafsızlığı (aslında taraflılığı) idi.
Filistin İçin Bilim İnsanları grubu, akademik boykota yönelik resmi bir konum almış değil. Oysa ki, İsrail hükümetinin boykotu, yatırımların geri çekilmesini ve yaptırımı (BDS) destekleyen herhangi bir gruba yakın bireyler üzerindeki baskılarına bağlı olarak, bu meselede böylesine kamusal bir konum almak, Filistin’de faaliyetler organize etmeye dönük çabaları zayıflatmaktadır.
(İsrail’i boykot hareketi hakkında daha ayrıntılı bilgi için bkz. “BDS: Özgürlük ve Adalet için Küresel Bir Hareket, Ömer Barguti“)
Başta pozitif bilimler olmak üzere bilim çevreleri, evrenin en derin sırlarını ortaya çıkarmanın izini sürmekte hiçbir kısa yola rağbet etmemeleri ile övünüyorlar.
Herhangi bir fizikçiye mesela “pion bozunması” hakkında bir kuramsal soru sorun ve onlar da size bir kuantum anomalisinin nasıl iki foton dahilindeki temel bozunum sürecini mümkün kıldığını gururla açıklasınlar.
Fakat bu bilim insanlarına Filistin ile ilgili bir soru sorun ve duyacağınız şey, en iyi ihtimalle, meselenin “çok karmaşık” olduğu ve hatta muhtemelen Araplar, İslam ya da bunların her ikisine dönük oryantalist mecazlardan başka bir şey olmayacaktır.
Fakat bu meselede ana akım anlatının ötesinde bilgi edinmiş kişiler bile, bir konum almada ya da boykotu desteklemede isteksiz olabilmektedirler. Bilimsel araştırma dünyası, özellikle daha alt kademelerinde, zalim bir rekabetin ve sömürünün söz konusu olduğu alanlardan biridir ve bu insanlardan pek azı Filistin’den yana konum alarak kendi kariyerlerini ve fon olanaklarını tehlikeye atmaya yanaşır.
Bizlere, bilimsel topluluğun boykotları teşvik etmek yerine “köprüler kurması”nın gerektiği ve gerisinin geleceğini söylüyorlar.
Gelgelelim bu tavır, on yıllardır süren yerleşimci-sömürgeci işgalinin, etnik temizliğin ve insan hakları ihlallerinin, birbiriyle konuşmayan farklı halklardan ibaret bir mesele olarak geçiştirilmesini benimsiyor. Kuşkusuz, kurulan şey köprü değil, balonun dışına bakmadığınız sürece her şeyi birbiriyle uyum içinde göründüğü ufacık balonlardır.
Buradaki anahtar kelime, “normalleşme”dir. İsrail’in uluslararası hukukun uygulanmadığı bir yerleşimci-sömürgeci, apartheid (ırkçı) devlet olarak mevcut varlığı, ağırlıklı olarak, kendisini modern, yüksek teknoloji sahibi, Batı tarzı bir liberal demokrasi olarak sunmasına dayanıyor.
Bilimi ilerletmek ya da köprüler kurmak adına prestijli konferanslar ve ortak bilimsel yatırımlar, bunların hepsi de bu anlatıyı iyice yerleştirmek için gerçekleştiriliyor.
Boykotlar aşırı derecede etkili olabilirler ve İsrail’in BDS (Kültürel ve Akademik Boykot) hareketine dönük panik halindeki tepkisi de bunun kanıtıdır.
Bir boykot kampanyası, projelerle beslenerek cilalanan İsrail imajının gerçek temellerini altüst etmekte, aksi takdirde perdenin arkasına bakmaya pek de meyilli olmayan insanları buna zorlamakta ve etnik temizlik, sürekli bombardımanlar ve sonu gelmeyen insan hakları ihlallerinden oluşan dehşet verici gerçeği teşhir etmektedir.
Güney Afrika’daki apartheid rejimine karşı (kültürel ve spor boykotlarıyla bir arada örgütlenen) akademik boykottan bugüne çok da uzun bir zaman geçmedi.
Birleşmiş Milletler bile bu boykotu destekleyen kararlara imza attı. Ben, bugün İsrail’e dönük akademik boykot konusunda kafası karışık olan ya da boykota karşı olan pek çok kişinin Güney Afrika’ya dönük boykotu seve seve sahiplenmiş olduklarından kuşkum yok.
Yine, apartheid‘ın İsrailli versiyonunun, Güney Afrikalı selefini çoktan gölgede bırakmıştır.
İsrail, –geçmişte en sonunda Güney Afrika’ya dönük desteğine son vermek durumunda kalan– dünyanın önde gelen süper-gücünün koşulsuz desteğine ve eli kongrelere, meclislere ve yayın kurullarına uzanan nüfuzlu bir lobiye sahiptir.
Güney Afrika’da yapılması gereken şeyin apartheid ve bantustan kurumlarını da kapsayan bir bilimsel işbirliği olduğunu önermek oldukça gülünç olurdu. Güney Afrika’nın yerine İsrail’i ve bantustan‘ın yerine (apartheid rejimi tarafından kurulmuş olan söz de bağımsız Siyahların kendilerini yönettiği “yurt”lar) işgal altındaki toprakları koyarsanız, önerinin hâlâ gülünç olduğunu göreceksiniz.
Mesele, bilimin, tıpkı diğer insani faaliyetler gibi, bilim yapan kişiler bunun farkında olsunlar ya da olmasınlar, tarafsız olmamasıdır. Yine, eğer bilim insanları Filistinli meslektaşları ile dayanışma içinde olmak istiyorlarsa, o halde, Filistinli meslektaşlarının bu mesele üzerine, aşırı ağırlıklı bir biçimde akademik boykottan yana ve İsrailli kurumlar ile her türden işbirliğine karşı olan düşüncelerine kulak vermeleri gerekiyor. Aksi takdirde, her türden Filistin’de bilime yardımcı olma düşüncesi, Batılı-kurtarıcı zihniyetinden kaynaklanan bir hayırsever egzersiz olmaktan öteye geçemiyor.
Nihayet boykotlar, ister tamamen akademik isterse BDS hareketi gibi geniş kapsamlı olsunlar, tek başına Filistinliler için adaleti ve özgürlüğü getirmeyecekler. Burada kilit rolü, Filistin halkı oynayacak.
Fakat bilimsel topluluğun anlaması gereken şey, oynaması gereken bir rolünün olduğu ve boykotların, hem Güney Afrika’da hem de İsrail’de vücut bulan apartheid ile mücadele etmek ve kendi varlığı için de kritik olan normalleşme açısından etkisini kanıtlamış olduğudur.
[ElectronicIntifada’daki İngilizce orijinalinden Soner Torlak tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.