11 Eylül 2001’den 31 Aralık 2016’ya dek ABD’de aşırı-sağcılar 62, İslamcı aşırılıkçılar 23 terör eylemi düzenledi. Yaratılan toplumsal algı ise tam tersi yönde
11 Eylül 2001’den 31 Aralık 2016’ya dek ABD’de aşırı-sağcılar 62, İslamcı aşırılıkçılar 23 terör eylemi düzenledi. Yaratılan toplumsal algı ise tam tersi yönde
2016 Ekim’inde izlediğim “Do Not Resist” adlı belgesel film Amerikan polis teşkilatlarının yıllar içinde derece derece artan militaristleşmesine odaklanmıştı. Bu film hakkında yazmış olduğum yazıda, Amerika’da polis güçlerinin kullandığı donanımda, eğitim programlarının içeriğinde ve toplumsal yaşamın çeşitli alanlarında güçlenen militaristleşme eğilimine ilişkin çeşitli verileri sunmaya çalışmıştım. Geçtiğimiz günlerde Amerika’da 18 yaşında bir gencin uzaklaştırıldığı okulu basarak 17 kişiyi öldürüp 20 kişiyi yaralaması yeni tartışmalara yol açtı. Geçtiğimiz Ekim ayında Las Vegas’ta bir müzik konserini izlemekte olan kitleyi tarayan Stephen Paddock 59 kişiyi öldürmüş, 527 kişiyi yaralamıştı. Amerika’da öğrencilerin gerçekleştirdiği kitle katliamlarını bir kez daha gündemin baş sırasına taşıyan bu yeni katliam sonrasında ABD Başkanı Trump’ın dillendirdiği çözüm önerisi, militarist kültürün Amerika’da kazanmış olduğu düzeyi daha yakından görme olanağı sundu.
Trump, Amerikan halkına, saldırıları durdurmak için, öğretmenlerin ve diğer okul personelinin silahlandırılması çağrısını ‘güçlü şekilde değerlendirmeyi’ önerdi ve “silahlardan iyi anlayan bir öğretmeniniz olursa, saldırıları çok çabuk bir şekilde sonlandırabilirler” dedi. Okulların yakınlarındaki silahsızlandırılmış bölge uygulamasını da eleştiren Trump, silahsızlandırılmış bölgelerin “korkaklara hadi gir, saldır” anlamına geldiğini iddia etti. Trump’ın çözüm önerisinin Ulusal Silah Birliği NRA adlı silah üreticisi patronların çıkarlarını temsil eden bir lobi grubunun daha önce gündeme getirdiği önerilerle ortak olduğu değişik mecralarda ileri sürüldü. Silah üreticileri ve onların politik temsilcilerinden bundan başka bir öneri beklenebilir mi?
World Socialist Web Site’sinde yayımlanan konuya ilişkin yazısında Eric London, 2000 yılından bu yana ABD’de 270 bin cinayet işlendiği, 650 bin intihar vakası yaşandığını, intihar vakalarında ölenlerin 130 bininin eski askerler olduğu bilgisini veriyor. (The Parkland shooting: Why are mass killings so common in the United States?, Feb 23) London, Amerika’da şiddetin yaşamda böylesine geniş bir alan kaplamasının iki temel faktöre dayandığını son derece doğru bir biçimde ortaya koyuyor. Bu faktörlerin ilki, sürekli büyüyen ve derinleşen eşitsizlik. İkincisi, ABD’nin 18 yıldır dünyanın dört bir yanında yürüttüğü “sonsuz savaş”, “teröre karşı savaş” politikası. Bu son derece doğru saptamalar ABD’deki kitle katliamlarının ekonomik, toplumsal ve politik kaynaklarına güçlü bir ışık tutuyor.
Amerika’daki kitle katliamları ağırlıklı olarak örgütsüz bireyler tarafından gerçekleştiriliyor, Amerikan egemen sınıfı kendi toplumsal sisteminin yarattığı bu durumu bile daha fazla militarizm ve bu kez öğretmenler, diğer okul personeline de satılacak silahlarla bir fırsata çevirmeye çalışıyor, tabii bunda bir tuhaflık yok, bu son derece “eşyanın tabiatına uygun”. Sonuncu okul katliamını gerçekleştiren Nicolas Cruz, sosyal medyada defalarca böyle bir okul katliamı gerçekleştireceğini yazmış, sosyal medya paylaşımlarında sadece bir okul katliamı yapmaktan değil, hayvanları da öldürmekten söz ediyormuş. Yakın arkadaşlarının anlattığına göre, ırkçı konuşmalar yapıyor, siyahları, Müslümanları aşağılıyormuş. “Müslümanlar bombacı ve terörist” diyor ve beyazların diğerlerinden ne kadar üstün olduğunu sık sık tekrar ediyormuş. Sınıf arkadaşlarının bir okul katliamı yapabileceği yönünde önceden uyarılarda bulunmasına, yerel polisin 2011’den bu yana evini 39 defa ziyaret etmesine, FBI’a Cruz hakkında iki kez uyarı yapılmasına rağmen 18 yaşındaki Cruz’un gidip bir mağazadan katliamı işlediği silahları satın alması ve katliamı gerçekleştirmesi engellenemedi. Cruz hakkındaki bu bilgileri veren, kendisi de ABD vatandaşı olan Trita Parsi, Amerika’da Müslümanların tehdit olarak görüldüğünü ancak bu son katliamı gerçekleştiren Cruz gibi ırkçıların tehdit olarak görülmediğini söylüyor. Bunun nedenlerini tartışmaya çalışıyor. Parsi, 12 Eylül 2001’den -yani 11 Eylül’den- 31 Aralık 2016’ya dek ABD’de aşırı-sağcıların 62, İslamcı aşırılıkçıların 23 terör eylemi düzenlediği bilgisini veriyor ve genel toplumsal algının ise tam tersi yönde olduğunu vurguluyor. (Muslims are seen as a threat in the US – but the Florida shooter wasn’t. Why? Guardian, Feb 25) Parsi bir gerçekliği dile getiriyor, bu hiç şaşırtıcı değil, çünkü 11 Eylül’den beri uygulanan ABD politikaları bütünüyle bu algının tüm topluma yayılmasını amaçlıyor.
Bu algı yaratılmasa, 11 Eylül’den beri Ortadoğu’daki icraatlarını yurttaşlarına nasıl kabul ettirebilir? Dünya üzerindeki tüm çatışmalı bölgelerde var olup her yerde ateşe benzin dökmeyi temel davranış biçimi haline getirmiş bir emperyalist güç başka türlü var olabilir mi? Geçtiğimiz günlerde bir açıklama yapan ABD yönetiminden bir yetkili, “Mayıs ayında Kudüs’te yeni ABD Büyükelçiliğinin açılmasını planlıyoruz. Büyükelçiliğin açılışı, İsrail’in kuruluşunun 70. yıl dönümüne denk gelmektedir” dedi. Basında yer alan bazı özel haberlerde, ABD Büyükelçiliği’nin öncelikle geçici bir binaya taşınacağı, asıl binanın yapımına hemen başlanacağı ve yeni yapılacak binanın masraflarını Siyonist lobinin finansörlerinden ABD’li patron Sheldon G. Adelson’ın ödeyeceği bilgisi verildi. (Hard-Line Supporter of Israel Offers to Pay for U.S. Embassy in Jerusalem, New York Times, Feb 23) Haberi değerlendiren İsrail Başbakanı Netanyahu bunu, kendilerine yetmişinci kuruluş yılında verilen büyük bir hediye olarak niteledi.
ABD yönetimi bu kararındaki zamanlamayla Siyonist ajandanın sadık takipçisi olduğunun güçlü bir işaretini veriyor, bölgede yanan ateşe daha çok benzin dökmeye kararlı olduğunu dünyaya açıkça ilan etmiş oluyor. ABD yönetiminin bu kararını değerlendiren İsrail gazetesi Haaretz’in editoryası ise, bu kararın pek iyi kokular yaymadığını, ABD eğer İsrail’e gerçekten yardım etmek istiyorsa, İsrail ve Filistinlilere eşit derecede doğru bir yaklaşım geliştirmesi gerektiğini vurguladı. (U.S. Embassy Move to Jerusalem Is No Cause for Celebration, Feb 25) Editorya, “İsrail’e verilecek gerçek 70. yıl kuruluş hediyesi iki tarafın haklarını da kapsayan başarılı bir barış planıdır” diyor ve İsrail’in bu tip hediyelere değil barışa ihtiyacı olduğunu dile getiriyordu. İşgalci İsrail devleti uzun yıllardır almış olduğu cömert hediyelerin kazandırdığı kapasite sayesinde, Filistin halkından gasp ettiği doğalgazı yaptığı yeni anlaşmayla artık Mısır’a satıyor. Daha önce işgal edip katliamlara uğrattığı Lübnan halkını doğalgaz alanını elinden almakla, buna karşı duracak olursa bombalamakla tehdit ediyor. Halen bir kısmını işgal altında tuttuğu Suriye’ye sürekli saldırıyor, Suriye’deki işgalini daha da genişletip kalıcı hale getirmek için El Kaide’ye para, silah, yiyecek sağlıyor. Netanyahu basın toplantısında “Sünni isyancı” olduklarını iddia ettiği El Kaide bağlantılı gruplara destek sunduklarını ve bu desteklerini arttırdıklarını açıkça söylüyor.
Son haftalarda Güney Kore Başbakanı Moon’un çabalarına Kuzey Kore yönetiminin olumlu karşılık vermesiyle başlayan “Olimpiyat ateşkesi” iki ülke arasında olumlu bir diplomatik yakınlaşmaya vesile oldu. Kuzey Kore lideri Kim’in kız kardeşinin resmi bir heyetle Güney Kore’deki Kış Olimpiyatlarına katılması ve iki ülke heyetlerinin sıcak bir atmosfer içinde görüşmeler yapmaya başlaması bölgede yeni bir barışçıl gelişme umudunu büyütmeye başladı. Siz misiniz barışçıl bir atmosfer geliştirmeye çalışan? Önce Trump’ın kızı olimpiyatlara bir çıkartma yaptı. Trump’ın kızı uçaktan inerken ABD yönetimi Kuzey Kore’ye yönelik yeni ekonomik yaptırım kararlarını açıkladı. Güney Kore Başbakanı, İvanka Trump’la birlikte düzenlediği basın toplantısında, sporun barışa sunacağı katkıdan, Güney Kore aracılığıyla düzenlenecek Kuzey Kore ABD arasındaki barış görüşmelerinden söz ederken, yanındaki İvanka Trump sahne aldı ve sözlerinin başında, Kuzey Kore üzerindeki baskının güçlü bir şekilde arttırılmasının gerekliliğini deklare etti.
Bu hadisenin üzerinden iki gün geçtikten sonra ABD yetkilileri New York Times habercilerine olan bitenin arka planını anlattılar ve onlar da aktardı. ABD yönetimi, Güney Kore Başbakanı’nın son zamanlarda ABD’nin Kuzey Kore üzerinde maksimum baskı politikasına hizmet etmeyen farklı politikalara yönelmesinden hayal kırıklığına uğramış. Moon’un yöneldiği politikalar iki müttefik arasındaki ilişkileri kötü yönde etkileyebilirmiş. İvanka Trump, Güney Kore’de ABD yönetiminin bu gidişe dur deme yönündeki tutumu ortaya koymuş. Son yakınlaşma girişimleriyle oluşan durumu Güney Koreli bir bölge uzmanı, “Olimpiyat ateşkesi”, “bölgedeki gerilimi inanılmaz düşürdü, bu süreçte tehditlerin testlerin yerini yüz yüze görüşmeler aldı” diyor. (Can South Korea’s Leader Turn an Olympic Truce Into a Lasting Peace? Feb 25) Eh bunlar olacak işler değil tabii ki! Trump da hemen söz aldı ve “eğer bu yeni yaptırımlar sonucu beklentilerimiz gerçekleşmezse, bunun Kuzey Kore için çok ağır sonuçları olacak” sözleriyle yeni bir savaş tehdidi savurdu. Bu arada, Güney Kore Başbakanı Moon ABD basınında bir anda “çöpçatan”, “azimli diyalog yanlısı” gibi sözlerle anılmaya başlandı. Kış Olimpiyatları nedeniyle büyük ABD-Güney Kore askeri tatbikatı ertelenmişti. Şimdi tatbikatın 9-18 Mart arasında yapılacağı ifade ediliyor ve tatbikatın yeniden ertelenmesine yönelik olarak Moon’dan gelebilecek bir yeniden erteleme girişiminin onun için bir test olacağı yazılıyor. Seul merkezli bir Güney Kore düşünce kuruluşu olan Barış ve İşbirliği Enstitüsü yöneticisi Lee Byong Chul, tatbikatın yeniden başlatılmasının, Moon tarafından sağlanan Koreliler arasındaki yakınlaşma çabasını rayından çıkarma, “Güney’in Olimpiyat Partisi’nin üstüne soğuk su dökme” anlamına geleceğini ifade ediyor. Görüşlerine başvurulan eski bir ABD diplomatıysa, Moon ve Çinlilerin şiddetle diyalog için çaba harcadıklarını araya not ediyor.
New York Times habercilerine göre, Güney Kore’deki ilericiler tatbikatın kötü sonuçlar yaratacağını düşünürken, Güney Kore ve ABD’deki tutucular, tatbikatın yapılmamasının tam da Kim’in istediği şeye yol açacağını; Kim’in, Güney Kore’yi korumak için bölgede bulunan Amerikan askeri varlığının sonlanması isteğine güç vereceğini düşünüyorlarmış.
Aynı günlerde Batı kamuoyu bu kez yine büyük bir duyarlılıkla Doğu Guta için ayağa kalktı. Manşetler, tarihin gördüğü en büyük katliam söz konusu, ahlaki sorumluluğumuz ne olacak diye soruyor. Birisi “Batılı değerlerimiz” harekete geçmeyi emrediyor, ne duruyoruz diyor. Arada tek tük olsa da Robert Fisk’inki gibi sesler de çıkıyor; Fisk basına servis edilen fotoğraf ve videolarda nasıl oluyor da tek bir silahlı militan bulunmuyor gibi basit bir soru soruyor. Bu sorunun yanıtı, Musul ve Rakka’nın yıkıntıları altında yatan insanlardadır. Bu kampanyayı düzenlerken, sivilleri kalkan olarak kullanan El Kaide militanlarının gösterilmemesi Batı’nın hep söylendiği gibi ikiyüzlülüğü değil, onun politik eylemidir. El Kaide ve bağlantılı Cihatçı gruplar Rakka’yı ele geçirdiği gün, “Sünni İsyancılar Rakka’yı ele geçirdi, Esad savaş uçaklarıyla katliam yapmaya hazırlanıyor” manşetlerini atarak zafer kutlaması yapanlar, bir buçuk yıl sonra aynı unsurların bir bölümünü “insanlığın karşı karşıya olduğu en büyük tehdit” olarak ilan edip “IŞİD’le Savaş”ı başlattıklarında ikiyüzlü değillerdi, şimdi de değiller. Sadece jeo-stratejik ajandalarına uygun politik-askeri hamleler yapıyorlar. Tıpkı Kudüs’te, Kore’de, Venezüella’da, Filipinler’de, Ukrayna’da yakın zamanda Afrin’de yaptıkları gibi…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.