Yol Ayrımı’nda bize sunulan yol; sınıf mücadelesi değil “sınıf merhameti”dir. Bu mesajı en net biçimde ortaya koyan sahne Mazhar’ın Emine’ye “Ya benim sizin merhametinize ihtiyacım varsa?” dediği sahnedir
Yol Ayrımı’nda bize sunulan yol; sınıf mücadelesi değil “sınıf merhameti”dir. Bu mesajı en net biçimde ortaya koyan sahne Mazhar’ın Emine’ye “Ya benim sizin merhametinize ihtiyacım varsa?” dediği sahnedir
Yavuz Turgul’un Yol Ayrımı filmi tekstil sektöründe büyük bir işadamı olan Mazhar’ın bir trafik kazası sonucu -bilinçlenmesini değil ama- ‘aydınlanmasını’, o güne kadar olan karakterinin tam zıddına dönüşmesini konu alır. İşçi sınıfının temsili her ne kadar bu filmde kendine yer bulsa da filmi derinlemesine incelediğimizde yönetmenin bu sınıfa aslında “anlatılan senin hikâyen değildir” dediğini ve bu hikâyenin vicdanlı bir kapitalizm hikâyesi anlatmaktan öteye gidemediği görebiliriz. İzlediğimiz; daha iyi, daha güzel bir toplum için, sömürüsüz bir düzen için sınıfın mücadelesi değil, Mazhar’ın rüyasından ibarettir yalnızca. Ve Mazhar’ın temel derdi işçi sınıfının kurtuluşu değil tüm insanlığın kurtuluşudur. Çünkü başta kendi ve ailesi olmak üzere burjuvalar da mutlu değildir bu dünyada. Ortak mutluluğu sağlayacak olan ise şirketinde kurduğu sistem ile Mazhar’ın ta kendisidir.
Mazhar bu rüyayı gören ilk insan değildir elbet. Bilimsel sosyalizmden önce ütopik sosyalistler tam da Şener Şen’in oyunculuğu ile hayat verdiği Mazhar karakterinin tarihsel temsili olarak çıkar karşımıza. Engels’e göre (1882: 44) ütopik sosyalistler de “tıpkı aydınlanmacılar gibi, öncelikle belli bir sınıfı değil, tüm insanlığı kurtarmak istiyorlardı.(…) Şimdiye kadar gerçek akıl ve adaletin dünyaya egemen olamamasının nedeni, yalnızca bunların tam olarak kavranamamış olmasından kaynaklanmaktadır. Eksik olan şey, gerçeği görebilen o tek dahi kişidir.” Yol Ayrımı’nda Engels’in sözünü ettiği “gerçeği görebilen o tek dahi kişi” Mazhar’dan başkası değildir. Oğlu, kızı ve eşinin Mazhar’ı kararından (işçilerin sosyal haklarını yeniden düzenlemek, kreş açmak vs.’nin yanı sıra şirketin yönetimine ve üretim araçlarına ortak etmek) vazgeçirmek için görüşmeye çağırdıkları sahnede Engels’in yukarıdaki tanımı açıkça görülmektedir. Mazhar, ailesine gerçeği kavradığını, bir uyanış yaşadığını ailesinin ise henüz bu kavrayışa sahip olmadığını söyler ve onları da “uyanmaya” davet eder. Bu uyanışı yaşayan dahi kişinin “şimdi ortaya çıkmış ve gerçeğin şimdi kavranabilmiş olması ise tarihsel gelişimin zorunlu bir sonucu, kaçınılmaz bir olgu değil, yalnızca mutlu bir rastlantıdır.” Engels’in “mutlu rastlantı” diye açıkladığı bu kendiliğinden ortaya çıkan gerçeği kavrama hali, Yol Ayrımı’nda mutsuz bir rastlantıya dönüşmüştür o kadar. Mazhar bir trafik kazası sonucu rastlantısal olarak, kendiliğinden gerçeğin ve sömürünün farkına varmıştır. Burada belirleyici olan işçi sınıfının mücadelesi değil, burjuva sınıfının içinden gerçeği keşfeden dahi kişinin mücadelesidir. Lenin bu düşünceyi şu sözlerle eleştirir: “Eski ütopist sosyalistler sosyalizmi başka insanlarla, önceden yetiştirecekleri çok iyi, çok temiz, olağanüstü bilgili insanlarla kuracaklarını düşlerlerdi. Biz bu düşünlere her zaman gülüp geçtik…” (Lenin’den akt. Besse vd. 1997: 111). Yol Ayrımı filminde bize sunulan çözümün anahtarı böyle bir anahtardır. Çözüm işçilerde değil, iyi ve temiz kalpli, bilgili Mazhar’dadır. Ve aslında filmin argümanını daha da vahim kılan nokta; Mazhar’ın tüm bunları işçi sınıfı lehine vardığı bir bilinçle değil cehenneme gitme korkusu ile yapmasıdır. Annesinin kendisini tehdit etmek için görevlendirdiği hakime yaşadığı dönüşümün nedenini anlatırken, kaza sırasında ölmek üzereyken işten çıkardığı Emine’nin “cehennemde yanasın” bedduasını işittiğini ve ruhunun yukarı doğru yükselirken her şeyi düzeltmek için bir şans istediğini söylemesi bu argümanı açıkça ortaya koyar. İlerleyen sahnelerde şair dostu Altan’ın ölümü üzerine annesi ile yaptığı konuşmada; Altan’ı ölümden sonra sevdiği kadınların, şairlerin karşılayacağını söyledikten sonra “Peki bizi kim karşılayacak anne?” diye sorması yine bu argümanı pekiştirir.
Elbette Yol Ayrımı filmi için kapitalizm eleştirisi yapmadığı söylenemez. Ancak bunun nasıl bir eleştiri olduğunu ve bu eleştirinin açmazlarını yine Engels’in ütopik sosyalizm için sarf ettiği şu sözleriyle açıklığa kavuşturmak yerinde olacaktır:
Şimdiye kadar geçerli olan sosyalist anlayış, var olan kapitalist üretim biçimini ve onun sonuçlarını eleştiriyordu; ama onu açıklayamıyor ve dolayısıyla da başa çıkamadığı bu olguyu yalnızca kötü olduğu gerekçesine dayanarak reddetmek durumunda kalıyordu. Kapitalist üretim biçiminin ayrılmaz parçası olan işçi sınıfının sömürülmesine ne ölçüde kızıyorsa, bu sömürünün ne olduğunu ve nasıl ortaya çıktığını açıkça ortaya koymakta da o ölçüde yetersiz kalıyordu. Oysa asıl sorun, bir yandan kapitalist üretim biçimini tarihsel bağlamı içinde ve belli bir tarihsel dönem bakımından zorunlu oluşu çerçevesinde, dolayısıyla çöküşünün kaçınılmazlığını da ortaya koyarak betimlemek, öte yandan onun hala gizli kalmış iç yapısını açığa çıkarmaktı (1882: 65-66).
Yavuz Turgul da kapitalizmi ve onun sonuçlarını eleştirmekte, işçi sınıfının sömürülmesine kızgınlığını sineması aracılığı ile dile getirmekte ancak başa çıkamadığı bu olguyu tarihsel olarak ve diyalektik yöntemle açıklayamamakta sonunda da işçi sınıfı ve burjuva sınıfının uzlaşarak bu kötülükleri bertaraf edebileceği mesajını vermenin ötesine geçememektedir. Kapitalist üretim biçimini ve onun neden olduğu üretim ilişkilerini aşmanın öncelikli koşulu üretim araçlarının ortak mülkiyetidir. Ancak bilimsel sosyalizmin “ortak mülkiyet” anlayışı bu filmde burjuva ve işçi sınıfı arasındaki –o da sadece tek bir yerde, Kozanlı’lara ait şirketlerde- ortaklık olarak ters yüz edilmiştir. Bu ütopiktir çünkü her şeyden önce kapitalizmin iç yapısına aykırıdır. İki karşıt sınıfın çıkar ortaklığı mümkün değildir. Bu nedenle Mazhar’ın Emine ve sendika avukatı Nur’a “Ben bir sistem kurdum” diye anlattığı şey onun ütopyası olarak kalmaya mahkûmdur. Çünkü “Sınıf mücadelesi, bir sosyoekonomik kuruluştaki sınıf uzlaşmazlığının ve temel sınıflar arasındaki bundan doğan birbirine karşıt sınıf çıkarlarının zorunlu sonucudur.” (Buhr&Kosing, 1976: 246). Sınıf çatışmasını ve sınıf mücadelesini temel almayan bir kurtuluş düşüncesi ise tıpkı ütopyacılarda olduğu gibi burjuvaları iknaya dayanır. Ve Mazhar’da olduğu gibi işçi sınıfını mücadele eden, devrimci bir sınıf olarak görmek yerine onda yalnızca acı çeken bir sınıf görür. “Ütopyacılar için işçi sınıfı sadece ‘acı çeken bir sınıftı’, kendi eylemleriyle toplumu dönüştürme kapasitesine sahip bir sınıf değildi.” Acı çeken bu sınıfı kurtarmak için ütopyacılar dünyanın geri kalanına örnek olacak toplumsal ve komünal yaşam adacıkları inşa etmeye çalıştılar. Soyluları planlarına ikna ederek bu adacıkları oluşturabileceklerini düşündüler. Mazhar’ın kendi kurduğu sistem ile böyle bir adacık inşa etmeye çalıştığını söylemek mümkündür; Kozanlı Adacığı! Otonom kurtuluş adacıkları fikri iki sebepten ötürü hatalıdır: İlk olarak “gerçek” dünya, otonomcuların kurmaya çalıştığı ilişkileri çarpıtmanın ve böylelikle onları yok etmenin yolunu bulmaktadır; ve ikincisi varoluşlarıyla bir bütün olarak kapitalist sisteme meydan okuyamamaktadır. Bu demek oluyor ki; “piyasa kapitalizmin ummanında, küçük sosyalizm adaları kuramazsınız.” (D’Amato, 2016: 26-27).
Bir şirket toplantısı sırasında Mazhar’ın annesi Firdevs Kozanlı’nın bu şirketin alın teri ile, pamuk toplayarak, bin bir zorluk zorluklar içinde ve emek ile kurulduğunu anlatması tipik bir burjuva refleksini göstermesi açısından önemlidir. Burjuvazinin ideolojisi her zaman mevcut zenginliğin ve mülkiyetin sömürerek, el koyarak değil; çalışarak, emek ile elde edildiğini aşılamaya çalışır. Mazhar’ın bu ideolojinin karşısına “Babam bir hırsızdı ve bu şirketi hırsızlıkla kurdu” itirafıyla çıkışı filmin ayakları yere basan sahnelerinden biri olarak düşünülebilir. Ancak bir başka sahnede Yavuz Turgul’un sınıflara dair kafa karışıklığı devam etmektedir. Ve bu sahne daha önceki bir sahne ile zaten çoktan çürütülmüştür. Mazhar’ın kazadan önce türlü hilelerle almak üzere olduğu Yeni Hayat Mağazaları’nın sahibi ile yemek yediği sahnede, Yeni Hayat’ın sahibi Mazhar’a ahlak dersi verir ve bu sahnede gördüğümüz; işçileri düşünen patronların, sömürüye azami oranda karşı çıkarak, işçilerinin haklarını koruyan, emek dostu patronların da var olduğudur.
Yol Ayrımı’nda önemli karakterlerden biri de sendika avukatı Nur’dur. Mazhar’a kendini tanıtırken avukatlık yaptığı sendikayı “sarısından olmayan” diye adlandırması izleyiciye bu kadını “sınıf mücadelesinin gerçek bir savunucusu” olarak tanıtmaktadır. Peki, gerçekten öyle midir? Sarı sendikacılığın en göze çarpan özelliği sınıf mücadelesi yerine uzlaşma ve diyaloğu koymasıdır. Nur da Emine’nin “aşırılıklarını” törpüleyen ve işçi ile patron arasında bir denge unsuru olarak hareket eden bir sendika avukatıdır. Hal böyle iken “sarısından olmayan sendika” vurgusu izleyicinin nazarında Nur’un önerilerinin doğru kabul edilmesini sağlamayı amaçlayan bir aldatmaca olarak karşımıza çıkmaktadır.
Filmde özgürlüğün ve güzel yaşamın sembolü olarak yer alan ve izleyicilerin en çok sempatisini kazanan karakterlerden biri olan Altan; içinde yaşadığı toplum ile uyuşmazlık halindedir. Onun bu durumu 19. yüzyıl romantiklerini akla getirmektedir. Altan’ın uyuşmazlığı tıpkı romantiklerin uyuşmazlığı gibi burjuva düzeni için hiçbir tehlike taşımaz. “Romantik topluluklara katılan bu burjuva gençleri mevcut düzene başkaldırmıyor, fakat burjuva yaşayışının aşağılığı, sıkıcılığı ve bayağılığı karşısında öfke ve kırgınlık duyuyorlardı.” (Plehanov, 1987: 26). Altan da Mazhar ile yaptığı bir sohbette bu burjuva yaşamının sıkıcılığını ve bundan duyduğu öfkeyi açıkça dile getirir. Bir başka sahnede yine Mazhar’a “Hayat nedir?” diye sorduktan sonra kendi sorusunu “Yemek, içmek, aşk ve şiir” şeklinde yanıtlar. Altan’ın çizdiği bu hayat tablosunun sınıfsal karşılığı filmde kendine yer bulamaz.
Mazhar karakteri aslında bir modern zaman Tolstoy’u olarak sunulur. Altan’ın Mazhar’ın kararlarını ilk duyduğunda verdiği tepki “Tolstoy musun sen?” olmuştur. Zengin bir aileye mensup olan Tolstoy’un mal varlığını köylülere bırakmak istemesi ve ailesi ile girdiği tartışmalar Mazhar karakterinde de benzer biçimde yer alır. Plehanov, Sanat ve Toplumsal Hayat’ta Tolstoy için “Bu büyük senyör, önce, imtiyazlı durumunun kendisine sağladığı hayat nimetlerinin rahatça sefasını sürdü; sonra -halkın mutluluk ve kaderi üzerinde düşünen insanların etkisiyle-, yararlandığı nimetlerin kaynağı olan halkın sömürülmesinin ahlaka aykırı olduğuna kanaat getirdi. Böylece, Tolstoy kendisine hayatı bahşetmiş olan o ‘irade’nin, halkı sömürmekten kendisini menettiği yargısına vardı” diye yazar (1987: 187-188). Mazhar’ın durumu Plehanov’un Tolstoy için söylediği bu cümlelere denk düşmektedir. Trafik kazasından sonra yeni hayatı bahşeden o ‘irade’ devreye girer.
Toparlarsak Yol Ayrımı’nda bize sunulan yol; sınıf mücadelesi değil “sınıf merhameti”dir. Bu mesajı en net biçimde ortaya koyan sahne Mazhar’ın Emine’ye “Ya benim sizin merhametinize ihtiyacım varsa?” dediği sahnedir. Bu sahneden sonra Emine’nin sınıf öfkesinin yerini “sınıf merhameti” alır ve tanıdıkça patronunu sevmeye, anlamaya başlar. Sınıf bilincine sahip bir işçi temsili olarak sunulan Emine’nin sınıf bilinci de oldukça sorunlu bir yerde durmaktadır. Mazhar’a eski çalıştığı fabrikada hayranlık beslediği Ali ağabeyinden sınıf bilincini, ludizmi öğrendiğini anlatan Emine adeta günah çıkarır gibi mahcup bir ifade ile makineyi kırdığı günü anlatması ve filmin başında Emine ile birlikte direnirken gördüğümüz beş işçinin bir anlık coşku ile gülerek alkışladıklarını söylemesi, Emine’nin sınıf bilincinin sallantılarının ipuçlarını verir. Emine isyan etmiştir evet ancak bu isyan nereye varmayı amaçlamaktadır? “Bir kimse isyan için isyanda direnir, bunun nereye varması gerektiğini kendisi de bilmezse, öğütleri zorunlu olarak bulanık bir hal alır.” (Plehanov, 1987: 169). Emine’nin isyanı da giderek bulanık bir hal alır. Kapitalist üretim tarzının getirdiği çalışma koşullarına isyan yerini kapitalizmin reddi yerine onun kabulüne ve karşılıklı merhamete bırakır.
Denilebilir ki; baskı ve sansürün yoğun olduğu böylesi bir dönemde, Yol Ayrımı filmi, içinde sınıf temsilleri ve kapitalizm eleştirisi barındırması nedeniyle bile eleştirilerden muaf tutulmalıdır. Ancak Lunaçarski’nin (2000: 18) dediği gibi; “Marksist eleştirmen, ilgili eserin temel eğilimini ortaya çıkarma çabası içinde olmalıdır: eser, iradi olarak ya da irade dışında neyi hedeflemekte ya da nereye yönelmektedir.” Sınıf çatışmasının giderek derinleştiği, KHK’lerle grevlerin yasaklandığı, işlerinden atılan emekçilerin açlık grevleri ile direnişlerini sürdürdüğü, OHAL rejimi altında her şeye rağmen işçi sınıfının direniş mücadelesinin devam ettiği bir dönemde Yavuz Turgul’un Yol Ayrımı filminin yöneldiği yer burjuvaların vicdanıdır ve işçi sınıfının gerçeklerinden çok uzaktadır.
KAYNAKÇA
Buhr, M., Kosing. A. (1976), Felsefe Sözlüğü, çev. Engin Aşkın, İstanbul: Konuk
Besse, G., Milhau J., Simon M. (1997), Lenin Felsefe ve Kültür, Ankara: Bilim ve Sosyalizm
D’Amato, P. (2016), Marksizmin Anlamı, çev. Akın Emre Pilgir, İstanbul: Ayrıntı
Engels, F. (2000), Ütopik Sosyalizmden Bilimsel Sosyalizme, çev. Yavuz Sabuncu, Ankara: Bilim ve Sosyalizm (Orijinal metin 1882 tarihlidir.)
Lunaçarski, A. (2000), Devrim ve Sanat, çev. Süheyla Kaya&Saliha Kaya, İstanbul: İnter
Plehanov, G.V. (1987), Sanat ve Toplumsal Hayat, çev. Selim Mimoğlu, İstanbul: Sosyal
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.